GüncelManşet

“Biz sabah kahvaltısı olursak, onlar da öğle yemeği olurlar!”

Amed: TC devletinin, T. Kürdistanı’nda başlatmış olduğu saldırılar tüm hızıyla devam etmekte. Kürt halkının Cizîr, Sûr, Nisêbîn, Derik, Kerboran, Farqin gibi birçok yerde özyönetim ilan etmesiyle beraber başlayan savaş her gün daha fazla boyutlanmakta. Bu savaşın nasıl biteceği ya da hangi evrelere sıçrayacağı herkesçe merak edilen konulardan bir tanesi. Savaş nasıl biter ve hangi evrelere taşınır bu, çok öngörülecek bir şey değil ancak Kürt halkının bu savaşı kazanımla sonuçlandırması için şu an sergilediği direniş kaçınılmaz sonun mesajını veriyor…

 

Kürt halkı hayatta kalma mücadelesi vermiyor, özgür yarınlar için direniyor!

T. Kürdistanı’nda savaşın başladığı günden bugüne gazetelerde, TV programlarında ve sosyal medyada bir dizi tartışma konusu dönüyor. Bölgede yaşanan göç, katledilen insanlar, yıkılmış evler vs. saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok “olumsuz” örnek verilerek esas ön plana çıkarılması gereken direniş-serhildan kısmı arka plana atılıyor. Bu şekilde insanların kafasında orada verilen direnişin izleri değil katliamın izleri kalıyor. Ve TC devletinin insanlar üzerinde yaratmak istediği korku furyasını kendi ellerimizle yaratmış oluyoruz. Kürt halkı bu savaşın içerisinde yarınlarını kazanmayı umut ederek direniyor ve hayatta kalma mücadelesi değil, özgürlük mücadelesi veriyor! Bu iki noktayı birbirinden çok iyi ayırt etmek gerekmektedir. Kuşkusuz insanlar hayatlarını idame ettirmekte güçlük çekiyorlar ve katlediliyorlar ancak yasaklı bölgelerdeki savaşı eksik ve tek yönlü anlatmak orada verilen direnişe haksızlık olacağı gibi bu savaşın diğer bölgelere de sıçramasını etkileyecektir…

 

Sûr’da bir gün!

Devletin bir aydır yasaklı bölge ilan ettiği ve saldırılarına aralıksız devam ettiği Sur’a bir günlük de olsa girme şansımız oldu. Daha öncesinde yasaklı bölge ilan edilen Cizîr ve Nisêbîn bölgelerine gitmiştik ancak yasak kalktıktan sonra girme şansımız olmuştu. Sûr’a ise yasağın devam ettiği günlerde girdik. Çok uzun soluklu olmasa da hem yasağın devam ettiği anlardan hem de sonrasından edindiğimiz izlenimleri elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız. Özellikle de yukarıda bahsettiğimiz mağduriyet havasının çok da gerçekliği olmadığını yazıda göreceğiz!

Günlerce çabaladık ancak Sûr’a giriş çıkışların kapalı olmasından kaynaklı giremedik. Son anda hevallerin yardımları sonucu gecenin bir yarısı düştük yola. Sûr’da devletin yığınak yaptığı ve bütün mahallelere top attığı Green Park Otel’in hemen yanında evini terk etmeyen Fadime Ana’dan bahsettiler. Biz de Fadime Ana’nın direnişini selamlamak ve şahit olmak için yanına gittik. İlk olarak devletin kuşattığı ancak teslim alamadığı yıllara meydan okuyan tarihi Sur kalelerini geçtik. Zifiri karanlıkta top ve silah sesleri eşliğinde devam ettik yolumuza. Tabi bir de tepemizde dönüp duran helikopteri unutmayalım lütfen! Sur mahallelerinin araç girmeyen dar ve labirenti andıran sokaklarına girdiğimizde ve patlama seslerine daha çok yaklaştığımızda düşmanın sıcaklığını hissedebiliyorduk. Sokağa çıkma yasağının olmadığı mahallelerde dahi belirli bir saatten sonra kimse dışarıya çıkamıyor. Çünkü fili yasaklar söz konusu. İnsanları evlerinden zorla göç ettirmek için polis sürekli bir şekilde biber gazı atıyor mahallelere. Ancak insanlar o gazı 7 gün 24 saat solumalarına rağmen evlerini terk etmemekteki kararlılıklarını belirtiyorlar.

 

“Ben kimseden korkmam!”

Gazın etkisinden ve duyduğumuz patlama seslerinden sendeleyerek ilerlerken küçük bir kız çoğu görüyoruz 5-6 yaşlarında. Bu kız çocuğunu iki gün önce Amed merkezde görmüştük ve biraz sohbet etmiştik. Her kız çocuğu gibi annesinin rujunu eline yüzüne oldukça güzel bir şekilde sürmüş ve savaşa inat çocukluğunu yaşamaya çalışıyordu, merkeze geldiğinde de yine çok süslüydü küçük kadın arkadaşımız. Merkeze bu kadar yoğun abluka altında korkmadan nasıl girip çıktığını sorduk ve aldığımız cevap hiç şaşırtmadı bizi: “Ben kimseden korkmam. Çünkü Kürdüm ben!” Haklıydı çünkü tarihi direniş ve özgürlük mücadelesi veren bir halkın büyümek zorunda bırakılan çocukları onlar! Biber gazından gözleri yansa da sokakları terk etmeyen, bedenlerinin on katı büyüklüğünde cesur çocuklar, yani Kürt çocukları!

 

“İki milyonluk kurşunlarla can alıyorlar”

Kiminle karşılaştıysak aynı şeyi yani, devletin onlara başka çare bırakmadığını vurguluyor. Bir teyzenin haykırışları bir anda atılan top seslerinin önüne geçiyor: “Hani devlet? Nerede devlet? Ne yapmış bize devlet? Devlet yıllardır bizim sırtımızdan yedi bize bir şey yapmadı! Ben söyleyeyim devletin bize ne yaptığını; Çocuklarımızı katletti, anne karnında daha doğmamış çocuklarımızı katletti. Bu mudur devlet? Devlet kendine devlettir, istediğine devlettir. Bize devlet olamaz. Katlettikleri bir canımızı diriltsin biz o zaman devlet olacağız. Kim geliyorsa ne yapıyorsa yapsınlar, biz buradayız. Biz bulduğumuzla yetiniyoruz ona da bırakmıyorlar. İki milyonluk kurşunlarla can alıyorlar. Bizim direnmekten başka çaremiz mi var soruyoruz size. Bu topraklarda tek bir kişi bile kalsak direnerek öleceğiz, devlet bize başka çare bırakmadı!”

 

“Aha top patladı! Hayır, oğlum hendektir o!”

Burada soru sormaya gerek yok! Kamerayı kim görse öfke patlaması yaşıyor ve anlatmaya çalışıyor. Ancak kesinlikle bir mağduriyetten bahsetmiyorlar. Yaşadıkları zorluklarla beraber verdikleri savaşın haklılığı ve meşruluğundan da bahsediyorlar ve savunuyorlar verdikleri mücadeleyi.

Sûr’un dar ve uzun sokaklarında dolaşırken 8-9 çocuğun bir arada oyun oynadığını gördük ve biraz sohbet ettik. Çocukların ellerinde tahta sopalardan silahlar, düşman saldırısında kendilerini nasıl korumaları gerektiği yönünde tartışıyorlar. Hepsi çok iyi biliyor meseleyi ve her biri bir eğitimci edasında. Onlardan da öğrendiğimiz birçok şey oldu… Tabii bir de duyduğumuz patlama seslerini tahmin etmeyi öğrettiler bize! Bir patlama olduğunda top sesi veya hendeklere yerleştirilen patlayıcı sesi olup olmadığını anlayabiliyorlar. Bir ara kavgaya tutuştu genç arkadaşlarımız; “Aha top patladı. Hayır, oğlum hendektir o! Duymuyor musun derinden geliyor ses. Bizimkilerdir çünkü çok güçlüydü bu patlama ve yer sallandı!” Bu bir yetenek değil savaş çocuklarının edindiği deneyimlerden sadece bir tanesi.

 

“Gitmek ölümdür, ancak kalırsak belki hep kalacağız!”

Fadime Ana’nın evine yaklaştıkça silah sesleri ve top sesleri daha bir yakından geliyordu. Biz yolumuza kimi yerlere yerleştirilen keskin nişancıları fark etmeden devam ettik! Ta ki bir teyzenin geceyi bölen fısıltılarını duyana kadar; “Biz buradan çıkmak istemiyoruz. Bizi buradan zorla çıkarmak istiyorlar. Ama çıkmayacağız. Tek bir kişi kalana kadar buradayız, gitmiyoruz.” Ve yanında duran oğlu devam etti; “İşine gücüne giden insanlara ateş açıyorlar. Nereye gideceğiz! Biz annemle ikimiz evimizi terk etmeyeceğiz, gelsin ne yapıyorsa yapsınlar. Gitmek ölümdür, ancak kalırsak belki hep kalacağız!”

Yola devam ederken bir ara aklımıza, bu sokakların kaç direnişe şahitlik ettiği ve daha kaç direnişe gebe olduğu sorusu geldi. Devlet topyekûn saldırılarına rağmen Sûr’un içerisine girmeyi başaramadı. Bu da burada verilen direnişin ve insanların kararlılığının en somut göstergesi olsa gerek…

 

“Kıbrıs harbi sırasında bu kadar tank ve top kullanmamışlardı”

Fadime Ana’nın yanına güç bela, barikatları ve düşman saldırılarını atlatarak geldik. Tarihi evini asla terk etmeyeceğini söyleyen Fadime Ana elektriksiz ve sürekli patlama sesleri ile günlerini geçiriyor. Gitmek istese gideceği yerlerinin olduğunu söylüyor ancak dedesinden ve babasından yadigâr topraklarını ve evini ölüm pahasına terk etmeyeceğini vurguluyor. TC’nin evine attığı kurşunlardan bir tanesini koynunda saklayan ve yanından asla ayırmayan Fadime Ana, mermiyi koynundan çıkardığında hepimiz şok olduk. “Kıbrıs harbi sırasında bu kadar tank ve top kullanmamışlardı” diyen Fadime Ana, işgalci olanın TC devleti olduğunu vurgulayarak; “Bizim topraklarımızdan bizi kovmaya çalışıyorlar. Erdoğan’a hak verenler unutmasınlar ki, biz bugün sabah kahvaltısı olduysak onlarda öğle yemeği olacak” dedi.

Bir Özgür Gelecek Muhabiri

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu