GüncelManşet

Aksaray’ın yeni ekmek kapısı, mültecilerin umudu: CAN YELEKLERİ!

İstanbul: “Bebeğini emzirir halde cesedi bulundu”, “Ege’de bot battı”, “Umut yolculuğunda facia”, “Mülteci botu sulara gömüldü” ve onlarca başlık gazetelerin, haber sitelerinin, televizyonların artık vazgeçilmez haberlerinin başlıkları haline geldi. Hemen her gün kıyılara vuran çocuk, kadın, yaşlı, genç insanlardan ölenlerin sadece sayı olarak yer aldığı bu haberleri okuyor, izliyoruz.

Suriye’de yaklaşık 5 yıldır süren iç savaştan kaçan milyonlarca insan hayatta kalmak, insanca yaşamak için ölümü göze aldığı bu umut yolculuğuna çıkarken kendince kimi önlemlerini almaya çalışıyor. Bunlar mülteciler açısından “hayatta kalmak için küçük önlemler” olsa da, artık kimi esnafın “ekmek kapısı” haline gelmiş durumda.

O “küçük önlemlerin” başında canyelekleri geliyor. Mültecilerin hayat kurtarması umuduyla sarıldıkları can yeleklerinin satışları artık o denli arttı ki can yeleğinin ciddi bir sektörü, kaçak ve resmi üretimleri mevcut. Merdivenaltı atölyelerde sigortasız, “kaçak” çalıştırılan işçilere “kaçak” can yelekleri üretimi yaptırılıyor ve bu ülkeden Avrupa ülkelerine “kaçak” geçişlerde bu “kaçak” can yelekleri ile yaşama tutunmaya çalışıyor mülteciler…

Biz de bu can yeleklerinin peşine düştük, satış yapan esnafla mültecileri ve can yeleklerini konuştuk. Nerede? Tabii ki kimi sokaklarının tek süsü mavi, kırmızı ve ille de turuncu can yelekleri olan Aksaray’da…

 

Bekleme yeri: Aksaray!

Yenikapı-Havalimanı Metrosu’nun Aksaray durağından inip meydana çıktığınızda (eğer ilk kez geliyorsanız bu semte) kendinizi başka bir ülkede hissedebilirsiniz. Siyahlar, Asyalılar ve de Suriyeliler meydanın ortasında susuz, çöp havuzunun etrafında oturmuş, çevredeki tüm banklar dolu, parkın etrafını çeviren demir çitlerin üzeri bile oturak görevi görüyor.

Binlerce insanın hem gece hem gündüz doldurduğu meydanda her daim bir bekleme havası hakim. Ama beklenen, Atatürk Havalimanı ve Büyük Bayrampaşa Otogarı’ndan geçen metrodan inebilecek birşey değil. İşsizlik ve çaresizliğin kol kola gezdiği bu mekanda beklenen Avrupa’ya açılan umut kapısı… Bu kapıyı açacak anahtara sahip olanlar ise insan tacirleri… Bunu her an bir imkan için bekleyen göçmenler de, hemen her gün Aksaray’da seyyar satıcıların başına bela olan zabıta da biliyor. Bu durumu Aksaray esnafı da biliyor, sivil araçları ile gün boyu meydanda bekleyen ve göçmenleri taciz eden, kimi zaman yunus aracıyla gelip esnafı haraca kesen polis de biliyor. Dolayısıyla hatta direkt devlet de biliyor hem de burada sürdürülen “umut” pazarlıklarının büyük pay sahibi olarak…

 

Kaçak yaşamın kaçak işçileriçocuklar

Konumuza, can yeleklerine geri dönersek; Aksaray metrosunun tam karşısındaki İmam Murat Sokak her gün onlarca valizle Aksaray’a gelen göçmenlerin en uğrak yeri. Çünkü hemen hemen tüm dükkanlarda can yelekleri mevcut. Sadece can yelekleri satan dükkanlar olmakla birlikte marketi, tuhafiyesi ve hatta telefoncusunda bile can yeleği satılıyor İmam Murat Sokağı’nda.

Elimizde fotoğraf makinesi ile Aksaray Meydanı’ndan bu sokağa ve bu sokağın ara sokaklarına girince haliyle çok dikkat çekiyoruz. Fotoğraf çekerken bastığımız deklanşörün sesi çevrede bir ürkeklik yaratıyor ve o an kareye girenler ya da girmesine ramak kalanlar hızla oradan uzaklaşıyor.

Uzaklaşanlardan biri de yine can yeleği satan tuhafiyede çalışan çocuk işçiler… Birinin yaşı en fazla 16 diğeri ondan daha küçük olan çocuklara neden bu kadar tedirgin olduklarını sorduğumuzda, “Bizimo resimlere girmemize patron kızıyor” diyorlar. Her ikisinin de Türkçe’yi zor konuşmasından anladığımız, onlar da bu memleketin “kaçak” yaşamak, “kaçak” çalışmak zorunda olanlarından…

 

can yelekleri2“Trilyon versen durmaz,‘Avrupa’ya gideceğim’ diyorlar”

Can yeleği satan esnafla iletişim kurmak zor. Daha önce tüpçülük ve su satışı yapan bir esnafla sohbet etmeye başlıyoruz. Ama bu zor iletişimi kurabilmemizin tek nedeni, bu esnafla yıllar öncesine dayanan bir tanışıklığımızın olması… Yarı şaka yarı ciddi söylediği “Haberimiziyapma” uyarısı da tüm sokağa ve Aksaray’a hakim olan o tedirginliğin bir yansıması.

Can yeleği satışlarının nasıl gittiğini sorarak başladık sohbete. “Kış geldi artık.Yaz gibi değil satışlar” dese de “kötü durumda” olan satış, sadece esnafla sohbet ettiğimiz 10 dakika içerisinde o dükkandan 8, hemen yan taraftaki dükkandan 30 can yeleğiydi. Ama söylediğinde de doğruluk payı vardı. Bu sokağa en son geldiğimizde, yani yaz aylarında, sokakta yürünmüyor, en az İstiklal Caddesi kadar kalabalık olan cadde başka bir ülkede yaşandığı hissini artırıyordu. “İstiklal Caddesine ki? Gelip bir burayı görsünler” diyor esnaf, “Ama hiçbiri burada kalıcıdeğil. Gidiyorlar. Zaten trilyon versendurmazlar, ‘Avrupa’ya gideceğim’ diyorhepsi” diyerek devam ediyor.

Tam o sırada iki kişi gelip can yeleklerini soruyor ama Türkçe ya da Kürtçe’yi tam olarak bilmediklerinden el işaretleri ile anlaşıyorlar ve 8 tane alıp gidiyorlar. Beklerken yan dükkanda da sıkı bir pazarlığın sürdüğüne şahit oluyoruz. 30 tane can yeleği almak isteyen yaklaşık10 kişilik bir gruba kulaktan dolma öğrendiği Arapçasıyla kendi söylediği fiyattan satış yapmaya çalışıyor bir başka esnaf.

 

“Artık bu işin de kendine göre bir sektörü var”

Bizim esnafın işi bitip yeniden yanımıza geldiğinde ona can yeleklerinin fiyatlarını soruyoruz. “Bak” diyor, hemen her dükkanda gördüğümüz turuncu can yeleklerini göstererek “Bunlar 40 TL. Fiyatlar 40liradan başlayıp 400 liraya kadar gidiyor.Kalitesine, dayanıklılığına göre değişiyor.Örneğin bunlar (40 liralık can yeleklerini gösteriyor yine) suda 2 saat dayanabiliyor.Bunlar ise 2 hafta. Kimileri 2 saatdayanabilecek bir can yeleğini ’20 saatdayanır’ diye insanlara satmaya çalışıyor,ama biz doğrusunu söylüyoruz. Sonuçtagerçeği bilsinler, alacaklarsa ona göre alsınlar!

Peki nereden alıyorlardı bu can yeleklerini? Bu kadar dükkana hep aynı şirket mi üretim yapıyordu? “Yok, herkesfarklı farklı yerden alıyor. Artık bu işin dekendine göre bir sektörü oldu. Merdivenaltıatölyelerde üretiyorlar artık. Ama bizimmalların % 90’ı faturalı, % 10’u bumerdivenaltı, kaçak mal. Ama bunu dasöylüyoruz insanlara.

 

Lamı cimi yok… Esas neden…

Müşteri geldiğinde yarım kalan konuya geri dönüyoruz. Neden “trilyon versenkalmıyor mülteciler” bu şehirde, bu ülkede? “Çünkü burada her şey çok zor. Mesela günlük bir yerde kalıyorlar, toplu olarak, geceliği 50-100 dolar. Ee sağlıkgüvencesi yok, bir şeyi yok. Ne yapsın insanlarburayı? ‘Avrupa’ya giderim, rahatederim’ diyor o da.

Son olarak mülteci ölümlerini konuştuğumuzda onun da içi rahat değildi anlaşılan. Can yeleklerinin bu ölümlerde esaslı bir payı olmadığını savunuyor, “O ölümlerin aslında hepsi 20kişilik botlarda 60 kişiyi taşımaya çalışmalarındanoluyor” diyordu. Oysa “hepimiz ordaydık”!

Ancak bu haberi hazırlamamıza, yani bu kadar göçmenin umutla çıktıkları yolda canlarından olmalarına esas neden ne can yelekleri ne botlar… Milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden savaşın yaratıcıları ve göçmenlerin umutlarından bile nemalanan alçaklıktaki emperyalist-kapitalist sistemin ta kendisidir esas neden… Lamı cimi yok bunun!

En basitinden biz bu haberi hazırlarken Başbakan Ahmet Davutoğlu Brüksel’de AB Zirvesi öncesi 10 Avrupa ülkesiyle “mülteci sorunu” üzerine bir araya gelmiş, ardından Yunanistan ve Bulgaristan başbakanları göçmenlerin Avrupa’ya geçişine barikat oluşturmak için ile görüşmüş, Almanya’dan mülteci hayalleri üzerinden pazarlık yaparak koparacağı rüşvetlerin hesabını yapıyordu. Avrupalı devletler de kan gölüne çevirdikleri Ortadoğu bataklığından can havliyle kaçan mülteci akınından nasıl kurtulacaklarının…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu