Mehmet Dinç
Kadınlar, saçlarının yarısı dışarıda kalan eşarpları ile yemek işini organize ederlerdi. Çocuklar ise köyün gururu gibi duran ayvanlı çeşmenin suyunun aktığı havuzun başında oyunlar oynarlardı.
En büyük coşkuyu köyün sakinleri olan Süryaniler yaşardı. Haftada bir gün bile olsa şehirden gelen akrabalarına en içten misafirperverliklerini gösterirlerdi. Köy mamulü ne varsa sunarlardı önlerine…
Pazar günleri yaşanan bu canlılıktan sonra akşam oldu mu etrafta biriken tüm çöpler toplanırdı. Bu haliyle bir peyzaj mimarının elinden çıkmış gibi her yer düzenliydi oralarda.
Gün geldi, pazar günleri köye gelen insan sayısında azalmalar oldu. Şehirde oturanların bir kısmının İstanbul’a ya da Avrupa’daki bir ülkeye göç ettikleri söylendi. Köye gelen insan sayısında azalma olunca da maçlar oynanmamaya başlandı. Geride kalan yaşlılar azalınca bağ bahçe budama işleri eksik kaldı. Kilise ibadet için eski coşkunluğunu kaybetmeye başladı. Maria’nın kalesinde yankılanan çocuk sesleri de kesildi. Hepsi gitti… Martin, Gabriel, Murat, Metin, Cebrail, Feride, Jaklin, Hanna, İsa, Hamso, Sümer…
Bununla da yetinilmedi. İlk etapta köyün Süryani gençleri bilmediğimiz yerlere göç ettiler. Ardından yaşlı annelerini babalarını yanlarında götürdüler. Topraklarını terk etmek istemeyen yaşlılar ise çocukları tarafından ikna edilerek şehre yerleştirildiler. Mekânı güzelleştirenin, oraya bağlılık hisseden insanların olduğunu anlayamadık ilk başta. Çok sonra fark ettik.
Kilisenin Haç’ı pas tuttu. Zangoç Çan’ı çalmadı bir daha. Mağrur duran ayvanlı köy çeşmesinin suları eksildi; ayvanı oluşturan lahit taşlar eksilen dişler gibi bir bir söküldü yerlerinden. Havuz yosun tuttu; içindeki su bulanıklaşmaya başladı. Bir zaman sonra bir peyzaj mimarının elinden çıkmış gibi duran köy, her tarafı sarmaşıklar, dikenli otlar, bozulan bahçe bentleri ve giderek eksilen piknik alanındaki ağaçları ile viraneye döndü. Harman yerinin serseri otları ise hiçbir şeyin farkında olmadan her ilkbaharda boy göstermeye devam ettiler.
Eski Kale’den (Kalitmara) her geçtiğimde o günleri düşünürüm. Bir gün Süryaniler geri döner mi? O eski coşku, heyecan ve içtenlik tekrar yakalanır mı? Yeni jenerasyon köy yaşamına ayak uydura bilir mi? diye
Bu soruların cevabı biraz da biz, buralarda yaşayanlarda saklı galiba… Özellikle yeni bir heyecanın yaşandığı bölgede, birlikte yaşama isteğimizi tüm samimiyetimizle ortaya dökersek neden olmasın. “Kalbinin doğusunu” bu topraklarda bırakmış orta kuşak Süryanilerin topraklarına dönmesini sağlayabiliriz. O zaman yeni bir başlangıç olur kanısındayım. Kardelenler gibi hiç bitmeyecek kardeşliğin baharını müjdeleyebiliriz dosta düşmana. Babalarımızdan, dedelerimizden dinlediğimiz sağlam dostlukları yeniden kurabiliriz. Bir adım daha ileri gidebilirsek, yani “öteki”yle dost, kirve olmanın ötesinde, bizden biri ile dost, kirve olabilirsek dünya var oldukça sürecek bir huzur ortamını sağlamış oluruz. Dünya hepimize yetecek kadar büyük çünkü…
Basından takip ettiğim kadar, Udi sanatçı Yervant Bostancı, 21 yıl sonra terk ettiği memleketi Diyarbakır’a dönüyor. Bir kez canlı olarak müziğini dinlediğim Udi Yervant’ın coşkusunu, heyecanını ve sohbetini dinlediğimde, ne kadar da buralara ait olduğunu, bu topraklara yakıştığını, buranın bir parçası olduğunu anlamıştım. Geri dönüşünde emeği olan herkese teşekkür ederim. Dilerim bölgeden göç etmiş tüm Ermeniler, Kürtler ve Süryaniler bir gün topraklarına geri dönerler.
Kaynak: http://www.suryaniler.com/