Güncel

ANLATI | XALÊ CEMÎL

Tehlike çanları sadece Ermeniler için değil, Müslüman olmayan bütün herkes için çalıyordu. Balkan göçmenleri de buna dahil idi. Oysa ki Ermeniler ne göçmen ne de sürgün idiler. O toprakların ayrılmaz bir parçasıydılar.

Bir kabustu adeta. Her yerden yağma, talan, tecavüz, hırsızlık, öldürme haberleri geliyordu. “Kurtlar puslu havayı sever” derler ya, sanki hava hep puslu, her yer hep kurt doluydu. Ermeni ulusunun etrafını sarmıştı doymak bilmeyen kurtlar.

Sarışın, mavi gözlü, apakça bir çocuktu Sarkis. Van Gölü’nde yıkanmış, oradan su içmiş, Van’ın asma bahçelerinde geçiyordu çocukluğu. Ta ki diğer Ermeniler gibi onun da sırası gelene kadar. İki abisi, bir kardeşi ve anne babasıyla birlikte Van Gölü çevresinde yaşarlardı.

O gün gelmiştir artık. Babası gözleri önünde öldürülmüş, annesi ve küçük kardeşi evde mahsur kalmış, iki abisini de bulamamıştı. Ağlar küçük Sarkis, korkar, etrafına bile bakamadan koşar koşar koşar…

O kadar korkar ki nereye doğru gittiğini, hangi köylerden geçtiğini bilemez ya da kendi köyünde hala yaşayanların olup olmadığına bile bakamaz. Koşar ve ağlar.

Yorulmuş ve acıkmıştır artık. Etrafına bakınmakta, yiyecek bir şeyler bulmaya çalışmaktadır. Karşıdan bir atlı gelir, ilk önce korkar, bir taşın arkasına saklanır. Sonra gelen atlının Balkanlar göçmeni bir aile dostları olduğunu görür. Gelen kişi sorar:

– Ne işin var buralarda? Annen, baban kardeşlerin nerede?

– Babamı öldürdüler, annem ve kardeşim evdeler, abilerimi ise bilmiyorum.

– Atla evinize gidelim. Belki kardeşini ve anneni kurtarırız.

Sarkis’le birlikte tuttular köyün yolunu, yol bitmek bilmiyor, Sarkis’in aklından da ailesi ve babasının kanlı bedeni çıkmıyordu. Nihayet eve vardılar. Babasının kanlı bedeni öldürüldüğü yerde duruyor; fakat annesi ve kardeşi ortalıkta görünmüyordu. Köyde her tarafı aradılar, hatta cesetlerin altına bile baktılar ama annesini ve kardeşini bulamadılar.

Sarkis yeni anlamıştı öksüz kaldığını. Yine ağladı, dövündü… Anlayamıyordu kim, niye onlara bu kötülüğü etmişti?

Tehlike çanları sadece Ermeniler için değil, Müslüman olmayan bütün herkes için çalıyordu. Balkan göçmenleri de buna dahil idi. Oysa ki Ermeniler ne göçmen ne de sürgün idiler. O toprakların ayrılmaz bir parçasıydılar. Bu sebeple Sarkis ve atlı yol arkadaşı tutarlar yolunu Viranşehir’in. Artık dost, yoldaş olmuşlardır. Yol alırken gördüklerinden ve duyduklarından kaynaklı güneşe bakmaya utanırlar artık. İnsanlığın öldüğünü ve bir daha da yaşam bulmayacağını düşünürler. Kürtlerin bir kısmının eli de Hamidiye Alayları’yla birlikte girmiştir artık Ermeni soykırımına. Yüz yıllardır birlikte yaşadıkları komşularına, dostlarına karşı nasıl da düşmanlaşmışlardır. Ama bilmezler “Ermenilerin boyunlarına geçen ilmek, bir gün de Kürtlerin boynuna geçecektir.

Bir yıla yakın bir sürede katliama, sürgüne, açlığa terk edilmiş diyarların içinden geçerek varırlar Viranşehir’e. Atlının akrabaları da oradadır. Yiyecek yoktur, sadece araziden toplayabildikleri otlarla beslenebilmektedirler. Besinsizlikten, soğuktan ve pislikten hastalıklar başlamıştır artık. İnsanlar bir bir ölmektedir. Sarkis korkar bu durumdan ve o topluluktan uzaklaşır.

Kürtçe’yi az anlamaktadır. Kendisini anlatabilecek kadar. Onu da Kürt komşularından öğrenir. Ezîdîlerin çobanına rastlar. Anlar çoban bu oğlan buralardan değil diye. Çoban sorar:

– Kuro dîyare ku tu ne jî li wirî? (Anlaşılıyor ki sen buralı değilsin?)

Sarkis az Kürtçe bildiğinden çok kısa cevap verebilir:

– Na (Hayır)!

Çoban çocuğun haline üzülür ve onu tıpkı Ermeniler gibi katliama uğramış bir halk olan Ezîdîlerin yanına götürür. Ezîdîler Müslümanlardan ve Türklerden çok korkarlar. Kendilerinin yaşadıklarının bu çocuğun da yaşamasını istemezler. Aynı zamanda bilirler, Ermenilerin tarihte kimseye zararı dokunmamış, tam tersi Ortadoğu halklarının gelişmesinde büyük rolleri olmuştur. Aynı zamanda katliama uğramanın ne demek olduğunu ve Müslüman Osmanlı Devleti’ni de bildikleri için Sarkis’i kendi çocukları gibi bağırlarına basarlar; fakat Sarkis’i zalim Osmanlı’dan korumak nasıl olacaktır? Çünkü çocuğun Kürt olmadığı her halinden bellidir.

Ne kadar acıdır ki, Müslüman Kürtlerin bir kısmı onları öldürürken, Ezîdî Kürtler Sarkis’i sahiplenmişlerdi. “Vicdan insan yüreğinin her zaman açık duran gözüdür. Akıl kapısını kapatsa da vicdanın gözü hep açıktır.”

İlk önce çocuğu Kürde benzetmek gerekiyordu. Sarkis’e Ezîdîlerin yöresel kıyafetlerini giydirdiler. Artık Mala Ewde’nin oğlu olmuştur. Ewdê bir süre sora ölür. Yerine aşiret lideri olarak amcasının oğlu Xelfî gelmiştir. Amcasının oğlunun ailesinin hepsini de kendi ailesinin yanına getirmiştir. Xelfî aşiret ve çevresinde sevilen, sayılan ve bilge bir insandır. Sarkis büyüyene kadar onun yanında kalmış ve hem babasından öğrendikleri ile hem de Xelfî’den öğrendikleri ile bilgilerini büyütmüştür. Xelfî ve ailesi Sarkis’e hiçbir zaman Ezîdîliği empoze etmeye çalışmamışlardır. O da Ermeni olduğunu ailesinin ve tüm ulusun bir soykırımdan geçirildiğini hiç unutmamıştır.

Sarkis gibi Ermeni bir kız çocuğu Xelfî’nin akrabalarının birinin yanında büyümüştür. Sarkis bu kadınla evlenmiş, evlendikten sonra da Xelfî’nin yanında kalmıştır, tabi Osmanlı tekrar Ezîdîlerin peşine düşüne kadar. Osmanlı’nın ne kadar zalim olduğunu hem Ezîdî olan Xelfî hem de Ermeni olan Sarkis çok iyi biliyordu. Bu sebeple kaçarlar. Sadece onlar değil tabi ki. Viranşehir’deki bütün Kürtler kaçarlar. Birçoğu Sêrêkanîye’ye gelir. Xelfî, ailesi ve Sarkis ise onlarla aynı kaderi defalarca paylaşmış olan Ezîdî halkının kutsal mekanı Şengal’e çeviriler yüzlerini. Şengal’e yerleşimleri çok sürmez, bir yıl sonra yine dönerler sınır boylarına. Yapamazlar topraklarından o kadar ötede. Xelfî yine Viranşehir’e döner. Sarkis ise dönmez. Çünkü kimsesi kalmamıştır. Dönmeyi gerekli bulmaz bu yüzden. Amûde ilçesine bağlı Kerengo köyüne döner. Artık orada yaşamaya devam eder. Bu köyün çevresinde de Ezîdîler yaşamaktadır. Sarkis bunlarla da ilişki kurmaya devam etmiştir. Hala bir Ezîdî köyü olan Digure ile çok güzel dostluk ilişkileri gelişmiştir. Ezîdîleri de kendisine daha yakın bulmaktadır. Çünkü aynı kaderi paylaşmaktadırlar. Ötekidirler. Bu hoşnutluktan kaynaklı daha fazla dayanamaz Sarkis Ezîdî dostlarının da ısrarıyla Digure köyüne taşınır. Sarkis’in bir oğlu ve bir kızı olur. Garabet ve …..  zamanla çocukları da evlenir. Garabet’in de 4 oğlu ve bir kızı olur. Baba oğul torunlar hepsi Digure’de yaşarlar. Yaşarken de dedelerinden kalan sanatları ve zanaatları da sergilerler. Hepsi de çalışmalarında çok başarılıdırlar. Bölgenin en iyi ustaları, en iyi doktorları, mühendisleri olurlar.

Her zaman Ermenilerle evlilik yaparlar.  Garabet’in çocuklarından birinin ismi de Cemil’dir. Cemil Arapça’da güzel demektir. Cemil Ezîdîlerin içinde doğup büyüdüğünden bilmez ana dilini. En iyi bildiği dil Kürtçe olur. Bilir soyunun soykırıma uğradığını, Ermeni olduğunu ama bilmez ana dilini. Kalbi, beyni bir Ermeni gibi çalışsa da pratiği bir Kürt gibi gelişir. Esasen bütün ulusları ve halkları da sevebilecek yüreğe de sahiptir. Cemil babasından hep kendi ırkını, Ermenilerin nasıl çalıştıklarını nasıl soykırıma uğradıklarını nasıl Rojava topraklarına geldiğini dinlemiştir. Dedesi acı dolu bir tarihtir aslında. Nereye dokunsa kanar yarası. Kanayan en büyük yarası Kürtlerdir. Kendi komşuları bile öldürmüşlerdir onları. Bütün Kürtler değil, din fetvası ile kandırılabilenler. Bunu çok iyi bilse de dokunur ona. Öldürdükleriyle kalmayıp, Ermenilerin topraklarını zenginliklerini de sahiplenmişlerdir üstelik. Cemil’e anlatır Sarkis ama kendi dilinde değil;

Ji bîr neke kurê min, dîroka bav û kalanên xwe ji bîr neke. Ji bîr neke me çawa kuştin û  penaber kirin, çawa axa me ji destên me girtin. Wan ax ,av û ji çiyayên me qut kirin. Ez bi hêvî me kurê min ciwanên me tola me  rakin û em  wekî  netewa Hay vegerin çiyaye Ararat ê.”

Ezîdî dostlarıyla kirvelik bağları gelişir Cemîl’in.  Cemîl, Loris adında bir Ermeni kadınla evlenir ve dört çocukları olur. Bütün kardeşleri okur. Cemil de okur ve öğretmen olur. Tabii Arapça dilinde. Otuz yıl öğretmenlik yapar Cemil Rojava’da. Otuz yıl Kürt, Arap, Türkmen ve birçok ulustan çocuğa dünyanın bütün güzelliklerini anlatmaya çalışır. Aynı zamanda Digure’de babasından kalma değirmeni de işletir.

Cemil artık yaşlanır ve Xalê Cemîl olur. Heseke’ye taşınır ama Ezîdî dostlarından ve köyünden kopamaz. Zamanının büyük bir çoğunluğunu köydeki değirmende geçirir.

Esasında artık kimse değirmende buğday öğütmez ama babasının yadigarı diye hala işletir. Yani elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Daha fazlasını yapamaz. Çünkü Rojava’da ne misafirdir ne de ev sahibi.

Tanya Anna

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu