DünyaGüncel

ANALİZ | Hegemonya Mücadelesi ve Ukrayna İşgali  

Rusya’nın saldırısına, işgaline karşı tavır almak, diğer emperyalistleri ve Ukrayna burjuvazisini, devletini desteklemek değildir.

Uluslararası sistemin içinde bulunduğu mevcut durum öyle bir döneme girmiş durumdaki; ürettiği sorunların üstesinden gelinemiyor ve giderek daha katmerli bir sürece doğru yol alınıyor. Bunun sonucu uluslararası çürümüş ve batık sistem, girdiği girdaptan bir türlü çıkamıyor. Kendi aralarındaki pazar ve nüfuz kavgasının külfeti de halklara çıkarılıyor. Bunun sonucu olarak ezilen dünya halklarına saldırılar, katliamlar en iyi ihtimale göç yolları reva görülüyor.

Ukrayna işgali böylesi girift ve agresif bir dönemde yapılmıştır. Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve bazı bölgeleri işgal etmesi sonucu binlerce Ukraynalı katledilmiştir.  Uçaklar ve diğer silahlarla yapılan saldırı ve bombalamalarla halk hedef alınmıştır. Kaldıkları şehirler, evler, hastaneler vb. yerler yerle bir edilmiştir. Bu saldırıların daha ilk haftalarında iki milyonu aşkın Ukraynalı ülkesini terk etmiştir.

Bu işgal ve saldırı, salt Rusya-Ukrayna savaşıymış gibi gösterilmektedir. Elbette ki Rusya’nın karşısında Ukrayna oligark-komprador burjuvazisi vardır. Ama onların arkasında ABD ve “Batılı emperyalistler” vardır. Dolayısıyla bu savaşın diğer kutbunu da onlar oluşturmaktadır. Ukrayna burjuvazisi ve devleti bu emperyalistlerin güdümünde hareket etmektedirler.  ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi emperyalist devletler, savaşa askeri olarak doğrudan katılmamışlardır ama ekonomik, siyasi, askeri olarak kendi kulvarlarına aldıkları gerici Ukrayna devletini savaşa sürüklemişlerdir.

NATO sınırlarını Ukrayna’ya kadar genişleten ABD ve Avrupa emperyalistleri, Ukrayna’yı NATO’ya alacakları vaatleriyle savaş atmosferi yaratmışlardır. 2014 darbesiyle beraber kendi güdümlerine aldıkları Ukrayna devletini, NATO’ya da alıp hegemonyalarını askeri alanda da sürdürüp, Rusya’nın sınırlarına kadar yayılacakları havası oluşturmuşlardır.   ABD’nin emperyalist emellerle yarattığı bu konjonktür, beraberinde Rusya tarafından emperyalist karşı işgal yanıtını getirmiştir. Dolayısıyla bu savaşın arkasında açıktan yer alan Rusya ile perde arkasında yer alan ABD’nin başını çektiği “Batılı emperyalist” devletler de vardır.

Bu nedenle bu işgalin arkasında pazar kavgası, hegemonya mücadelesi ve jeo-politik emeller yatmaktadır…

Yakın geçmişe kısa bir bakış  

Bugün karşı karşıya gelen ABD ve Rusya, geçen yüzyılın 1960’lı yıllarından itibaren giderek sertleşen bir kutuplaşmayla karşı karşıya gelmişlerdi. Sosyalizmin, bürokrat devlet kapitalizmine dönüşmesi üzerine Rus sosyal emperyalizmi, ABD’nin başını çektiği emperyalist kampa karşı rakip olarak çıktı. Giderek bu iki blok arasındaki saflaşma gerilmiş ve “soğuk savaş” dönemi yaşanmıştı.

1989-91 döneminde Rus sosyal emperyalizminin saf dışı olması ile boşta kalan pazarlar el değiştirmiştir. Doğu Avrupa ve Balkan devletleri, ABD’nin başını çektiği emperyalist devletlerin hegemonyası altına girmişlerdir. Neo-liberalizm, küreselleşme, yeni dünya düzeni gibi tahlillerle ABD önderliğinde tek kutuplu döneme girilmiştir. Bir müddet bu dönem devam etmiştir. Geçmişin sosyalist ülkelerinde modern-revizyonizmle birlikte geriye dönüş ve sonrasında açıktan kapitalizme geçiş bu uluslararası koşulları oluşturmuştur.

Rusya, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da modern-revizyonizmin damgasını vurduğu devletler çökmüştür. Bu çöküntü sonucu bürokrat kapitalist devlet mülkiyetindeki zenginliklere, paraya yasa dışı yollardan el koyanlar oluştu. Bunlar giderek öne çıktı ve ülkenin zenginliklerini kendi özel mülkiyetleri altına aldılar. Yolsuzluk, kaçakçılık, mafya vb. yollarla ve bulundukları mevkileri kullanarak her türlü gayri meşru yoldan para kazanan kesimler çöken devlete ait işletmeleri ve tüm zenginlikleri gaspettiler. Paraya ve gelirine el koyarak kendi kişisel hükümleri altına aldılar. Kısacası Rusya’da, Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’da bürokrat burjuvazinin yerini, mafya vb. ile oluşan oligark burjuvazi aldı.

ABD ve Almanya, Fransa, İngiltere gibi devletler bu oligark burjuvaziler üzerinden kurdukları taşeron yönetimler ile Doğu-Avrupa ve Balkan ülkelerini kendilerine bağımlı kıldılar. Avrupa Birliği’ne, NATO’ya dahil ettiler. NATO sınırlarını bu devletler üzerinden giderek genişlettiler. Bugün Rus oligarklarını yasa dışı ilan eden ABD ve Avrupa emperyalistleri o dönemin oligarklarını meşru görüyorlardı!

ABD, henüz toparlanmayan Boris Yeltsin dönemindeki Rusya’yı da kendi saflarına almak istemiştir. Amacı Rusya’yı kendi güdümü altında tutmak ve pazar kavgasında edilgen kılmaktı. Onlar açısından hedef, tek kutuplu jeo-politik süreci devam ettirmekti. Ancak Yeltsin sonrası işbaşına gelen Vladimir Putin döneminde Rusya giderek toparlanmış ve ABD’ye karşı Çin’le ilişkiler kurmuştur.

  1. yüzyılın başlarından günümüze değin Çin ile Rusya ilişkileri ekonomik, mali, siyasi, askeri alanlarda giderek gelişmiştir. Ve ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya gibi emperyalistlere karşı ayrı bir emperyalist kamp oluşturmuş durumdadırlar. Böylece tek kutuplu dünya, emperyalistler arası saflaşmada yerini çok kutuplu dünyaya bırakmıştır…

Ve pazar rekabeti ile siyasi ve askeri nüfuz kavgası giderek sertleşmiş ve günümüze gelinmiştir…

  1. yüzyılda emperyalistler arası kutuplaşma…

Emperyalistler arası çelişki ve hegemonya mücadelesi günümüz koşullarında iyice agresif hal almıştır. 2005 sonrası oluşan saflaşma günümüzde “soğuk savaş” evresine tırmanmış dersek yanlış olmaz. Dolayısıyla ABD, amaçladığı tek kutuplu dünya hedefini sonsuz kılamamıştır.

Oysa, ABD’nin küreselleşme, tek kutuplu dünya, yeni dünya düzeni vb. formülasyonlarla lanse ettiği hedef dünyaya tek başına rakipsiz hükmetme, diğer güçlerin ülke sınırlarının dışına çıkmaması ve kendi güdümünde kalmalarını içeriyordu. Bu hedeflerini görevlendirdikleri ideologlar tarafından, siyasi ve sosyal kurumlar, medya ve tüm propaganda araçları üzerinden küreselleşme doktrini olarak dünyaya lanse ettiler.

Fukuyama “Tarihin Sonu” teziyle, “artık ABD’nin karşısına hiçbir sistemin çıkamayacağı ve bunun da sonsuza dek süreceği, geri toplumların da gelişip günümüz medeniyetine ulaşacağı, tarihin sona erdiği” vb. sanal formülasyonlarla ABD hegemonyasını savunmuştu.

Brezinski de “Büyük Satranç Tahtası” kitabıyla “ABD’nin, enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahip olan Avrasya (Avrupa ve Asya Birleşimi) kıtası üzerinden, küresel güç olarak nasıl jeopolitik üstünlük sağlayacağı ve ABD’ye rakip olacak Çin ve Rusya gibi devletlere karşı da üstünlük oluşturması gerektiği ve Orta Asya ülkeleri ile Ukrayna’nın Avrupa’ya yönelmesinin önemi” üzerine analizler yapmış ve ABD emperyalizminin çıkarlarını savunmuştur.

Ayrıca Samuel Huntington da “Medeniyetler Çatışması” teziyle “dünyanın fay hattındaki çatlaklarına benzettiği sorunlara, ‘üstün’ Hristiyan medeniyetinin temsilcisi olarak sadece ABD’nin müdahale edebileceği, küçümsediği diğer dini medeniyetlerin oluşacak sorunlara müdahale gücü olmadığı ve engel teşkil edeceği, sınıfsal ve sosyal sorunların yerini dini medeniyetler çatışmasının alacağı” şeklindeki savlarla ABD hegemonyasını, saldırı ve işgallerini meşrulaştırıyordu.

Kısacası ABD emperyalizmi bu türden ideologları üzerinden yaptıkları gerçek dışı tahlillerle, yarattıkları kaos ve manipülasyonla, uluslararası jeo-politik durumu kendi çıkarları doğrultusunda dünya çapında kitlelere empoze etmeye çalıştı. Bunun sonucu Afganistan, Irak, Libya, Afrika’ya yapılan işgal, saldırı, NATO sınırlarını genişletme, tehdit ve şantajlar almış başını gitmiştir.

Ancak küreselleşme, tek kutuplu yeni dünya düzeni vb. yaftalarla dayatılan, bu subjektif hedeflerin yerine getirilmesi mümkün değildi. Emperyalistler arası pazar rekabeti ve nüfuz kavgası gerçeğine ters düşüyordu. Emperyalist devletlerin ve güçlerin devamlı uzlaşma safhasında ve tek kulvarda yer alması göreli ve tali bir olguydu.

Çünkü pazarların paylaşımı geçen yüzyılın başlarında tamamlandığından, pazar hırsı ve pazar kavgası ortadan kalkmadığı gibi, paylaşılmış pazarların yeniden paylaşımını devamlı gündemde tutmuştur. Pazar kavgası ve hegemonya mücadelesi devamlı var olmuştur. Günümüzde de emperyalistler arası ilişkilerde mutlak ve esas olan aralarındaki pazar, hegemonya, jeo-politik vb. çıkar mücadelesiydi. Asalak ve çürümüş uluslararası mali sermayenin kendi aralarındaki pazarların paylaşım mücadelesi bunun sonucuydu.

Dolayısıyla büyük güçler arasındaki her paylaşım mücadelesi birinin üstünlüğüyle sonuçlanır ve yerini bıraktığı göreli uzlaşma dönemi, bir süre sonra yerini tekrar mutlak kutuplaşma ve mücadele dönemine bırakır. Bu emperyalizmin karakteristik özelliğidir. Nitekim 2000’li yılların başlarından itibaren bu sürece girilmiştir.

 

Rusya emperyalizmimin yükselişi

1990’larda Rusya’nın özellikle Avrupa’daki pazarları ekonomik, siyasi, askeri olarak ABD ve Avrupa’ya bağımlı hale gelip, onların güdümü altına girseler de belli bir süre sonra toparlanan Rus emperyalizmi, kendine yakın Orta-Asya, Kafkasya ülkeleri ile Belarus ve Ukrayna -2014 darbesiyle ABD’ye bağlanana dek- ile ilişki kurdu ve onlar üzerinde etkinlik oluşturdu. Stratejik bakımdan önemli bir konumu olan Kırım ve Sivastopol, 2014’te Rusya’nın denetiminde yapılan referandum ile özerk bölge olarak Rusya’ya bağlandı.

Ayrıca Rusya 2008’de Gürcistan sınırlarındaki Abhazya ve Güney Osetya’yı da işgal ederek “bağımsızlık”larını ilan etti. Ve Gürcistan’ın NATO’ya girmesini gündem dışına çıkardı. Yine Çeçen isyanları da bastırılmış ve kendilerine bağlı yönetim oluşturulmuştur.

Ve akabinde İran, Suriye, Libya gibi ülkelere de açıldı. İran üzerinden ABD’nin hegemonyasındaki Irak’a el atıldı. Hatta son yıllarda ABD’nin müttefiki ve NATO üyesi Türkiye ile de ciddi ilişkiler oluşturdu. Ve son yıllarda Afrika pazarlarına da açılmıştır.

Soğuk savaş döneminde kurduğu ilişkileri Afrika’da yeniden kurmaya başlamıştır. Özellikle savunma sanayi ve enerji ile silah ithalatını son yıllarda Afrika kıtasında geliştirmiştir. Öyle ki, Afrika ülkelerinin yarısına silah ticaretini Rusya yapmaktadır. 21 ülkeye silah ihracatı gerçekleştirmektedir.

Ayrıca Rusya tarafından resmi olarak tanınmasa da Rusya merkezli özel bir askeri şirket olan Wagner Grubu, Kremlin’in Afrika sahasındaki en etkili güçlerinden biridir. Açık kaynak verilerine göre Wagner Grubu; Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya, Zimbabve, Angola, Mali, Uganda, Tanzanya, Somali, Çad, Madagaskar, Gine, Mozambik, Güney Afrika ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde konuşlandırılmış durumdadır. Bazı kaynaklar ise Rusya’nın bu dallarda Afrika ülkelerinin neredeyse yarısında etkin olduğunu belirtiyor.

Rusya ayrıca Latin Amerika’ya da açılmış durumdadır. Bunun sonucu Küba, Nikaragua, Venezuella, Brezilya, Meksika yönetimleriyle ekonomik ve siyasi ilişkiler kurmuştur. Ayrıca Şili, Guetamala, Hounduras, Bolivya, Ekvator ülkelerinde anti-Amerikancı partilerin seçimleri kazanması sonucu bu ülkelerle de ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmeyi önüne koymuştur. Bu ülkelerde etkinliği henüz ABD ve Çin kadar değildir.

Ama ABD’nin arka bahçesine açılmak ve bu kıtada etkinliğini daha geliştirmek hedefini üstlenmiştir. Kısacası Rusya’nın pazar ve hegemonya mücadelesinde aldığı yol ABD emperyalizminin hedeflerine ters düşmüş ve aralarındaki çelişkiyi keskinleştirmiştir.

Ayrıca Çin’in de Asya, Afrika, Latin-Amerika gibi pazarların yoğun olduğu kıtalara hızla açılması ve oralarda konumlanması ABD’yi daha çok rahatsız etmiştir. Bu durum ABD-Çin çelişkilerini de had safhaya tırmandırmıştır. ABD, kendileri için en büyük rakibinin Çin olduğunu açıktan ifşa etmiş durumdadır. Bunun sonucu ABD uluslararası politikasının merkezine Çin emperyalizminin saf dışı edilmesini koymuştur.

Çin’in dünyaya açılma ve pazar alanını genişletme hedefini oluşturan “Bir Kuşak Bir Yol” projesini engellemek için tüm gücünü seferber etmiştir. Çin’in sınırlarının dışına çıkmasını istemeyen ABD, 2008’den itibaren bu doğrultuda çabalar sarf etmiştir. Savaş gemilerini ve askeri güçlerini bölgeye yığmış, Japonya ve Avusturalya ile Çin’i kuşatma girişiminde bulunmuşlardır. Ancak Çin’in açılma ve dünyaya yayılması engellenememiştir. Hızla ülkelerle ilişkiler kurmuş ve pazar alanlarını genişletmiştir.

Çin’in bu durumu Amerikan devletini tedirgin etmiş ve politik atmosferi daha germiştir. Bundan dolayı ABD, J.Biden döneminde Çin’i kuşatmak ve Rusya ile ilişkilerini tahrip etmek rolüne daha önem vermiştir. Dış politikalarının merkezine bunu koymuşlardır. Bunun için Asya-Pasifik’te 16 Eylül 2021’de Avustralya, Birleşik Krallık, ABD tarafından Çin’e karşı askeri paktı oluşturulmuştur. Üç ülkenin isimlerinin kısaltılmasıyla AUKUS adını alan bu askeri paktın hedefi, Çin’i frenlemek, etkisiz kılmaktır.

Bu pakt ile Çin’in Asya-Pasifik’teki hegemonyasını kırmayı hedefliyor. Afganistan’dan çekilmesi ile Çin’e ve Rusya’ya karşı daha etkin bir hat oluşturmayı önüne koymuş durumdadır.

Diğer taraftan Rusya’yı da kuşatmayı ve bulunduğu alanda etkisiz kılmayı hedef alan ABD, 1990’lardan itibaren NATO üyelerinin sayısını 30’a çıkartmıştır. Bunun için eskiden Rusya’nın müttefikleri olan Doğu-Avrupa, Baltık ülkeleri ile Balkan ülkelerini NATO içine alarak Rusya’nın da hareket alanını daraltmayı hedeflemiştir. 30 NATO üyesinin -Amerika ve Kanada dışında- 28’i Avrupa kıtasındadır. (Avrupa kıtasında olan Trakya bölgesi ve Küçük Asya kıtasında olan Anadolu topraklarıyla stratejik bakımdan köprü olan Rusya’nın yanı başındaki Türkiye de bu rakama dahildir.)

1999’dan itibaren Varşova Paktı üyesi ve Bağlantısızlar Hareketi’nden Yugoslavya parçalanarak boşta kalan ülkeler hızla ABD tarafından NATO’ya dahil edildi. Böylece NATO sınırları Ukrayna’nın yanı başına kadar genişletildi.

Böylece Çin’in etkisiz kılınması hedeflendiği gibi, Rusya’nın da sınırlarının dışına açılmasının engellenmesi hedeflendi. Ancak bunda başarılı olamayan ABD tekrar böyle bir girişimi önüne koymuştur. Çin’i kuşatmak için AUKUS Paktı’nı oluşturmuş, Ukrayna’yı da bunun için öne çıkartarak Rusya’nın hareket alanını daraltmayı planlamıştır. Böylece onların ilişkilerini zayıflatmayı hedeflemiştir. Ancak bu emellerinde başarılı olup olamayacakları ileride belli olacaktır. Çin ve Rus emperyalistlerinin de rakiplerine karşı girişimleri olacaktır.

Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve perde arkası

Revizyonist Sovyetler Birliği, 1989-91 tarihinden itibaren bürokrat devlet kapitalizminden, özel sektöre dayalı klasik kapitalizme geçti. Bu dönem Rusya için kabuk değiştirme dönemidir. Burjuvazinin şekli ve şemailinin klasik kapitalizmin burjuvazisine evrildiği dönemdir.

Ancak bu kolay olmamış, eski otorite, güç kaybı ve pazar kaybını da beraberinde getirmiştir. Ayrıca şekil değiştiren burjuvazi süzme hırsız, boşlukta kalan zenginliği talan eden ve yağmalayan, özel mülkiyetine geçiren, mafya vb. ile iktidara gelen yeni yetme oligark burjuvaziydi.

Bunun sonucu eski gücünü ve nüfuzunu kaybeden Rusya burjuvazisi, Balkanlar ve Doğu Avrupa müttefiklerini yitirdi. Rusya dışındaki bu burjuvazi hemen Amerikan ve yanıbaşındaki Avrupa devletlerinin güdümü altına girdiler. Bunlar kendinden güçlü Amerika ve Avrupa burjuvazisine teslim olan ve onların hükmü altında hareket eden konuma sahiptir. Batı emperyalistleri bu durumu değerlendirmiş ve onları kendi etki alanlarına almışlardır.

Ekonomik, siyasi, askeri olarak onları küreselleşme dönemine adapte etmişler ve o doğrultuda sevk ve idare etmişlerdir.

Rusya da Gorbaçov döneminde ABD’ye teslimiyet bayrağını çekmiştir. Doğu Almanya’nın Batı Almanya sınırlarına dahil olmasını kabul etmiştir. Ama NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerine girmemesi şartını getirmiştir. Bunu ABD ve Almanya ve diğer batılı devletler önce “kabul” etmişlerdir.

Aralık 1989’da Batılı devletlerin Malta zirvesindeki belgesine göre “ABD Başkanı George H.W.Bush, Gorbaçov’a Berlin duvarının çökmesini Sovyet çıkarlarını zedeleyecek biçimde kullanmayacağız demiştir. Ve ABD Dış İşleri Bakanı Jamaes Baker, 9 Şubat 1990’da Gorbaçov ile görüştüğünde NATO, Doğu’ya doğru bir santim bile ilerlemeyeceksözü vermiştir. (2017’de gizliliği kaldırılan belgelerden aktaran Korkut Boratav.)

Bunun üzerine Gorbaçov, Almanya’nın birleşme kararını resmen kabul etmiş ve 3 Ekim 1990’da anlaşmayı imzalamıştır. Ancak ABD ve Almanya, İngiltere, Fransa gibi Batı Avrupa devletleri ileride verdikleri sözü tutmayacaklar ve NATO’yu doğuya doğru genişleteceklerdir.

Nitekim Gorbaçov’un yerini alan Yeltsin, ABD ve Avrupa emperyalistlerinin açıktan desteğini almıştır. Haziran 1991’de yapılan şaibeli seçimleri kazanmıştır. Bunun sonucu 1993’te Yeltsin, “Polonya’nın NATO’ya katılmasını anlayışla karşılayacak” …. “daha sonra Varşova Paktı üyelerinin tümü NATO’ya alınacaktır.” (Korkut Boratav, age)

Ancak 7 Mayıs 2000’de başkan seçilen Putin giderek “Batılı emperyalistler”den koptu. ABD’nin ve Avrupa’nın ekonomik ve siyasi olarak kendilerine bağımlı kıldıkları Doğu Avrupa, Balkan ve Baltık ülkelerini askeri olarak NATO’ya da dahil etmeleri aralarındaki çelişkiler yumağını giderek büyüttü.

30’a çıkan NATO üyesi devletler üzerinden askeri paktını Ukrayna sınırına taşıyan ABD, Avrupa desteğiyle yapılan 2014 darbesiyle Ukrayna yönetimini de kendilerine bağımlı kıldı. Ukrayna’nın 4. Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç devrilmiş, ABD ve Avrupa yanlısı yönetim iş başına getirilmiştir. Ayrıca devletin tüm kademeleri ele geçirilmiştir. Irkçılık uygulanmış, Rusça yasaklanmıştır.

Bu darbe ve saldırıda Ukraynalı neo-Naziler aktif olarak yer aldılar. Neo-Naziler muhalif güçlere ve kişilere karşı azgınca saldırıya geçmişlerdir. Saldırı furyası özellikle Donbass bölgesindeki Donetsk ve Luhask’ta üst düzeye tırmandırılır. Bu bölgelerde yaşayanların çoğunluğu Rus kökenlidir. Bu saldırılarda 15 bin kişi öldürülür. Rusya’nın da müdahale etmesi sonucu Donetsk ve Luhask’ta referandumlara gidilir, Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti ilan edilir.

Ayrıca Rusya, Ukrayna, Donetsk ve Luhansk Cumhuriyetleri, Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından, yapılan saldırılara karşı 5 Eylül 2014 tarihinde ve 12 Şubat 2015’de anlaşma imzalanır. AGİT himayesinde Belarus’un Minsk kentinde yapılan bu anlaşma kapsamlı ve tartışmalı görüşmeler sonrası kabul edilir. Ancak Minsk II. Anlaşması sonrası da çatışmalar durmaz. Ve Ukraynalı faşistler ve milliyetçilerin saldırıları ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği emperyalistleri tarafından desteklenerek devam ettirilir.

Bu süre içerisinde ABD, Almanya, Fransa, İngiltere devletleriyle Ukrayna’nın oligark burjuvazisi arasında ekonomik anlaşmalar da yapılır. Ukrayna madenleri ve tarım ürünleri bakımından önemli bir ülkedir. İşgücü de Avrupa’ya göre ucuzdur. Rusya gazının diğer ülkelere Ukrayna üzerinden iletilmesi de Batılı devletler tarafından değerlendirilmiş ve kendi hanelerine pay yazmışlardır. Yer altı ve yer üstündeki zenginlikler emperyalistlere akmıştır.

Ucuz kalifiye işgücünün çalıştırıldığı fabrikalar kuruldu. Otomotiv yan sanayi kuruldu, tarım ürünleri Avrupa pazarlarına aktarıldı. (Ta ki günümüze kadar.) Tüm bunlara bağlı olarak 30 gizli laboratuvarda biyolojik silah üretimine gidilmiştir.

ABD ve Avrupa devletleri ekonomik olarak ilhak ettikleri ve kendilerine bağımlı kıldıkları Ukrayna’yı siyasi ve askeri olarak da kendi kontrollerine almışlardır. Ukrayna, Rusya’nın hemen yanı başında olduğundan jeopolitik, stratejik ve askeri bakımdan önemli bir mevzidir. Bunun için bir taraftan NATO sınırlarını eşiğine kadar getirdikleri Rusya’nın hareket alanını daraltmak, askeri olarak yıpratmak, tahrip etmek ve siyasi etkinliğini zayıflatmayı planlamıştır. Nitekim Rusya’nın Ukrayna ile savaşa girmesi üzerine böyle bir beklenti içine girmişlerdir.

Kısacası ABD, Rusya’yı bloke etmek ve Çin’le ilişkisini engellemek, en azından ilişkisini zayıflatmasını planlamıştır. Böylece Çin’i de yalnız bırakmak ve “Kuşak ve Yol Projesi”nde başarısız olmasını amaçlamışlardır. Daha önce de belirttiğimiz bu hegemonya ve jeo-stratejik plan deyim yerindeyse ABD’nin merkezi görevi ve hedefidir. Tabi ki ABD emperyalizmi bu planında kesin başarılı olacağı anlamına gelmez. Daha önceki girişimlerinde istediği hedefe ulaşamadığı göz önüne alındığında, emperyalistler arası çelişkilerin önümüzdeki dönemler daha üst safhaya varabileceği olasılığı dikkate alınmalıdır.

Nitekim son dönem giderek ABD tarafından daha öne çıkarılan Ukrayna, Rusya tarafından askeri olarak saldırıya uğradı. Bu saldırı ve işgal, emperyalist emellerle yapılmıştır. Yapılan saldırı ve asker işgal emperyalistler arası pazar ve hegemonya kavgasının sonucudur. Çıkarları doğrultusunda Ukrayna pazarına sahip olma ve stratejik hedeflere göre sevk ve idare etmek dürtüsüdür.

Rusya, ABD’nin ve NATO’nun yayılmacı emperyalist emellerine karşılık olarak, aynı emperyalist çıkarlar için kendisi saldırmıştır. Dolayısıyla Rusya tarafından yapılan bu saldırıya tavır almak, teşhir etmek, mahkum etmek gerekir. Yapılan saldırı ile binlerce insan öldürülmüş, milyonlarca insan göçe zorlanmış, evler, yollar, binalar yerle bir edilmiştir. Ve bu saldırı, işgal aralıksız devam ediyor. Önümüzdeki dönem belki de daha çetrefilli olacaktır.

Her saldırının arkasında siyaset vardır. Saldırıya, işgale çıkarlar ve siyasi hedefler kumanda eder. Bu saldırının arkasında da emperyalist hedefler ve Çarlık Rusya’sının ilhakçı dönemine özenmiş nostaljik emeller vardır. Bunu Rusya Başkanı Putin açıktan beyan etmiştir. Bunun sonucu Sovyetler Birliği’nde kabul edilen Ukrayna’nın ulusal varlığı Putin tarafından inkar edilmiştir. Ukrayna’nın ayrı ulus olmadığı, Rus olduğunu belirterek saldırılarını haklı ve meşru göstermeye çalışmıştır.

Elbette Rusya işgal ettiği Ukrayna topraklarından çekilmelidir. Diğer taraftan Ukrayna devleti de gerici, ırkçı-faşist ve ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerin komutasında hareket eden bir karakter taşıdığı da unutulmamalıdır. ABD ve Avrupa devletleri ve NATO pratikte açıktan yer almasalar da Ukrayna devletinin arkasında kendi gerici emelleriyle yer alıyorlar. Ukrayna’yı savaşa sokan Amerika ve Avrupa devletlerinin çıkarlarıdır.

Ukrayna devletine kumanda eden ve yönlendiren ABD ve Avrupa’nın finans kapitalidir. Dolayısıyla savaş, salt Rusya-Ukrayna savaşı değildir. Emperyalist kutuplar arasında savaştır.

Nitekim ABD ve Avrupa devletleri savaşa sürükledikleri Ukrayna devletine silah, para, lojistik destekler sunuyorlar. Savaşa soktukları Ukrayna üzerinden kendi lehlerinde bir politik atmosfer yaratmak istiyorlar. Rakip Rusya’ya karşı savaşı bahane ederek ambargo uyguluyorlar. Onu zayıflatmak, güçsüz düşürmek, uluslararası kamuoyunda teşhir etmek, yıpratmak ve tahrip etmeyi hedefliyorlar.

Ukrayna’nın oligark burjuvazisine ve devletine savaşta kumanda eden emperyalizmin bu emelleridir. ABD’nin ve İngiltere, Almanya, Fransa tekellerinin çıkarlarıdır. Savaşa soktukları Ukrayna’nın arkasında yer almalarının nedeni budur. Aksi halde yer almazlardı!

Görüldüğü gibi bu gerici emeller uğruna çıkarılan savaşın bedeli Ukrayna halkına çıkarılıyor. Emperyalist güçlerin dalaşları, çıkar çatışmaları, egemenlik mücadelesinin külfeti Ukrayna işçi sınıfına ve tüm emekçi katmanlarına mal ediliyor. Bu nedenle Rusya’nın saldırısı ve işgalini kınamak, tavır almak gerekir. Perde arkasındaki emperyalistlerin de yüzlerindeki maskeyi düşürmek ve art emellerini deşifre etmek gerekir!

Rusya’nın saldırısına, işgaline karşı tavır almak, diğer emperyalistleri ve Ukrayna burjuvazisini, devletini desteklemek değildir. Tavır, gerici savaşta emperyalist bir mihraka karşı, diğer emperyalist mihrak saflarında taraf olmak değildir. Tersine tüm emperyalistleri ve uşak devleti hedef alacak devrimci savaşı savunmaktır.

Tarihte gerici odakların yer aldığı gerici savaşlar olduğu gibi, proletaryanın ve ezilen halkların çıkarları için verilen haklı ve meşru savaşlar da vardır. Haklı savaşlar desteklenir. Tavır gerici savaşları haklı savaşa dönüştürmektir, gerici mevzilere karşı haklı mevziler örgütlemektir.

Dolayısıyla Ukrayna’da doğru olan Rusya işgaline karşı savaşmaktır. Bu savaş, işgal eden ve saldıran devlete karşı bağımsız, haklı ve meşru mevzide savaşmak demektir. Burada bağımsızlık kriteri stratejik olarak diğer emperyalistlerden bağımsız savaşmayı da öngörür. Rusya işgaline tavır almak, savaşmak diğer gerici emperyalist güçlerin çıkarları uğruna saf almak değildir. Tersine, tümden saf almaktır!

Ama sorun bu savaşa önderlik edecek öznel koşulların harekete geçirilmesidir. Gerçek kurtuluş ancak o zaman sağlanır. Ukrayna’da görüldüğü kadarıyla bu sorun var. Eğer güçlü bir komünist, devrimci örgütlenme olsaydı savaşın muhtevası anti-emperyalist, devrimci ve haklı savaş niteliği taşırdı. Bu eksikliğe karşın Rusya’nın işgaline tavır alınmasını bir kez daha vurguluyoruz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu