Makaleler

Yüksek gelirli bir yarı-sömürge hikayesi

Siyasi arenadaki gelişmelerin hızı ekseri olarak ekonomideki gelişmeleri gölgeler. Ancak ekonomi her daim kendini hissettirir. Özellikle kriz eşiğine gelindiğinde, dar boğaza girildiğinde dolar tarihi rekor kırdığında hakim sınıfların telaşından anlaşılır bu. Yeni Osmanlıcıların Suriye’deki hayalleri suya düşmeden önce herkese çatan AKP/R. T. Erdoğan şimdi karşısında Yeniçeri ordusu varmış gibi emirler yağdırıyor: “TL’ye geçin”, “dolar bozdurun”, “yatırım yapın”… Krizin eşiğine doğru hızla gidilirken “sorun yok”culuk yapanların imdat çığlıklarını bir TÜİK bir de OECD duymuş olacak ki, yangına bir kova su niyetine piyasa rahatlamacılığına soyundular. TÜİK revize ettiği rakamlarla “sorun yok”culuk yaparken elindeki bir çap çıradan bihaberdi. OECD, TL ekonomisine yüksek gelirli ülke methiyesiyle sınıf atlattı. Ancak karşılarında duran yarı-sömürge ekonomi, kör göze çomak sokarcasına kriz diye bağırmaktan kendini alamıyor.

Yarı-sömürge ekonomi demek, istikrarsız ekonomi demek, eşyanın doğasını doğru tarif etmektir. ABD ve AB’nin kriz içinde debelendiği dönemde yüzde 3-4’lük büyüme oranı yakalamakla şişinen AKP/Erdoğan’ın yaşadığı, kelimenin gerçek anlamıyla hava gazıdır. Sanayi üretimine dayanmayıp, yabancı sermaye girişine tabi, iç tüketim ve inşaat sektörüne dayanan bir büyümenin sancılarını bizzat AKP/Erdoğan çekiyor. Ekranlardan “yatırım yapın, korkmayın” derken bile diktatörlük estirenlerin çabası yarı-sömürge ekonominin saman alevinin sönmesidir.

2010-2013 döneminde 60 milyar doları bulan yabancı sermaye girişi ile ekonomide yakalanan canlanma, Suriye Savaşı, T. Kürdistanı’ndaki savaş, R. T. Erdoğan’ın saldırgan siyaseti nedeniyle güvenli liman olma niteliğini yitiren TC ekonomisinde 2013 sonrası yabancı sermaye girişi 11 milyar dolara indi. Bu düşüş 2016’da da devam etti. Eylül ayında net sermaye çıkışı, 2 milyar dolara yaklaştı. Bunun en yalın anlamı ekonomideki çarkların dönmemesidir. AKP/Erdoğan’ın emirler yağdırmasının asıl nedeni burada saklıdır.

AKP/RTE’nin yardımına koşan TÜİK, 2016 rakamlarını revize ederek yeni rakamlar açıkladı. Açıklanan bu rakamlar, rezizyona rağmen ekonominin gerçek yüzünü de ortaya serdi. Revize edilmiş rakamlara göre tarım, sanayi, imalat, inşaat ve hizmetlerde 2. ve 3. çeyrekte (bahar ve yaz döneminde) büyüme hızı eksi düzeydedir. İki çeyrek, yani 6 ay boyunca üst üste küçülen temel sektörler, (özellikle AKP/Erdoğan’ın sırtını dayadığı inşaat sektörünün yüzde -4,6 oranında olması) doğrudan durgunluğun, krizin eşiğinde olunduğunun göstergesidir. 3. çeyrekte ihracatın yüzde -6,3’e, GSYH’nın yüzde -2,7’ye düşmesinin yanında dış borcun 421 milyar dolara çıktığı bir durum söz konusudur. Üretemeyen, ürettiğini satamayan, milli geliri düşen ve uçan kuşa borcu olan bir yarı-sömürge ekonomi gerçekliğidir yaşanan. Bank Of America, durgunluk ve dış borç nedeniyle TC ekonomisini en kırılgan üç ülkeden biri olarak gösterip 2017’nin zor geçeceğini belirtirken, Aralık ayı başında kredi derecelendirme kuruluşları TC’nin notunu “çöp” konumuna, yani yatırım yapılamaz ülke statüsüne düşürdü. Buna rağmen OECD’nin “Küresel Kalkınma Hakkında Perspektifler-2017” raporunda TC devletini yüksek ve sürdürülebilir büyüyen ülke göstermesi iyi niyetten öte anlam taşıyor. ABD ve AB ile ekonomik ilişkileri oldukça iç içe geçmiş halde olan TC ekonomisinde yaşanacak bir kriz, hâlihazırda 2008 krizinin atlatılamadığı koşullarda ABD ve AB’yi doğrudan etkileyecektir. Bu anlamıyla TC’de yatırım yapacak sermaye gruplarına güven verme çabası içinde olan OECD’nin bu uğraşını aynı zamanda sırtını batıya dönen, batı tarafından birçok konuda eleştirilen TC devletine sıcak mesaj verme olarak da okumak mümkün. Dolayısıyla OECD’nin açıklaması ekonomik olmayıp politik bir nitelik taşımaktadır.

OECD’nin açıklamasına “Allah’ın yeni bir lütfu” olarak sarılan R.T.E.nin ülkeyi, “yüksek gelirli ülke” ilan ederek sınıf atlatırken yaptığının tek anlamı aç tavuğun kendini darı ambarında görmesidir. Ülkeyi siyasi krizin yanında ekonomik krize sürükleyenlerin bindikleri alametin yolu kıyamettir. OHAL ve KHK’larla ezilen emekçilere ödettirme politikası izleniyor. Ne siyasi ne de ekonomik krizin ödememenin, tam tersi ödettirmenin tek alternatifi daha örgütlü ve daha güçlü bir mücadeledir. OHAL’de direnmeli!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu