GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Koronavirüs Sonrası İşçileri, Yoksulları Ve Devrimcileri Zorlu Mücadele Günleri Bekliyor!

Dayanışmayı büyüterek, emekçilerin ve sınıfın birliğini sağlamak ve mücadeleyi sürdürmek, bunu anın koşulları içinde, her türlü olanağı kullanarak, yaratıcı yol ve yöntemlerle gerçekleştirmek; devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin bugün yaptığı ve önümüzdeki süreçte de hız vermesi gereken tutumdur.

Aralık 2019’da Çin’de çıkan ve kısa sürede tüm dünyayı saran Koronovirüs salgını, milyonlarca insana bulaştı, on binlerce insanın ölümüne neden oldu ki, can almaya da hâlâ devam ediyor.

Salgının daha ne zamana kadar devam edeceği ise bilinmiyor. Birçok çevre ve bilim insanı, salgının çıkış noktası üzerine çeşitli fikirler ve teoriler ortaya atıyor, ancak bugün tartışmanın merkezine, salgın bahanesiyle emperyalist sistemin ne tür adımlar atmak istediğini ve ezilenlerin buna karşılık neler yapabileceğini koymak gerekiyor.

Kapitalist-emperyalist sistemin insanlık için ne kadar yıkıcı olduğu böylesi kriz dönemlerinde daha açık ve görünür hale geliyor; işsizlik, açlık ve yoksulluk daha kitlesel bir hal alıyor. Elbette buna karşılık emperyalist tekeller, krizi fırsata çevirip servetlerine servet katarak, kendini yeniden örgütlüyor; daha fazla sermaye daha az sayıdaki çevrede, kişide yoğunlaşıyor.

2008 dünya ekonomik krizi kapitalizmin bahsini ettiğimiz karakteri için en yakın ve çarpıcı örneklerden biri olarak hafızalardaki tazeliğini koruyor. Açık ki emperyalist sistem, krizi yönetebildiği için ayakta kalmaktadır. Böylesi dönemlerde tekeller, devletlerini göreve çağırırlar; her devlet, ulusal tekellerini korumaya alarak merkezi bütçeden ayırdıkları büyük miktarda parayla onları kurtarır.

Örneğin Fransa’da, kilit önem taşıyan sanayi dalları ve ona bağlı diğer sektörleri kurtarmak için vergi indirimleri, batan sektörleri ayakta kalan tekellerin satın alması için kredi kolaylığı sağlandı.

Ayrıca, tekellerin birleşimini teşvik, yanı sıra, otomobil sanayinin ayakta kalması için açılan1 milyar kredilik destek; 10 yaşını doldurmuş arabaların yenilenmesi için araba başına 1.000 Euro teşvik parası verilmesi vb. gibi sermayeyi kurtarma önlemleri devreye sokulmuştu.

Aynı uygulama Almanya’da da yaşama geçirildi. Dokuz yaşını doldurmuş arabalarını yenilemek isteyenlere 2.500 Euro teşvik parası verildi. Faiz indirimi, sendikaların düşük sözleşmeli anlaşmaları, işten çıkartmaların kolaylaştırması vb. sağlandı. Benzer uygulamalar İspanya, İsveç, İngiltere’de de yapıldı.

Keza ABD, Fransa, İtalya, Almanya vb. birçok ülke, ekonomiyi yeniden canlandırmak için ucuz faizli krediler vererek, kredi kartları dağıtarak, dar gelirlilere alışveriş çekleri vererek tüketim mallarına olan teşviki artırıp, ekonomiyi yeniden canlandırmaya çalıştılar.

TC devleti de 2008 krizinde Türk hâkim sınıflarının emrine amade olmuştu. Türk sermayesi, tıpkı efendilerinin yaptığı gibi krizi işçi sınıfı ve emekçilere yönelik sömürü politikalarını genişletip, derinleştirerek haklarını gasp ederek atlattı. “Kriz bizi teğet geçti” söylemi, dönemi anlatan çarpıcı bir ifade olmuştu.

Bu dönemde birçok iş yerinde işçilerin ücretleri düşürülmüş; işten atmalar kolaylaştırılmış ve sarı sendikal anlayışlar eliyle sınıfın emeği ve hakları gasp edilmişti.

En akılda kalanlardan biri aynı yıl OYAK’a bağlı Ereğli Demir-Çelik ve İskenderun Demir-Çelik’te çalışan 13 bin işçinin ücretlerinin “kriz” bahane edilerek 1,5 yıl süreyle % 35 düşürülmesiydi. Türk Metal Sendikası’nın yoğun çabasıyla bu sözünü ettiğimiz koşullar işçilere zorla kabul ettirilmişti. Hiç zararı olmayan bu iki kuruluştan ERDEMİR, 2008 yılında 211 milyon TL, İSDEMİR ise aynı yıl 208 milyon dolar kâr etmesine rağmen egemenler krizi fırsata çevirmekten geri kalmadılar.

Özetle, 2008 dünya ekonomik krizinin faturası, işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yüklenerek; esnek, güvencesiz çalışma temel çalışma rejimi haline getirilerek; uluslararası iş bölümü yeniden yapılandırılarak yola devam edildi ve bugünlere gelindi.

Kuşkusuz kapitalist-emperyalizm, yine böylesi bir kriz döneminde kendini yeniden yapılandırmaya çalıştığı bir aşamada, sınıf düşmanları tarafından, onun örgütlü gücünün önderliğinde gerçekleşecek bir müdahale ile yıkılacaktır.

Kapitalizm yerini sosyalizmin, gerici-faşist iktidarların yerini demokratik halk iktidarlarının alması açık ki koşulların elverdiği bu sürece, devrimci ve komünist öznelerin güçlü, yıkıcı ve etkin müdahalesiyle mümkün olacaktır.

Ne var ki bugün gerek dünyada gerekse de ülkemizde bu tablonun oldukça gerisindeyiz. Ancak yaşananlar, dünya halkları nezdinde kapitalist sistemin daha fazla teşhir olmasını sağlamakta, bu da sosyalizmin güncelliğini bir kez daha hem de daha yüksek sesle haykırmak adına uygun bir zemin sunmaktadır.

Tekellerin Krize Çözümü; Devleti Göreve Çağırmak!

Tahmin etmeye gerek yok ki, emperyalist sistemin ekonomistleri, akıl hocaları ve hükümetler krizden çıkmanın yol haritası üzerinde harıl harıl çalışmaktadır. Uluslararası finans kapitalin merkezleri, örgütleri, neo-liberal serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmemekle birlikte, bir süreliğine de olsa adına “devlet kapitalizmi” dedikleri gerçekte zararların devletlerin üzerine yıkılması anlamına gelen bir senaryo ile krizin atlatılmasında ortaklaşıyor görünmektedirler.

Emperyalist devletler, bazı şirketleri geçici olarak kamulaştırarak, merkezi bütçeden ayrılan milyar dolarlarla yapılacak yardımlarla krizi aşmaya çalışacaklardır. Emperyalistler arası çelişkiler, su almakta olan gemiyi kurtarma projesine zarar vermeyecek bir şekilde çözülmek istenecek, bu yeterli olmadığında ise yeni bir paylaşım savaşı ufukta görünecektir.

Koronovüris pandemisi sonrası yaşamın her alanında yeni değişimlerle karşı karşıya kalınacağı, her kesim tarafından yüksek sesle dile getirilmektedir. En başta da işçi sınıfı ve emekçiler bundan etkilenecektir. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), (8 Nisan 2020 ), milyonlarca işçinin işini kaybedeceğini açıklamış durumdadır.

Buna göre,  “Arap ülkelerinde 5, Avrupa ülkelerinde 12, Asya-Pasifik’te 125 milyon” insanın işini kaybedeceği öngörülmektedir. Daha şimdiden birçok emperyalist devlet, tüm iş dallarında KHK’lar çıkartarak krizi fırsata çevirmiş durumdadır.

Fransa hükümeti Çalışma Bakanı Muriel Penicaud, şimdiden 25 Kanun Hükmünde Kararnameyi (8 Nisan 2020) açıklamış bulunuyor. Açıklanan KHK’larla belirlenen sektörlerde haftalık çalışma süresi 44 saatten 60 saatte çıkartılmış durumda. İhtiyaç halinde şirketler yeni işçi alma yerine mevcut çalışanların çalışma sürelerini yükselterek onları çalışmaya zorlayacaklar.

Öte yandan “ulaşım, lojistik, gıda endüstrisi, tarım, enerji, telekomünikasyon” dallarında getirilen söz konusu saat uygulamasına, bazı sektörlerde pazar günü de çalışma zorunluluğu getirilmek istenmektedir.

Diğer yandan patronlar, 31 Aralık 2020 tarihine kadar çalışanların izin tarihlerini değiştirmede yasal dayanağa sahip kılınmış bulunuyorlar. Bu şartları kabul etmeyen işçiler yasal olarak işten atılabilecek.

Aynı içerikte bir yasa da Almanya tarafından yürürlüğe konulmaktadır. Handelsbllat gazetesinin yayınladığı habere göre, değişiklik taslağında günlük çalışma süresinin “12 saate çıkartılması, ara molaların ve iki vardiya arası dinlenme sürelerinin kısaltılması, pazar ve tatil günlerinde çalışmaya izin verilmesi” yer alıyor. Buna “süreli uygulama” dense de uygulamanın süresinin uzatılacağına hatta kalıcı olabileceğine dair bir beklenti vardır. Yasanın merkezileşmesi beklenmeden Almanya’nın Bavyera eyaleti uygulamayı hayata geçirildi bile.

Emperyalist ülkeler ulusal tekellerin batmaması için milyarlarca Dolar ve Euro ayırarak krizi atlatmak için kolları sıvamış durumdadır. ABD, merkezi bütçeden ayırdığı 1 Trilyon Dolar’lık paradan her vatandaşa biner dolar vereceğini gerisini ise tekellere ayırdığını açıklamış bulunuyor. Avrupa Merkez Bankası 837 Miyar Dolar ayırdığını ve bu parayı ekonomik kriz yaşayan ülkelere vereceğini açıklamış bulunuyor. Almanya ayırdığı 837 Milyar Dolarlık bütçeden küçük ve orta ölçekli işletmelere bir kereye mahsus olarak 15 bin Euro vereceğini geri kalan miktarı ise büyük tekellere ayırdığını açıkladı bile.

İngiltere ayırdığı bütçeden en küçük 700 bin şirkete bir defalığına 10 bin Sterlin vereceğini, 2020 yılı boyunca büyük tekellerden hisse senedi alacağını, turizm ve hizmet sektöründen ise vergi almayacağını duyurdu. Bunu Fransa 335, İspanya 233, Kanada 82 ve 28 Milyar Dolarla İtalya takip ediyor.

Sağlık çalışanlarına yardım yapılmaz, işsizlik ve emeklilik aylıkları yükseltilmez, konut sorununa çözüm bulunmaz, öğrencilere eğitim yardımı çok cüzi düzeyde tutulurken; hükümetler, böylesi kriz dönemlerinde büyük tekellere kesenin ağzını açarak milyarlarca dolar aktarabiliyorlar.

Tekeller, her kriz sonrası yüz binlerce işçiyi işten çıkartmayla tehdit etmektedir. Buna işbirlikçi sendikalar da eşlik edip, adeta tekellerin sözcüleri gibi hareket ederek işçileri toplu sözleşmelerde herhangi bir talepte bulunmamaya ikna etmeyi başarmaktadırlar. Nitekim, İGM Sendikası Mart ayında Almanya’nın NRW eyaletinde 4 milyon işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmeyi “0” anlaşmayla imzaladı.

Bahsini ettiğimiz tablo TC’nin bugün sürece nasıl baktığını anlamak, gelecek açısından önümüze hangi gündemleri getirebileceğini öngörmek bakımından önem kazanıyor. R.T.Erdoğan’ın açıkladığı 100 Milyar TL’lik bütçenin neredeyse tamamı başta büyük sermaye olmak üzere AKP yanlısı şirketlere giderken, halkın bu bütçeden yararlanmadığı ortadır.

AKP iktidarının açıkladığı sözde destekle; ulaşımda KDV’nin düşmesi, % 10 peşinatla ev alınması, esnafa kredi verilmesi, kredisi olan kişi ve kuruluşların kredi borçlarının üç ay ertelenmesi gibi önlemlerin R.T.Erdoğan tarafından destek olarak sunulması trajik komik bir durumdur.

AKP iktidarı yeni bir “Torba Yasayla” 1 Mayıs’ın öngünlerinde “işten çıkarmalar yasaklanıyor” yalanı altında ücretsiz izni yasal hale getirmekte, sendika ve grev hakkına yönelik yeni yasaklar devreye sokulmaktadır.

Salgın, Olağanlaşan Denetim ve OHAL

Emperyalist-kapitalist sistem, Koronavirüs pandemisinin yarattığı iklimin arkasına sığınarak, salgını bahane ederek, sadece ekonomik tedbirler üzerine projeler geliştirmiyor. Aynı zamanda krizin yaratacağı sonuçlara karşı pandemi sonrasında gelişecek olası kitle hareketleri, halk isyanları, işçi ve emekçilerin direnişlerinin bastırılması, önlenmesi adına yeni düzenlemeler hazırlamaktadır.

Virüs salgını bahane edilerek, halkların gösteri, direniş ve protestolarının önlenmesi böylece krizle daha da şiddetli bir hal alan çelişkilerin bastırılması hedefleniyor.

Özellikle de teknolojik imkânlardan yararlanılarak, salgın gerekçesiyle söz konusu uygulamalar yaşama geçiriliyor. Akıllı telefonlar vasıtasıyla kitlelerin tüm yaşamı kayıt altına; sokaklar dronlarla kontrol altına alınıyor. Birçok ülkede insanların vücutlarına cip yerleştirip, tüm işlemlerin bu cipler üzerinden yapılması tartışılıyor, planlanıyor.

Salgına yönelik önlem adı altında halkların yaşamı üzerindeki denetim, iktidarların OHAL yetkileriyle askeri ve polisiye önlemleri rahatlıkla yaşama geçiriliyor, kitleler buna alıştırılıyor bu durum olağan hale getiriliyor. Böylelikle olası halk ayaklanmaları ve isyanlara karşı polis ve ordu hazır hale getiriliyor!

Baskıcı, otoriter yönetimlerin, ulusal-milliyetçi duyguların güçlendirilmesi; siyahilere, LGBTİ+’lara, kadınlara ve mültecilere yönelik saldırılarıyla gündeme gelen yeni neo-nazi örgütlenmelerinin yasal hale getirilmesi ve meclislerdeki varlıklarının büyütülmesine yönelik politikaların yaşama geçirileceği anlaşıyor.

AKP iktidarının salgın döneminde bile Maxmur kampına yönelik bombardımanı, gerilla cenazesinin kargoyla ailesine gönderilmesi, HDP’li belediyelerin her türlü dayanışmasının engellenmesi de söz konusu yaklaşımın sadece birkaç izdüşümüdür.

İktidarın, kitlelerin salgına yönelik endişelerini körükleyerek, sermayenin çıkarmak için 20 yıldır uğraştığı düzenlemeleri 20 günde çıkararak;  devrimci, yurtsever tutsakları, gazeteci ve aydınları, yazarları içerde salgına terk edip; mafya-çeteleri, kadın katilleri, taciz ve tecavüzcüleri serbest bırakması kimin tarafında olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Öte yandan meclisten geçirilen ceza infaz paketiyle AKP iktidarı, 12 Eylül Askeri Faşist Cuntasının devrimci, yurtseverlere yönelik pek çok uygulamasını da yasal hale getirmiş bulunuyor.

Salgın gerekçesiyle ilan edilen sokağa çıkma yasakları, militarist güçlerin yaşamın her alanına yönelik müdahaleleri ve denetimleri; tüm temel ihtiyaçlar için devletin tek adres kılınması, hatta kitlelerin salgın bahanesiyle bunları ister hale getirilmesi, yukarda bahsini ettiğimiz yaklaşımın birer sonucudur.

İktidar bloğu, kitlere “evde kal” çağrısı yaparken doğayı katletmeye, rant projelerini yaşama geçirmeye, yandaş sermaye grupları işçileri insanlık dışı koşullarda çalıştırmaya ve işten çıkarmaya devam ediyor!

Direnişte Yeni Biçimler Yaratmak!

Açık ki emperyalist-kapitalist sistemin bir kısmını açmaya çalıştığımız söz konusu gerçekliği, bugünkü uygulamaları ve geleceğe dair hazırlıkları; devrimci, ilerici ve yurtseverleri daha geniş anlamda tüm toplumsal muhalefet güçlerini, kuşkusuz tüm emekçileri yakından ilgilendirmektedir. Zira ortaya çıkacak sonuçlar, halkları, uluslararası proletaryayı ve ezilenleri, onların en örgütlü ve dinamik güçlerini, hedef tahtasına koymaktır.

Her kriz, emperyalistler arasında büyük bir yıkım ve aynı zamanda her gücün pozisyonunun yeniden kurulması demektir. Bu durum ezilen milyarlar içinde geçerlidir. Bir farkla ki, bu süreç onlar için son derece ağır ve vahşi seyredecektir. Söylemeye gerek yok ki emperyalistler, bugün dünya halkları ve ezilenlerine yönelik büyük bir taarruza geçmiş durumdadır ki, bu daha savaşın ilk hamlesidir.

Açık ki emperyalistler, salgın bahanesiyle sendikal haklara, temel hak ve özgürlüklere göz dikmiştir. AKP iktidarının yaptığı da bunun bir devamıdır. Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin bugünkü salgın gerçekliğinde sürecin bu özgünlüğüne uygun bir şekilde, salgından sonra sokaklarda ve meydanlarda daha kitlesel ve güçlü bir karşı koyuş adına dayanışmayı büyütmesi bu temelde direnişi örmesi acil bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

Salgına rağmen milyonlarca işçi ve emekçi hem de salgına dair yeterli tedbirlerin alınmadığı koşullarda çalıştırılıyor. 1 Mayıs’ın öngünlerinde, krizin fırsata çevrilmek istendiği projeksiyonundan hareketle, zorunlu sektörler dışında tüm çalışanların ücretli izne gönderilmesi, çalışanlar içinde gerekli tedbirlerin alınması temel gündemlerimiz arasında olmalıdır.

Öte yandan, işyerleri kapanan işletmelerin, işsiz kalanların zararlarının ödenmesini; salgın konusunda halk sağlığı politikalarının yaşama geçirilmesini bu kapsamda “herkes için ücretsiz, erişilebilir sağlık” talebini dile getirmeliyiz.

Ev içinde kadınlara yönelik çok ciddi artış gösteren erkek şiddetine karşı gerekli tedbirlerin alınmasını ve kadın kurumlarının dayanışmasının önündeki engellerin ortandan kaldırılmasını da içermek üzere ezilen tüm kesimlerin taleplerinin sesi olmak büyük önem arz ediyor.

Dayanışmayı büyüterek, emekçilerin ve sınıfın birliğini sağlamak ve mücadeleyi sürdürmek, bunu anın koşulları içinde, her türlü olanağı kullanarak, yaratıcı yol ve yöntemlerle gerçekleştirmek; devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin bugün yaptığı ve önümüzdeki süreçte de hız vermesi gereken tutumdur.

Bu, salgın sonrası yeni mücadeleler içinde hazırlık demektir!

Bir arada olma ve dayanışma, sermayeye karşı ortak bir karşı koyuş, fiziksel temastan ve sokağa kitlesel bir şekilde çıkmaktan çok daha fazlasıdır!

Bugünkü tablo içinde 1 Mayıs’ı kutlamak; sınıfın ve emekçilerin, ideolojik, politik ve kültürel etkileşimini sağlayarak burjuvaziye karşı mücadeleyi sürekli kılmaktan, temel gündemler etrafında diri tutmaktan geçmektedir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu