GüncelMakaleler

ANALİZ | 108. Yılında, 1915 Devam Ediyor!

"108 yıldır bu cumhuriyet rejimi soykırım ile yüzleşme bir yana, uygar dünyanın gözleri önünde, bırakalım işlenen bu insanlık suçunu kabul etmeyi, “Ermeniler bizleri öldürdü” diyecek kadar inkar siyaseti izlemekte ve tüm dünyanın gözünün içine bakarak soykırım suçunu tekrar tekrar işleme cesaretini kendinde görmektedir."

Bu yıl da her zamanki acı-hüzün ve katliamlarla dolu Ermeni soykırımı kurbanlarını saygı ile anarken diğer tarafta soykırımdan sorumlu TC Devleti’nin kuruluş kutlamalarının yapılacağı 100. yılına girmiş bulunuyoruz. Bir tarafta ufak bir azınlık kalmış olan Ermeniler ve Hıristiyan halkların varlıkları her geçen gün azalırken, diğer taraftan soykırım ile yok edilenlerin gasp edilen varlıkları-zenginlikleri üzerine inşa edilen yeni bir cumhuriyetin doğuşu aynı yıla denk gelmiş bulunuyor.

108 yıldır bu cumhuriyet rejimi soykırım ile yüzleşme bir yana, uygar dünyanın gözleri önünde, bırakalım işlenen bu insanlık suçunu kabul etmeyi, “Ermeniler bizleri öldürdü” diyecek kadar inkar siyaseti izlemekte ve tüm dünyanın gözünün içine bakarak soykırım suçunu tekrar tekrar işleme cesaretini kendinde görmektedir.

Üstelik bütün dünya ülkeleri parlamentolarında Ermeni Soykırımı’nı kabul edenlerin sayısı her geçen gün çoğalırken, “bir millet iki devlet” olduklarını her fırsatta ifade eden “Türkiye ile Azerbaycan” dünyadan kendilerini teşhir ve tecrit etme noktasına kadar getirmişlerdir. Erdoğan halen bildik nakaratları okurken “sen bizim atalarımıza soykırım yaptı diyemezsiniz” diyerek, halen inkar-red ve imha politikalarına hiç ara vermeden devam ediyor.

İçinden geçtiğimiz olağanüstü süreç ise 100. yılında “çok güçlü” gösterilen TC Devleti’nin sefaleti olarak görülmektedir. Cumhuriyet’in 100. yılında Soğan- Patatese muhtaç hale gelindi. İflas etmiş ekonomik ve sosyal çöküntü, 6 Şubat Depremleri ile daha da dibe vururken, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler ise Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir. Halen kanayan bir yara olarak devam eden Ermeni Soykırımı gerçeği çözüme kavuşmamışken, uluslararası sorun haline gelen Kürt Meselesi ile kendi vatandaşına düşman kesilen ceberut bir devlet yapılanması ile karşı karşıyayız. Eli kanlı Abdülhamit benzeri siyasal İslam’ın temsilcisi Erdoğan rejimi ile Cumhuriyet kurucusu, İttihat ve Terakki’nin ve M.Kemal’in devamı olan bugünkü CHP–Kılıçdaroğlu arasında süregelen iktidar kavgasının seçimlerde şiddetini daha da artıracağını göstermektedir.

Osmanlı-Türk boyunduruğu altında yüzyıllardır varlıklarını sürdüren Ermeni ile Hıristiyan halklar her zaman tehdit-inkar ve asimilasyon, zorla tehcir edilerek varlıklarına hiçbir zaman tahammül gösterilmemiştir. Osmanlı-Türk egemenliği önünde engel olarak görülmüşler ve bunun için imha edilmeleri sonucuna varılmıştır.

Bir dönemler Avrupa’dan Afrika’ya kadar geniş bir alanda kılıç zoruyla hakimiyet sürdürülürken, kapitalizmin gelişmesi-ulus devletlerin ortaya çıkışıyla, ulusal hareketlerin gelişmesi ve artarak kaybedilen toprak kayıpları, Türk hakim sınıflarında son olarak Anadolu’nun da elden kaybedileceği korkusunu doğurmuş ve Ermenilerin ayrılarak kendi devletlerini kuracağı korkusu beraberinde imha edilmelerine gerekçe yapılmıştır.

Osmanlı egemenliği altında yaşayan Ermeniler ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, mahkemeler önünde Hristiyanların tanıklıklarının kabul edilmemesi, vergi alımında eşitsizlik, Ermenilerden daha çok alınması, yağmalar, gasp, cinayet… gibi olayların artması Ermenileri güvenlik sorunu ile karşı karşıya bırakmıştır. Ermeni Patrikhanesi uluslararası alanda devletlere başvurarak yardım talep etmiştir.

Fakat bütün bu baskılar karşısında Zeytun-Van-Muş-Sasun-Garin’de Ermeniler kendilerini halkın özgürlüğüne adayan Devrimci-Fedai Birlikleri kurarak öz savunma yapmışlardır. “Onurumuz ayaklar altında, kiliselerimiz saldırıya uğradı. Kadınlarımızı, çocuklarımızı kaçırıyorlar, haklarımızı elimizden alıyorlar ve ulusumuzu yok etmeye çalışıyorlar… bir kurtuluş yolu bulalım yoksa yakında her şeyi kaybedeceğiz…” diyerek Fedai Geleneğini yaşatan Arabo, Medzn Murat, Ahpur Serop, Kevork Çavuş, Antranik, Sebuh, Sımpat ve daha niceleri silahlı direniş geleneğinin başlangıcı olmuşlardır.

Ekonomik ve sosyal kriz içerisinde olan Osmanlı gerek Tanzimat (1939) gerek ise Rusya ile savaşta yenilgiden sonra Berlin Antlaşmaları’nda (1876) emperyalist devletlerin yaptırımlarını kabul ederek, Ermenilere karşı reform taleplerini kabul etmek zorunda kalmıştır. Ermeni sorunu ilk defa uluslararası alanda tartışma konusu haline gelirken Osmanlı, Rusya-İngiltere-Almanya-Avusturya-Macaristan-İtalya-Fransa ile istemeyerek antlaşma imzalamak zorunda kaldı.

Antlaşmada Ermenilerin haklarını koruyan 61. Madde şöyle diyordu: “Babıali, Ermenilerin yerleşik olduğu eyaletlerin yerel yönetimlerinin dayattığı iyileştirme ve reformları gecikmeksizin gerçekleştirmeyi ve Kürtlerle Çerkezlere karşı Ermenilerin güvenliğini garanti altına almayı üstlenmektedir. Uygulamayı talep edecek olan büyük devletlere bu amaçla alınan önlemler hakkında düzenli bilgi aktaracaktır…” Osmanlı devleti, dönemin hakim devletleri karşısında bu ifadelerin kullanıldığı bir reform paketini kabul etmek zorunda kaldı.

Ama verilen sözler ile imzalanan antlaşmalar hiçbir zaman yerine getirilmedi. Ermeni sorunu ilk defa uluslararası alanda çözülmesi gereken bir mesele olarak ortaya çıktı. Bugüne kadar da halen çözülmedi. Emperyalist devletlerin bölgesel çıkarlarına kurban edildi. 1895’ten başlayan soykırımın birinci aşamasında Abdülhamit rejimi altında pogromlarda 300 bin Ermeni hayatını kaybetti.

Ermeni ve Hıristiyan halklardan arındırılmış: Türk Yurdu!

Osmanlı ile Rusya arasında geçmişten bu yana defalarca yaşanan savaşlarda, her seferinde yenilen Osmanlı, toprak kayıpları yaşadığı gibi ağır şartlara imza atmak zorunda kalmıştır (1914). Bu antlaşmaya göre talep edilen Reform Paketi arasında Ermenilerin yaşadıkları Erzurum-Trabzon-Sivas-Bitlis-Van-Harput-Diyarbakır’da reformlar yapılması varken; bu taleplere İttihat ve Terakki tarafından hiçbir zaman tahammül gösterilmemiştir. Bütün bu olumsuz gelişmelerin sorumlusu olarak Balkan yenilgisi ve toprak kayıpları, Sarıkamış yenilgisi, I. Paylaşım Savaşı’nda Almanya saflarında alınan yenilgilerin, İttihatçıların da katıldığı Erzurum Kongresinde istenilen sonucun çıkmaması… bardağı taşıran son damla olurken, olayların sebebi olarak Ermeniler gösterilmiş ve suçlu ilan edilmiştir.

30 yıldan fazla iktidarda bulunan, kendini tüm Müslümanların lideri ve merkezi olarak gören (bugünkü Erdoğan rejimi gibi) siyasal İslam rejimi kapanırken, iktidarı 1909 yılından itibaren ele geçiren İttihat ve Terakki yönetiminin politikası ise Türk-İslam ideolojisine sarılarak ile “vatanın kurtulacağını” düşünmek olmuştur. Elbette bu hedefin arka planında kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, Türk hakim sınıflarının kendi ulus devletlerini kurma, sınıfsal çıkarı vardır.

İttihat ve Terakki yöneticileri bu amaçla ilk önce “Osmanlı”yı yeniden diriltmeyi hedeflemişler ancak kısa sürede bunun imkansız olduğunu görünce hedefleri “Türk-İslam İmparatorluğu”nu yeniden kurmak için uğraşmak olmuştur. Ancak Osmanlıcılık bir daha geri dönmemek üzere yok olup giderken; yeni hedefleri, “Osmanlı-Rusya-Ortadoğu Türklerini birleştirmek ve bir Türk İmparatorluğu kurmak” (Turancılık) olmuş, bu amaçlarını gerçekleştirmek için ise Anadolu’da yaşayan Müslüman halkları ise “Türkçülük çatısı” altında birleştirmek, diğer halkları (“gayrimüslüm”) imha etmek olmuştur.

Osmanlıcılık artık bitmiş tükenmiş iken, “vatan”ı kurtartmak için Türkçülük keşfedildi. Bu ideolojinin mimarları arasında en çok tanınanlar ise Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Tekin Alp… gibileri olmuştur. Türkçülük ideolojisinin asıl mimarı Ziya Gökalp’tır. Ziya Gökalp; “Anadolu bir Türk yurdu merkezi haline gelecek, Türklerin vatanının siyasal hudutları dilleri ve kültürleri nereye kadar uzanırsa oraya kadar yayılacaktır” diyerek, Türk milliyetçiliğinin ve yayılmacılığının temelini atan kişi olmuştur.

İttihat ve Terakki yöneticilerinden ve Merkez Komitesi üyesi olan Ziya Gökalp aslen Balkan -Selanik- kökenli olup Diyarbakır’a gelip yerleşmiştir (1910). Dönemin İttihat ve Terakki yöneticilerinin ilham kaynağı olurken onlara Türk Milliyetçiliği ile Turancılık konusunda görüşleri ile harekete geçirdi. Ziya Gökalp, Ermeni Soykırımı’nın planlayıcısı ve örgütleyicisi Mehmet Talat’a bir peygamber gibi hizmet etti. Onun bir üst aklı oldu. Mehmet Talat’ın en yakın dostu oldu. Mehmet Talat ise Gökalp’ın müridi olarak, onun bütün dediklerini gerçekleştirmek için çalıştı. Aynı şekilde İsmail Enver de Mehmet Talat gibi Ziya Gökalp’in sözünden bir an olsun dışarı çıkmadı.

Ziya Gökalp kendisine “kahraman” ya da “gökyüzünün savaşçısı” anlamına gelen “Gök – Alp” takma adını verdi (1911). Böylelikle Türkçülüğün ve Turancılığın ideoloğu haline geldi. Çıkardığı Türk Yurdu dergileri ile düşüncülerini en geniş kesimlere ulaştırmak için çalıştı.

Bugün Erdoğan rejiminin Kafkaslar’da Artsakh’ta (Dağlık Karabağ), Kürdistanı, Rojava-Bakur ve Başur ve Şengal’de İHA-SİHA saldırıları ile Ermeni ve Kürt halkına ölüm saçarken, bu ölüm filosuna “Kızılelma” adında yeni bir silah eklediklerini övünerek propaganda etmektedir. Bu katliam silahına “Kızılelma” adının verilmesinin elbette bir anlamı vardır. 1913 yılında Ziya Gökalp’ın, Türk Yurdu dergisinde yazdığı bir şiirden esinlenmiştir. Erdoğan, Türk milliyetçiliği ile Turancılığın bugün de sadakatli savunucusu olarak geçmişteki ırkçı bir sembolün bugün de yaşaması için “Kızılelma” adını kullanmaktadır.

1915 ve ölüm fermanı!

1915 Soykırımı’nın mimarı planlayıcısı olan Mehmet Talat, Ermeni halkının 3000 yıldır yaşadığı topraklardan, Anadolu’dan Der-Zor çöllerine gönderilerek Anadolu’nun Ermeni ve Hıristiyan halklardan arındırılmış Türk Yurdu olması için Halep Valiliği’ne gönderdiği telgrafta şöyle diyordu:

“…Hükümetin cemiyetin (İttihat ve Terakki ed.) emriyle Türkiye’de yaşayan Ermenilerin hepsini ortadan kaldırmaya karar verdiği size ilk başta iletilmişti. Bu emre karşı çıkanlar, İmparatorluğun resmi memuriyetinde kalamazlar. Alınan önlemler ne kadar üzgün olursa olsun Ermenilerin varlığına son verilmelidir. Ve ne yaşa ya da cinsiyete ne de vicdani kaygılarla itibar edilmemelidir.

İçişleri Bakanı Talat; 16 Eylül 1915”

İşte bu verilen “Ölüm Fermanı”ndan sonra kitleler halinde Der-Zor çöllerine gönderilen Ermeniler, yollarda-çöllerde açlıktan, susuzluktan, hastalıktan bitap düşmüş halde öldüler. Yine binlercesi Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri tarafından öldürüldü. Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin oluşturulmasında hapishanelerden salıverilen çoğu katil adli tutuklular, göçmenler ile Kürt aşiret reisleri kullanıldı. Ölümlerden kurtulan veya kurtarılan kadın ile çocuklar köle oldular. Kimlikleri değiştirilerek Müslümanlığa zorlandılar. Bugünlere kadar binlerce “Kılıç Artığı” bu korkunç travma ile yaşamak zorunda kalırken ölüm döşeğinde, çocuklarına Ermeni olduğunu söyleyerek gözlerini hayata kapadılar.

Bugün dahi ortaya çıkan yüzlerce acıklı hikayelerle doludur bu soykırım süreci. Örneğin Antep’te bütün ailesini kaybeden Hatun Sebilciyan, M.Kemal tarafından evlatlık olarak alındıktan sonra ismi Sabiha Gökçen olarak değiştirildi. Hrant Dink, bu “Kılıç Artığı” gerçekliğini yazdığı için öldürüldü. Yine örneğin koyu Kemalist-Cumhuriyetçi olarak bilinen Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk “annemin Ermeni olduğunu söylemeyin” diyerek ölümüne kadar gerçeği kamuoyundan saklamıştır. Asker olmak isterken, anneleri “Ermeni” diye Askeri Harp Okulu’na alınmamıştır. Hizmet ettiği Cumhuriyete yaranamamıştır! Babası Cenap Bey, Samsun’da Kuva-i Milliye Karakol Komutanı iken annesi ile evlendiler. Sofia, diğer Ermeniler gibi sandallara doldurulup Karadeniz’in azgın sularında ölmekten kurtarıldı. Cenap Bey; Sofia, kardeşleri Roz (Nimet oldu), Simon’u da yanına alarak tayinini Milas’a çıkardı. Kimlikleri değiştirilerek Müslüman olup ölümden kurtuldular. Bu tür örnekler çoğaltılabilir.

1914 yılında Anadolu’nun % 30’unu oluşturan Ermeniler ile Hıristiyan halklar, 1915 yılında varlıklarına son verildikten sonra, 1924 yılında yapılan nüfus sayımına göre % 3’e düştü. Cumhuriyet döneminde de Ermenilerden ve Hıristiyan halklardan arınma ve Müslüman varlığı yaratma politikaları sayesinde örneğin Ermenilerin sayısı 50-60 binlere kadar düşmüş durumdadır.

Ermeniler topraklarından koparılırken geride kalan taşınır ve taşınmaz mal varlıkları, 1923 yılında ilan edilen TC devletinin sahibi “Yeni Türk burjuvazisi” için sermaye oldu. Ermeni halkının tüm zenginlikleri oluşturulan Enval-ı Metruke (Terkedilmiş Mallar), Anadolu’da oluşturulan 33 Tasfiye Komisyonları ile, Kayıt Defterleri’ne işlendi. Fakat bugüne kadar kimlerin bu zenginlikler üzerinde palazlandığı MGK kararları ile yasaklandı. Bu isimler hiçbir zaman da açıklanmayacaktır. Ama bugün bildiğimiz örneğin Erdoğan yeni sarayını inşa etmeden önce kullanılan, TC Devleti’ni sembolize eden Çankaya Köşkü Kasapyan ailesinin bağları idi. Yeni kurulan devlet ve rejim tarafından gasp edilip, üzerine çöküldü. M.Kemal’in Milli Mücadele öncesi uğradığı Erzurum Kongre Binası, Sanasaryan Okulu’ndan gasp edildi. Sahibi Mıgırdiç Sanasaryan’dır. Yine Şişli’de bulunan Mustafa Kemal Müzesi, Kasapyan ailesinindir. Samsun’a çıkmadan önce Kazım Karabekir-İsmet İnönü-Rauf Orbay ile burada savaşın planlarının yapıldığı bina çökülerek el konuşmuş, işgal edilmiş bir mülktür.

Yüzyıllık devlet politikası: “Behemehal Türk yapmak”

Kafkaslar’da, Ortadoğu’da, Akdeniz’de, Ermeni-Kürt ve Yunan halklarına karşı sıfır sorun politikasından vazgeçilerek, gelinen aşamada “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek savaş-işgal ve yağmacılığa dönüşmüş durumdadır. Geleneksel Türk devlet politikası, 1915 yılında ne ise bugün de bir ve aynıdır.

İsmail Enver’in amcası Halil Kut, Kafkaslar’da Ermenilerin topyekün imhası için dün “…dünya üstünde nefes alacak tek bir Ermeni bırakmayacağım…” diyordu. Bugün de aynı şekilde Azerbaycan-Türk devleti işbirliği ile gerçekleştirilen 44 günlük savaştan sonra Artsakh’ın bir kısmı işgal edilmiş, savaş sonrası uygulanan ambargo ile Artsakh’ın dünya ile ilişkisi 6 aydan bu yana kesilmiştir. Aynı Rojava’da olduğu gibi su-gaz-elektrik ve ulaşım kesilmiştir. Türk ve Azeri faşistleri, (Ülkü Ocakları-Özel Harekatçılar) işbirliği ile bugün Artsakh yeni bir soykırım ile karşı karşıyadır.

İlan edilmeyen bir savaş içerisinde olan Ermenistan ile Azerbaycan savaşırken, Azerbaycan, Türkiye-İsrail desteğini almaktadır. Türkiye ile Ermenistan “normalleşme” ilişkileri ise Azerbaycan-Ermenistan savaşının sonuçlarına göre belirlenecektir. Ermenistan ile Türkiye’nin ilişkileri hiçbir zaman dostane-samimi komşuluk ilişkileri içerisinde olmamıştır. Dünya kamuoyuna “barış-dostluk-iyi komşuluk ilişkileri” yalanı servis edilmektedir. Şimdiye kadar 4 defa yapılan “normalleşme” görüşmelerinden hiçbir sonuç çıkmamıştır. Çıkmayacaktır da! Türkiye ile Azerbaycan’ın esas amacı Zangezur Koridoru’nu işgal edip Pan İslamizm-Pan Türkizm hayallerini gerçekleştirmektir.

Ermeni Soykırımı’nın 108. yılında halen Türkiye’de tabu olarak görülen Ermeni Soykırımı ile yüzleşme, Envel-ı Metruke (Terkedilmiş Mallar), Kılıç Artığı olarak görülen Müslümanlaşmış Ermeniler vb. sorunları çözülmemiştir. Bunlar bir sorun olarak bile görülmemekte aksine yapılan soykırımla övünülmekte, çökülen mallar kıskançlıkla sahiplenilmektedir.

Geleneksel Türk devleti politikası 100. yılında Ermeniler-Kürtler-Aleviler ve Hıristiyan halklar için İsmet İnönü 1925 yılında Türk Ocaklarında yaptığı konuşmada özetlenmiştir: “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklük ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsef her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır…”

İşte ikinci yüzyılına hazırlanan yüz yıllık TC devletinin kısa özeti budur.

TC Devleti’nin II. yüzyılında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ermeni-Kürt-Alevi ve Hıristiyan Halkların elde etmiş olduğu zengin deneyim ve tecrübeler ışığında biz kazanacağız…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu