GüncelMakaleler

TARİHİMİZDEN KESİTLER | “Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih!” (1)

"Proletarya Partisinin 50. mücadele yılı vesilesiyle bir dizi röportaj   gerçekleştirdik/gerçekleştiriyoruz. Her bir röportaj bir döneme ışık tutacak içerikte. Böylece elli yıllık mücadele tarihinin deneyimini okurlarımızla paylaşmayı hedefliyoruz."

Açıklama: Proletarya Partisinin ellinci mücadele yılı vesilesiyle bir dizi röportaj   gerçekleştirdik/gerçekleştiriyoruz. Her bir röportaj bir döneme ışık tutacak içerikte. Böylece elli yıllık mücadele tarihinin deneyimini okurlarımızla paylaşmayı hedefliyoruz.

Röportajlardan ilkini bu sayımızda sunuyoruz. Özellikle 12 Eylül dönemi ile ilgili sorularımıza verilen cevaplar bir döneme ışık tutacak nitelikte.

Almanya’ya geliş…

– Merhaba, Batı Avrupa’ya gelişinizi, nasıl örgütlendiğinizi ve mücadeleye başlama sürecinizi kısaca anlatır mısınız?

– 1971 Temmuz’unda iş ve işçi bulma kurumu vasıtasıyla “normal yollardan” inşaat ustası olarak Almanya’ya duvarcı olarak geldim. Gelmeden önce herhangi bir partiyle ilişkim yoktu. 12 Mart dönemini basından takip ediyordum. Almanya’da Münih’e yakın bir şehirde çalışmaya başladım. 1971-73 yıllarında Almanca da öğrenerek 1973 yılında Minden/Westf’de bir yüksek okula kaydımı yaptım. 1973 yılı örgütlü siyasi faaliyete başlangıç yılım oldu. Aynı yıl çeşitli demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarına katılarak faaliyete başladım.

O sıralar Türkiyeli işçilerin ekonomik, demokratik ve sosyal sorunları vardı. İşçilerin çok büyük kısmı firmaların kendilerine temin ettikleri isçi yurtlarında kötü şartlarda kalıyorlardı. Bazılarının aileleri de yanlarındaydı. Türkiyeli işçilerin sorunlarının başında; Almanca (dil) sorunu, Yabancılar Dairesinin baskıları, iş yasasında Türkiyelilere yönelik getirilen kısıtlamalar, çocuk paralarında Türkiyelilere daha az ödeme, konut bulma sorunu, ücrette eşitsizlikler, sosyal tecrit, konsoloslukların baskıları ve tercümanların soygunları gibi problemleri sayabiliriz.

Bunların dışında yüksek okula giden öğrencilerin de (örneğin o sırada Fachhochschule Minden’de 15’e yakın Türkiyeli öğrenci vardı) önemli sorunları vardı. Burs sorunu, barınma ve yurt sorunları, Yabancılar Dairesi tarafından oturma izni için yapılan baskılar ve TC konsolosluklarının pasaport uzatmama ve politik baskıları vb. vardı. Özellikle politik faaliyette bulunan öğrencilerin oturma izinleri uzatılmıyordu. Hatta vatandaşlıktan çıkarılan dahi vardı.

Ben de demokratik bir dernekte başkan olarak görev yapmıştım ve o dönem oturma iznim uzatılmadı. Sınır dışı edilmekle karşı karşıya kaldım. Pasaportuma el konuldu ve Köln’de konsoloslukta uzun bir sorgudan geçmek zorunda kaldım.

Benim kurucusu olduğum derneğin amacı; “Minden ve çevresinde yaşayan Türkiyeli işçi ve öğrencilerin ekonomik, demokratik ve kültürel sorunlarına çözüm bulmak, yurt dışında kaldıkları süre içinde aralarındaki birlik ve dayanışmayı sağlamak” şeklinde tarif edilmişti.

Türkiyeli arkadaşlarımızın dil sorununu çözmek amacıyla Almanca kurslar açtık örneğin. Dernek olarak tercüme ve tercümanlık faaliyetlerinin dışında sendikal alanda da önemli faaliyetler yürüterek çevremizdeki işçilerin BSE ve IG Metal gibi sendikalarda örgütlenmelerini sağladık.

– Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) döneminde faaliyetleriniz var. Bu dönemden söz eder misiniz?

– Dediğim gibi dernek kurma faaliyetine başlamadan önce herhangi bir örgütlü ilişkim yoktu. Dernek kurma sürecinde PDA ile ilişkisi olan bir yoldaşla örgütlü faaliyete başladık. Aynı şehirde 4 kişiden oluşan bir Şehir Komitesi kurduktan sonra Türkiyelilerin sorunlarına çözüm getirmek için yazılı ve sözlü propaganda faaliyetleri yürüttük. Bu faaliyet süresi içinde PDA ile örgütsel bağımız oluştu.

O dönemde öne çıkan en önemli siyasi faaliyetleri söyle sıralayabilirim; 12 Mart faşizmini çeşitli biçimlerle (yürüyüşler, sözlü teşhiri, afiş ve pullamalarla) teşhir etmek. Bu dönem yaptığımız yürüyüşlerle hem bizlerin muhatap olmak zorunda kaldığı ikinci sınıf insan muamelesini hem de Türkiye’deki faşizmi teşhir ediyorduk. Ancak henüz daha proletarya partisinin varlığından haberimiz yoktu. İlişkimiz 1975’in ilk aylarında sağlandı.

– Bu süreci anlatır mısınız?

– PDA’nın Batı Avrupa’daki kadroları ve Filistin’den Batı Avrupa’ya gelen Ö.Özerturgut önderliğinde bir “Özeleştiri” kaleme alındı. Ardından “Yurtsever Birleşik Cephe” (YBC) adıyla faaliyetler yürütülmeye başlandı. Yapılan özeleştiri temelinde dışımızdaki devrimci örgütlerle (THKO ve THKP-C, TKP-ML) birlikte faşizme karşı mücadele edecek yurtsever-birleşik bir halk cephesi kurulması amaçlanıyordu. Biz de doğal olarak o sırada (1975’e kadar) bu örgütün faaliyetçileri olarak çalışmalarımızı yürütüyorduk.

YBC adına yürütülen birlik faaliyetlerinin amacı 12 Mart öncesi savaşan devrimci örgütleri bir araya getirmek ve ortak bir anti-faşist cephe oluşturmaktı. Ö.Özerturgut tarafından yapılan özeleştiride 1. Konferans’ın düşüncelerinin doğru olduğu, en azından üzerinde mutabık olabileceğimiz vurgulanıyordu. Bir taraftan diğer devrimci örgütlerle biraraya gelme çabası devam ederken 1. Konferans grubuyla yeniden örgütsel birliğin sağlanması için özel bir çabaya girildi.

YBC oluşturmak amacıyla dışımızdaki devrimci teşkilatların tutsak olmayan bazı üst düzey faaliyetçilerinin Batı Avrupa’ya çıkarılması bile denendi.

PDA’nın yaptığı Özeleştiri elimde olmadığı için ancak aklımda kalanları söyleyebilirim ana hatlarıyla; Belge, İbrahim Kaypakkaya’yı doğrulamakta ve proletarya partisiyle ile yeniden birleşmeyi hedeflemekteydi.

Burada bir parantez açarak Özeleştiri hakkında bazı gelişmeleri de aktarmak istiyorum. Özeleştiri, o sırada halen içeride tutuklu olan D.Perincek ve TİİKP tarafından ret edildi. Bu yazıyı yazanlar ise tasfiyeci olarak (3. Tasfiyeciler olabilir) adlandırıldı. TİİKP, Özeleştiriye alternatif olarak “Kıbrıs Komünist Partisi” imzasıyla bir broşür yayınlayarak Özeleştiri sahiplerini özeleştiriye davet etti. Bildiğim kadarıyla ilk başta Ö.Özerturgut hariç diğer Batı Avrupa sorumluları Özeleştiriyi reddederek tekrar D.Perinçek’e biat ettiler. Ö.Özerturgut bir süre direndi ama sonunda o da tekrar D.Perinçek’e döndü.

Adı geçen Özeleştiri temelinde Türkiye’de birlik çalışmalarına katılmak ve orada mücadeleye devam için gidecek kişilerin içinde ben de vardım. TKP-ML TİKKO iddianamesi çoğaltılarak bize (yani Türkiye’ye gideceklere) verilmişti. Ancak Türkiye’ye gitmeden bir süre önce ben ve kaldığım şehirden bir yoldaşla, başka bir yoldaş, Ö.Özerturgut’a Filistin’e gitmek istediğimizi iletmiştik. Ben ve diğer iki yoldaşın Filistin’e gitme isteğinde, Filistin’de katledilen (21.2.73) 8 Türkiyeli devrimcinin hayat hikayeleri çok etkili olmuştu.

Katledilen Ali Kiraz’ın Almanya’dan giden biri olması bizi daha da motive etmişti. (Ali Kiraz’la ilgili, onunla aynı dönemde Filistin’de olan ve o katliamda İsrail’e esir düşen Faik Bulut geçtiğimiz aylarda uzun bir yazı kaleme aldı.) Bu isteğimizi geri çeviren Ö.Özerturgut, “artık Filistin’e insan göndermiyoruz” diyerek bizi Türkiye’ye yöneltti. Böylece biz de ülkeye gidecek kafileye dahil olduk. Amaç, o sırada tutsak düşmeyen ve tahliye olan yoldaşlarla ilişki kurmak, ortaya konan Özeleştiri temelinde yeniden örgütsel birliği sağlamaktı.

Ben bu amaçla 1974 ilk baharında Türkiye’ye gittim. Proletarya partisinden tahliye olan bir arkadaşla Dersim’e gittim. Oradan az önce bahsettiğim yoldaşın yanına giderek ilişkilerimizi tazeledik. Daha sonra Dersim’de bir yoldaş vasıtasıyla başka bir yoldaşı buldum ve amaçlarımızı anlattım. Belli bir süre birlikte dolaştık. Kaldığım kırsal alanda faaliyet yürütmeye çalışırken doğal olarak proletarya partisinin oradaki faaliyetçileriyle birlik meselesini de tartışıyorduk. Bir süre ilişkimiz iyi gitti ancak PDA’nın Türkiye’ye gelen faaliyetçilerinden bir kesimi İstanbul’da yakalanınca bozulmaya (en azından bunu bahane ettiler) başladı ve birlikte faaliyet yürütemeyeceğimiz gündeme geldi.

Bu gelişmelerin doğruluğunu araştırmak için İstanbul’da yetkili bir yoldaşla bir randevu ayarladım. Amacım olayın hangi boyutta olduğunu öğrenmekti. Konuştuğum yoldaş durumu doğruladı. Yani PDA ile yeniden birarada olmanın zemininin söz konusu olmadığını söyledi. Ayrıca “ya koşulsuz olarak bize katılırsınız ya da kendiniz ayrı bir faaliyet yürütürsünüz” dedi. Bu gelişmelerden sonra Baki İşçi’nin verdiği İbo’nun o çok bilinen şapkalı resmini de alarak Almanya’ya gittim. (1974 Aralık sonu.) Başlangıç hikayem bu…

 

PDA içinde ideolojik mücadele…

– Almanya’ya geldikten sonra nasıl ilişkiye geçtiniz?

– Almanya’ya geldiğimde yaptığım ilk temasta olayı aktarınca yoldaşların halen bilgi sahibi olmadıklarını gördüm. Çok kısa sürede (2-3gün olabilir) olay doğrulandı. Bu son durumu değerlendirmek ve takınılacak tavır için örgüt içi tartışmalar yürütüldü. Üzerinde tartışılan konular; 1- PDA içinde kalmak 2- Ayrı bir örgüt olarak faaliyet yürütmek ve 3- Koşulsuz olarak proletarya partisine ilhak şeklinde idi. Yapılan tartışmalar o zamanki kadro ve taraftarların ezici çoğunluğunun proletarya partisi saflarına katılması kararı ile sonuçlandı.

– PDA ile açık bir ideolojik mücadele içine girdiğiniz anlaşılıyor. Bunu biraz daha açar mısınız? Ayrıca bu sürede Alman devletinin PDA’ya yönelik bir operasyonu da oluyor. Buna da değinebilir misiniz?

– Proletarya partisine katılmadan önce yani halen birlik çalışmaları sürerken Mayıs 1974’te Almanya’da bir operasyonla PDA Yurt Dışı Bürosu’nun tümü tutuklanınca gelişmeler o sırada PDA’nın yurtdışıdaki yönetici kadrolarının dışında yürütülmek durumunda kaldı. Ayrıca onların tutuklanmasından sonra görevlerini devralan yoldaşlar İbrahim Kaypakkaya ve PDA arasındaki belgeleri de inceleme, polemiklerle tanışma olanağına kavuştular.

PDA’dan ayrılıp proletarya partisine katılmakla doğal olarak o dönemde elimizde olan dernek ve işçi derneklerinde de yönetimi ele geçirme mücadelesi daha açık yürütülmeye başlandı. İşçi derneklerindeki yönetim fazla direnç göstermeden PDA’dan ayrılmaktan yana tavır takındı. Çünkü bu derneklerin yöneticileri bir anlamda ayrılmadan yana olan yönetici kadrolardı.

Esas bazı dernek ya da kitle örgütlerinde tablo böyle değildi. İçinde bilinçli kadroları barındıran, işçi derneklerinin kuruluşlarına önayak olan, uluslararası ilişkilerde de saygı duyulan dernekler vardı. Bunlar dil, tercümanlık ve tercüme gibi sorunların çözümümün de önemli rol oynamaktaydılar. O sıralar faaliyet yürüten derneklerin çoğu ayrılıktan yana tavır almışken öğrenci derneklerinde PDA’dan yana olanları sayısı epey fazla idi. Dediğim gibi bazı derneklerde yoğun tartışmalardan sonra saflaşmalar yaşandı.

– O dönem demokratik kitle örgütlerine verdiğiniz önem sadece bir dernekle sınırlı değil.

– Evet, birçok dernek vardı, bu derneklerden bazıları bize katıldılar. Bu süre içinde kendi yayın organımızı düzenli çıkararak yeni alanlara ulaşmaya çalıştık. Gazetemizde sadece Almanya’daki taleplerimizi gündeme almadık, aynı zamanda Türkiye’deki devrimci mücadelenin haberleri de yer aldı.

Örgütlü olamadığımız yerlerde de yeni dernek kurma faaliyetlerine girişerek 1. Olağan Genel Kurulumuzda dernek sayımızı ikiye katladık. Kitle teşkilatlarımız büyüdükçe Alman devletinin üstümüzdeki baskısı da yoğunlaştı. Üyelerimize ve derneklerimize yönelik baskı her gün çoğalarak devam etti. Tek tek yoldaşlarımıza ve derneklerimize yönelik takibat ve baskıyı burada anlatmıyorum zira her yerde bunları anlatacak epey şahit bulunur. O yıllarda Federal Anayasayı Koruma Örgütü’nün (İstihbarat-Bundesverfassunbgsschutz) raporlarında hakkımızda her yıl bilgiler yer almaktaydı.

12 Eylül AFC darbesine gelindiğinde Almanya’daki örgütlü yapımız bütün diğer sol, sosyal demokrat ve TKP yandaşlarından daha güçlü durumdaydı. Bunu söylemek abartılı bir tespit değil. Yapılan ortak eylemlerden de gücümüz rahatlıkla görülebiliyordu.

Bu süre içinde sadece faaliyet yürüttüğümüz ülkelerinin baskılarına maruz kalmadık. Aynı zamanda doğrudan doğruya TC’nin saldırılarına da muhatap olduk. Örneğin MİT ve onun paralı katillerince Katip Saltan (Aachen) ve Nubar Yalım (Hollanda) yoldaşlarımız katledildi.

Kısacası kitle örgütlerimiz her yerde ve her zaman her türlü baskı sömürüye karşı mücadele ettiler. Ayrıca yurtdışında devlet destekli faşist bozkurt hareketinin rahatça örgütlenmesine de müsaade etmedik. Örneğin faşist propaganda yapan “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filmini gösterilmesini engelledik. Çok yerde (Ruhr bölgesi, Hessen, Baden Würtenberg eyaletlerinde ve Augustburg gibi şehirlerde) faşistlere karşı fiziki mücadeleye girdik. Onlarca yoldaşımız tutuklandı vb.

 

12 Eylül…

– 12 Eylül AFC döneminde de çok etkin ve kitlesel faaliyetleriniz söz konusu.

– 12 Eylül AFC’sinin haberini aldığımız an hemen merkezi bir protesto yürüyüşünü yapmaya karar verdik. Diğer devrimci örgütlerinin de katıldığı bu yürüyüş Frankfurt’ta yapıldı.

Aynı gün Kuzey Almanya’da Hildesheim’de ikinci yürüyüş yapıldı. Bu yürüyüşün burada yapılmasının nedeni, aynı tarihte Hildesheim’de bir NATO askeri tatbikatının yapılması ve o tatbikata Türk subaylarının da katılmış olmasıydı. Yürüyüşümüz bölge düzeyinde olmasına rağmen gerek coşku ve disiplin olarak gerekse de yoğun bir kitlenin katılmış olmasıyla nedeniyle adeta merkezi yürüyüş kadar, belki de ondan daha fazla ses getirdi.

Bu yürüyüşe bazı ilerici kuruluşlar, aynı zamanda o sırada Almanya’da askerlik yapan ABD askerleri de (ki ABD Devrimci Komünist Partisi üyeleriydiler) katıldı. Almanca, Türkçe ve İngilizce konuşmaların yanında 12 Eylül’ü protesto eden sloganlar atıldı. Yürüyüş doğrudan NATO karargahını hedef aldı ve karargah kapısına kadar gittik.

O dönemde miting, yürüyüş, afiş ve bildirilerle yoğun biçimde 12 Eylül teşhir edildi. Aynı zamanda Türkiye’deki baskı, tutuklama ve işkencelere karşı da önemli eylemler yapıldı. AFC’ye karşı çoğu kez diğer devrimci örgütlerle eylem birlikleri, ortak açlık grevleri örgütlendi.

 

Bolşevik Partizan ayrılığı…

– Anlattıklarınızdan proletarya partisinin Batı Avrupa’da kısa sayılabilecek bir sürede toparlandığını, önemli bir kitleye ulaştığı ve örgütlendiği anlaşılıyor. Bu kitlenin sınıf kökeni incelediğinde neler söylersiniz?

– Tabanımız o sırada esas olarak işçilerden ve kısmen de yüksek okul öğrencilerinden oluşuyordu. Sanayi işçilerinin dışında Ruhr bölgesine maden işçisi ve madenci çırağı olarak 15-16 yaşlarında gelen çok sayıda madenci de bulunuyordu. Ayrıca 12 Eylül’den önce kısmen ama darbeden sonra yoğunluklu olarak Batı Avrupa’ya gelen ilticacılardan (süreç ilerledikçe önemli bir sayı oluşturmaya başladılar) meydana geliyordu.

Dernekler kuran ve yöneticiliğini yapan tabanımız esas olarak işçi kökenli emekçilerden oluşuyordu.

Bolşevik Partizan’ın ayrılmasından sonra kısa süre içinde toparlanmış olmamızın sebeplerine gelince; Birincisi, proletarya partisinin ikinci konferansının AFC şartlarında yapılmış olmasının kitlemiz üzerinde yarattığı heyecan ve bunun yarattığı güven. Konferans öncesinde diğer devrimci örgütlerin aldıkları darbelerle adeta faaliyetlerinin durma noktasına geldiği bir ortamda proletarya partisinin konferansını başarıyla yapmış olması çok önemli bir etkendi.

İkincisi; Bolşevik Partizan’ın kopması sonrasında ayrılan üst kesim ve bazı kadroların kitle üzerindeki etkisinin zayıflığı. Yani ayrılan kadroların bürokrat ve hantal yapısına karşılık proletarya partisinden yana tavır alan kadroların tabana hakim olmaları, çalışkan, fedakar ve bağlılıkları… Üçüncüsü; proletarya partisinin konferansının ardından özgürlük mahkumlarıyla dayanışma geceleri başta olmak üzere yoğun olarak Avrupa’nın her yerinde yürütülen faaliyetler. Tüm bunların kitleleri örgütleme ve yeni alanlara yayılmamıza çok önemli katkısı oldu. Dördüncüsü; -tayin edici etkisi olmasa bile- kısmen cuntadan önce ve ağırlıklı olarak da darbeden sonra Batı Avrupa’ya gelen kitlenin faaliyetimize katılması, halen örgütlenemediğimiz bazı alanlara bu taraftar yoldaşlar vasıtasıyla ulaşabilmemiz vb.

Burada belirtmeliyim ki; ilk başta örgütlenmemize katkı sunan bu kesim, Batı Avrupa’da daha geniş kitlelere ulaşma faaliyetlerini kısmen engellemiş de oldu. Çünkü eskiden ev ev ya da işçi yurtlarını dolaşıp yeni üyeler kazanma faaliyeti yürütülürken, örgütlenmemizdeki bu klasik yöntem terk edilerek biraz daha politize olmuş, Türkiye’den gelen hazır taraftarları örgütlemek daha kolay olmaya başladı. Bu yanlış politika, bir anlamda şu an gelinen duruma -tek sebep olmasa bile- önemli sebeplerinden biridir diye düşünüyorum.

– 1978’de birinci konferans gerçekleştirildi. Batı Avrupa bu konferansa nasıl hazırlandı? Alt konferanslar nasıl geçti?

– Birinci konferans döneminde ben sempatizandım. Konferans delegeleri hangi kıstasa göre seçildi ya da alt konferanslar oldu mu, bilmiyorum. Ancak ikinci konferansta bölge düzeyinde yurtdışı örgütlenmesi olduğu için doğal olarak Yurtdışı Bölge Komitesi ve Alt Bölge Komiteleri birimleri vardı. Bu alt birimlerde belirlenen gündemleri tartışma olanağı oldu. Ardından yapılan Yurtdışı Konferansı’na proletarya partisi üyeleri alt bölge konferanslarındaki tartışmalar ışığında katıldılar.

Birinci konferans öncesi proletarya partisi organlarında hatırladığım kadarıyla Halkın Birliği ile bölünmeden önce iki ana konuda bir iç tartışma yürütüldü. Bunlardan biri: TKP-ML parti mi, hareket mi? İkincisi Kaypakkaya’nın görüşleri (sonradan İK Seçme Yazıları) olarak basılan belgelerin proletarya partisinin temel programatik görüşleri olarak kabul edilmeli mi şeklindeydi. Bu konuların dışında silahlı mücadelenin koşulları var mı yok mu gibi konularda da tartışma yürütüldü. Halkın Birliği (HB) o sıra şu görüşte idi: Biz halen bir parti değil bir hareketiz. Bizim dışımızda ML olan başka örgütler de (THKO, THKP-C) vardır. Üçüncü tez olarak, Türkiye’de devrimci durum şimdilik silahlı mücadeleye olanak tanımıyor, bunun için İK düşüncesinin tersine uzun bir hazırlık dönemi geçirmemiz gerekir. (En azından ben böyle hatırlıyorum.)

Batı Avrupa’da HB tezlerini savunan bir kesimin olmaması nedeniyle bu tezlerin proletarya partisinin tabanında etkisi yoktu. Yurtdışının genel görüşü şuydu: “Biz ML partiyiz ve İK beş temel belgesi proletarya partisinin programatik görüşleridir. Proletarya partisinin birliğini bu çerçevede sağlamalıyız.”

Ayrıca farklı düşüncelerin proletarya partisinin içinde araştırılması yönünde bir anlayış vardı.

HB ile ayrıldıktan sonra yurtdışında proletarya partisinin tabanında herhangi bir ayrılma ve tartışma olmadı. Bu suskunluk süresi, bence dönemin yurtdışı önderliğinin görüş birliğinin bir sonucuydu. Proletarya partisinin faaliyetleri İK temel görüşleri temelinde konferansa kadar değişmedi.

– Bu gelişmeler yaşanırken, proletarya partisi içinde de bazı tartışmaların olduğu ve bu tartışmaların bir ayrılıkla sonuçlandığını biliyoruz. Bu gelişmeyle ilgili neler söylersiniz?

– Bilindiği üzere Arnavutluk Emek Partisi (AEP) lideri Enver Hoca’nın çıkardığı “Emperyalizm ve Devrim” kitabı ve aynı zamanda Mao Zedung yoldaşa getirilen eleştiriler dünyada komünist hareketi içinde yeni ayrışma ve saflaşmayı beraberinde getirmişti. O sıralar (1979) AEP yanlılarının İspanya’da düzenledikleri uluslararası bir festivale bizi ve bizim gibi düşünen bazı örgütleri sokmamaları, deyim yerindeyse bizim açımızdan AEP yanlısı örgütlerle iplerinin koptuğu tarih oldu. Bu tarihte içimizde de AEP’in tezlerinin doğruluğu ve yanlışlığı hakkında tartışmalar sürüyordu.

İkinci konferans ön hazırlığı sırasında yurtdışında yapılan bölge konferansında yurtdışının (yani Bolşevik Partizan’ın) ileri sürdüğü ve ayrılığın temelini oluşturan tezlere dair kısaca şunları söyleyebilirim;

Birincisi; içinde bulunduğumuz dönem devrimci durumun oldukça gerilediği bir dönemdir. Silahlı mücadeleyi şu an yürütmenin koşulları ortadan kalkmıştır. Belli bir süreliğine de olsa gücümüzü korumak için silahla mücadeleye ara vermeliyiz. Ayrıca ülkenin sosyo-ekonomik yapısını yeniden araştırmak gerekir vb. Bu tezler aslında proletarya partisinin içinde tüm ayrılıkların her zaman baş sebebi olmuştur. Örneğin ilk ayrılığın yaşandığı 1976 (Halkın Birliği) daha sonra GKK, BP, DABK ve günümüzde de yine ayrışmaların temelini bu konular oluşturmaktadır bence. İkincisi; Mao Zedung, dört usta ile aynı kategoride değerlendirilemez.

MZ komünist harekete halk savaşı teorisiyle önemli bir katkı sağlamıştır ve Çin Devrimi’ne önderlik ederek uluslararası komünist harekete önemli bir katkı yapmıştır ancak iki çizgi mücadelesinde ve sosyalizmin inşasında hatalar yapmıştır vb. Üçüncüsü; AEP’in çizgisi revizyonist olabilir ancak Arnavutluk bugün hala sosyalisttir. Bu konuda aceleci olmamak lazım, konu araştırılmalıdır vb. Dördüncüsü; 1957-60 belgeleri ve “63 polemikleri” özü itibarıyla ML belgelerdir ancak bu belgeler uluslararası komünist hareketin ortak platformu olamazlar. İçinde hatalar da vardır vb.

Yurtdışı Konferansına katılan delege yoldaşlardan bazıları bu tezlere, özellikle MZ yoldaşa yönelik eleştirilere karşı, aynı zamanda AEP değerlendirmesine de kısmen muhalefet etmelerine rağmen, sistematik olarak yukarıdaki tezleri tartışacak seviyede değildi. Dolayısıyla bu tezler, yurtdışı konferansının çoğunluk kararı olarak kabul edildi.

Bu tezlere itirazların özellikle kitle örgütlerinde yönetici olan yoldaşlardan geldiğini söyleyebiliriz. Ancak o sırada içinde bulunduğumuz yoğun pratik faaliyetten dolayı konferansa yeterince hazırlıklı gidemedik. Dolayısıyla sistemli bir muhalefet de yürütülemedi. İtiraz, şerh düşme ya da çekimser kalma şeklinin ötesine geçmedi. Denilebilir ki 2-3 yoldaşın bazı konulardaki itirazlarına (özellikle MZ konusunda) rağmen yukarıdaki konularda sistematik bir muhalefet yapılamadı. Konferans bitip yurtdışından giden delegeler döndükten sonra kısa bir süre herhangi bir açıklama yapılmadı. Ardından önce sözlü iletişimler ardından konferans sonuç bildirisi Batı Avrupa’ya ulaşınca çeşitli bölgelerde konferans lehine ve Yurtdışı Hizbi’ne yönelik tartışmalar doğal olarak başladı. Tek tek şehir ve bölgelerdeki yoğun tartışma ve ayrışmalar hem Batı Avrupa’daki üyeler ve hem de derneklerde bir ayrışmayı gündeme getirmiş oldu.

Durumu özetlersem; Batı Avrupa’daki üyelerden ikisi ve bir aday üye konferanstan yana, diğer üyeler (10 olabilir) Bolşevik Partizan’dan yana tavır takındılar. Orta ve ileri militanların çoğu aynı zamanda kitle derneklerinden oy hakkına sahip 3 derneğin dışındaki diğer dernekler konferanstan yana tavır aldılar. Kısacası üst yönetim yüzde seksen Bolşevik Partizan’dan yana tavır takınırken, tabanda tersi bir durum meydana geldi. Devamında az sayıdaki proletarya partisi üyesi, ileri militan ve kadroların fedakar çalışması sonucu Batı Avrupa’da örgütlülük muhafaza edildi.

– Sizce Bolşevik Partizan ayrılığı önlenebilir miydi, bugünden baktığınızda ne düşünüyorsunuz?

– Bu soruya “evet” cevabı verilebilir. Çünkü, o dönemde proletarya partisi içinde var olan ayrı düşünceleri, bir plan çerçevesinde parti içi bir tartışma açarak birliği korunma olanağı vardı. Konferansa katılan delege arkadaşların da iddiasına göre konferans sırasında bu yönde anlayışlar varmış, bir yoldaş “Konferans bittikten sonra mutabık olmadığımız konuları öne çıkartmayalım, anlaşamadığımız konuları parti içinde tartışalım. Hatta farklı düşündüğümüz konuları tartışmak için bir araştırma grubu oluşturarak partide bir bölünmeyi engelleyelim” demiş.

Ne yazık ki delegeler döndükten hemen sonra kitleyi bilgilendirecek bir çaba harcamadılar ve sessiz kaldılar. Bu duruma karşılık yurtdışı parti üyeleri önce sözlü sonra yazılı olarak konferans sonuçlarından kendi çabalarıyla haberdar oldular. Ayrıca ülkedeki yoldaşlar ise kural dışı bir ilişkiyle, proletarya partisi işleyişini ihlal ederek Batı Avrupa’daki yoldaşlarla doğrudan organ dışı ilişkiye girdiler. Kısacası geniş bir bilgiye sahip olmadığımız halde Yurtdışı Hizbi’ni teşhir etmeye ve proletarya partisine sahip çıkmaya başladık.

Hiçbir organda yer almadıkları halde bazı yoldaşlar Türkiye’ye giderek ilgililerle doğrudan ilişkiye girmeyi başardılar. Bu açık olarak disiplinin ihlal edilmesi anlamına geliyordu ve öyle de oldu. Parti içinde ayrı görüşler belli bir disiplin çerçevesinde tartışmaya açılsaydı bölünme engellenir miydi? En azından çok daha az zararla atlatılabilirdi. Ayrıca bu ayrılıktaki ana konular bir sonraki ayrılıklarında temelini oluşturduğu için yeni bölünmelerin de önüne geçilebilmesinin sebebi olabilirdi. En azından kısa aralıklarla bir takım yeni ayrılıklar önlenebilir ya da daha az zararla atlatılabilirdi diye düşünüyorum.

Sohbetimizin başında kısa olarak PDA’dan ayrıldıktan sonra Bolşevik Partizan ayrılığına kadarki bölümü anlatmaya çalıştım. Sorularınızı konusu olmadığı için proletarya partisinin hapishaneler ve işkencehanelerdeki (ben bizzat tanık olduğum için) olumlu pratiklerine değinmedim. Yine Proletarya partisinin üçüncü konferansından sonra Batı Avrupa’da yeniden örgütlenirken içine düştüğü duruma, DABK ayrılığında takınılan hatalı tavırlara vb. değinmedim. Bunlar proletarya partisi için çok detaylı olarak üzerinde tartışılması gereken konulardır.

Ben 1983-85 arası engellendiğim için o dönemde olup bitenlerle ilgili fazla bir bilgiye sahip değilim. Döndükten sonra aldığım görevler çerçevesinde edindiğim bilgiler elbette vardır. Bunlara konumuzun dışında olduğu için burada değinmek istemiyorum. Ayrıca üçüncü konferanstan önce Batı Avrupa’daki bütün parti üyelikleri dondurulduğu için (bana söylenen buydu) proletarya partisinin o dönemdeki iç sorunlarını anlatma imkanım yok.

Sonuç olarak eğer geçmiş sorgulanacaksa üçüncü konferans sonrası da her yönüyle tartışılmalıdır.

 

Batı Avrupa’da toplantılar…

– Bu gelişmeler yaşanırken proletarya partisi Batı Avrupa’da toplantılar yapılması kararı alıyor, bunu da anlatır mısınız?

– E.Gencer’in Batı Avrupa’ya gelişiyle Yurtdışı Bürosu (YDB) yeniden oluşturuldu. Bolşevik Partizan’la Dortmund’da yapılan ortak ayrılık toplantısıyla da sorun sadece kitle dernekleri nezdinde değil aynı zamanda proletarya partisi içinde de sonuçlanmış oldu. Aynı toplantıda gündem Mao Zedung, AEP sorunundan ziyade “sürekliliği sağlanmış silahlı mücadelenin şartları var mı yok mu?” tartışmasına döndü. E.Gencer’in o toplantıda “Biz Türkiye’de halk savaşını yürüteceğiz ve dünya alem bizi seyredecek” cümlesiyle proletarya partisinin konferans kararını uygulayacaklarını heyecanlı bir biçimde söylediğini hatırlıyorum. Burada kendisini saygıyla ve özlemle anıyorum.

Bu ayrılıkta neler kazanıldı ya da neler kaybedildi sorusuna cevabı söyle verebilirim; Her şeyden önce yurtdışı teşkilatında görev yapan proletarya partisi üyelerinin (üçü hariç) ezici çoğunluğu Bolşevik Partizan’da kaldı. Derneklerde görev yapan orta ve üst düzeydeki militanların da önemli bir bölümü Bolşevik Partizan’dan yana tavır takındılar. Kazanımlara bakacak olursak; Konferansın getirdiği coşkuyla kitlemizin çok önemli kesimi partiden yana tavır takındı. Derneklerde çok daha canlı bir atmosfer oluştu. Her yönlü fedakarlık ve çalışma motivasyonu yükseldi. Konferans havasıyla çok daha geniş alanlara yayılmamız mümkün oldu. Yoldaşların çok yoğun çabasıyla derneklerin üçü hariç diğerlerinin proletarya partisinin etrafında kalmaları sağlandı.

İlk başta acemi olmamıza rağmen kısa sürede yayın organımızı eskisine göre daha iyi bir şekilde çıkarmayı ve daha geniş kitlelere ulaştırmayı başardık. Yeni alanlarda dernekleşme çalışmaları oldu.

– 12 Eylül dönemindeki faaliyetlerden kısaca söz etmiştiniz. Süleyman Cihan’ın yakalanıp katledilmesi sonra yürüttüğünüz eylemlerin epey ses getirdiğini biliyoruz. Bu eylemlerden de söz eder misiniz?  

– 12 Eylül AFC’sine karşı mücadelemiz konferansın yarattığı heyecanla daha da yoğunlaştı. Eski örgütlü olduğumuz alanların dışında çok sayıda yeni alanda örgütlememize imkan sağladı. Süleyman Cihan yoldaşın katledildiği haberi yurtdışına ulaştığında YDB çok radikal bir eylem kararı almakta gecikmedi. Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde konsoloslukların işgal edilmesi, işgale imkan olmadığı yerlerde ise konsolosluk önlerinde korsan miting yapma kararı alındı. Bu karara uygun olarak Essen Başkonsolosluğu işgal edilerek S.Cihan’ın katledildiğini kamuoyuna duyurduk. Aynı gün (Cumartesi günü idi) Hannover ve çok sayıda başka yerde de mitingler başarılı olarak gerçekleştirildi. Eylemlerimiz o günkü Türk ve Avrupa basınında oldukça geniş yer aldı. Bu eylemler yurtdışında cuntaya karşı o güne dek yaptığımız en nitelikli eylemler olarak tarihe geçti.

Bolşevik Partizan’ın ayrılmasından sonra günlük faaliyetlerimizin dışında döneme damga vuran bazı merkezi faaliyetlerimize da vurgu yapmak istiyorum.

Birincisi, özgürlük mahkumlarıyla dayanışma geceleri. Bu gecelere etrafımızdaki ozan arkadaşların dışında birçok demokrat sanatçıyı da katabildik. Gecelerimiz o döneme kadar olmayan yoğun bir kitle katılımlarıyla sonuçlandı. İkincisi, tutuklu ailelerine ve tutuklu yoldaşlara yardım komiteleri oluşturuldu. Ve üçüncüsü, proletarya partisini güçlendirmek için ilk olarak legal ve illegal yardım kampanyaları başlatıldı. Her örgütü yoldaşın bir günlük kazancını proletarya partisine bağışlama kararı alındı vs.

Bunların dışında, faşistlere karşı yapılan eylemlerde tutsak düşen ve mahkemelik olan yoldaşların avukat masraflarını karşılamak amacıyla açtığımız “100.000 DM” kampanyamız da hedefini aşarak sonuçlandı.

–  Verdiğiniz bilgiler ve aktarım için teşekkür ederiz.

– Ben de başarılar dilerim. Ümit ederim size, kısmen de olsa bilmediğiniz bazı konularda faydalı bilgiler vermiş oldum.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu