GüncelManşet

Cengo ve düşmanla olduğu kadar kendiyle savaşmak…

Bazen birilerini anlatmak istediğinde nereden başlaman gerektiğini bilemezsin. Çünkü birlikte o kadar alışkanlık edinmiş, hayatın “sıradanlığını”, örgütlü olmanın günlük sorumluluklarını yüklenmişsiniz ve de o kadar çok “anı” biriktirmişsinizdir ki; sonunda bir bakmışsınız o kişi sizi “anısız” bırakacak kadar hayatınızın bir parçası olmuş! Cengo da benim için öyleydi… Açıkça söylemek gerekirse hala da şu an bir yerlerde birileriyle polemik yürütmüyor ya da geyik yapmıyor oluşunu yani yokluğunu da kabullenebilmiş değilim.

Cengiz (İçli) ile ilk tanıştığımda henüz liseye gidiyordum. Partizan ve Partizancılarla yeni tanışmış, Kürt Ulusal Hareketi ile farklarını tartıyor ve bu yüzden her fırsatta Mersin’deki büroya uğruyordum. O dönem Fatma (Acar)* yoldaş başta olmak üzere Çukurova’da Yeni Demokrat Gençlik ve Partizan’ın kurumsallaşması için ciddi emek harcayan ve kafa yoran yoldaşlarla orada tanışmıştım. O yoldaşlardan biri de Cengiz’di.

Bilgili olması ile dikkatimi çekmiş ve bende saygı uyandıran bir izlenim bırakmıştı. Uzun süre çekinceli bir saygıyla iletişim kurmuştum onunla. Her gördüğünde Liseli Öğrenci Birliği (LÖB) örgütlenmemizin nasıl gittiğine dair ayrıntılı sorular soruyor, planlarımızı dinliyordu. Liselilerin yaptığı her çalışma onda daha farklı bir coşkuya neden oluyor, bu da konuşmalarındaki canlılığa yansıyordu. Keza bir gün liseli örgütlenmesine çok önem verdiğini anlatmak için uzun uzun kendisinin de lisede örgütlendiğini ve bu dönemde yaptıkları çalışmaları anlatmıştı.

Kendisiyle ilgili anlattıklarından aklımda kalan bazı yönleri benim bakış açımı da şekillendiren özellikler olmuştu. Örneğin kitap konusu Cengiz için özel bir konuydu ve bu özelliği çevresindekilere sirayet etmesi için elinden geleni yapardı. (Cengiz şehit olduktan sonra ziyaret ettiğimiz ailesi ve akrabalarının onu “Lavaboda bile kitap okurdu” şeklinde anlatmaları boşuna değildi.) Cengiz lisede örgütlendiğinde o dönemki liselilerle harçlıklarının bir kısmını örgüt için harcarlarken ellerinde kalan cüzi miktarlarla da kitap alarak Çukurova’nın uzun süre kullandığı kütüphaneyi kurmuşlardı. Ki bu kitaplar bir dönem Adana’da açtığımız İnce Memed Kültür Merkezi’nde kullanıldıktan sonra İnce Memed kapanınca yine seyyar bir kütüphane olmuş ve 2010 yılında Dersim’de Çiğdem (Yılmaz) ve Ferdi (Karacan) şehit düştüğü gün Mersin’de yapılan operasyonda Cengiz ve 4 yoldaş gözaltına alınarak tutuklanırken o kitaplara da el konulmuştu. Cengiz’i en son gördüğümde bile hala içinde o kitapların sızısını duyar ve kitaplar için ah ederdi.

İstanbul’a gelip üniversiteye başladıktan sonra aynı evde bir süre birlikte yaşadık. Tam bir “kaplumbağa”ydı Cengiz. Evi sırtında gezerdi. Evi dediğimiz çantasında temiz çamaşırları dışında bilgisayarı, kitapları, dergileri hiç eksik olmazdı. Tam bir kitap kurdu ve dergi tutkunuydu. Hatırladığım kadarıyla edebiyat dergileri dışında bilim, teknoloji ve ekonomi konulu dergileri de takip etmeye çalışır ve okurdu. Ve bir de yanından Cemal Süreyya’nın Tüm Şiirleri’ni eksik etmezdi.

Cengiz; kendisiyle savaş vermek demektir

Cengiz ile anılarımı Cengiz’in 2010’daki süreci öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmalıyım sanırım. Çünkü Cengiz’i daha yakından tanımam, o hapishaneden çıktıktan sonra oldu. İstanbul’a geldiğinde ben artık Özgür Gelecek gazetesinde çalışmaya başlamıştım ve bir süre sonra o da bizimle birlikte burada olacaktı. 8 aylık tutsaklığın ardından büroya geldiğinde “göbek yapmış”tı (daha doğrusu uzun yıllar onun ayrılmaz bir parçası olan göbeğini büyütmüş) ve çayını koymak için sehpa niyetine göbeğini kullanıyordu. O günden itibaren Cengo ve göbeği bizim geyik malzememiz olmuştu. Göbeğini seviyor ve onu tanıyan herkesin bildiği ev ve günlük işlerdeki tembelliği ve gönülsüzlüğünün bilincinde kendisiyle barışık yaşıyordu. Tüm bu özelliklerinden kaynaklı kendisi ile “koala” arasında çok benzerlikler olduğunu söylüyor ve koalaları bu yüzden çok seviyordu. Gerillaya katıldıktan sonra bir koalanın başrolde oynadığı ve “Benim adım Cengiz” dediği reklamı her izlediğimizde kahkahalara boğuluyor ve Cengo’nun kulaklarını çınlatıyorduk.

Cengiz’in en önemli özelliği tam da buydu; kendisiyle barışık ve gündelik yaşamda insanların canını sıkan ve moralini bozan birçok şey ona küçük gelir, insanların kendilerine neden bu kadar çok yüklendiğini anlayamazdı. Ancak tam da bununla özdeşleşen başka bir özelliği daha vardı ki; o da karşısındaki anlamak için sarf ettiği çabaydı. Anlamadığı, anlam veremediği şeyleri anlamak için (uzun konuştuğu kadar) uzun uzun dinler ve daha iyi anlamak için sorular sorardı. Ve gerçekten karşıdakinin ne söylediğini anlamaya çalışırdı. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda cahil olduğunu belirtir ve kadın mücadelesinin deneyimlerini anlamaya çalışırdı. Çevresindeki kadınların onun kişiliğinin oluşmasında ve olaylara yaklaşımlarının derinleşmesinde çok ciddi emekleri olduğunu söylerdi.

03Cengiz’in örgütün ilke ve kurallarına bağlılık konusuna ciddi anlamda önem verdiği bilinir. Bu konuda çok tartışır, tavizsiz davranırdı. “Yakın arkadaşım”, “sevgilim”, “dostum” demez, kimsenin deyim yerindeyse gözünün yaşına bakmazdı. Hele hele bir zamana damgasını vuran “Ben senin hatalarını görmeyeyim, sen de benimkileri görme”ci hareket tarzını sevmez ve aksine bu hataya düşmeyeyim diye bazen sekter bile davrandığı olurdu. Çünkü YDG’de bir döneme damgasını vuran, ciddi sorunlar yaratan, liberalizmle bezeli önderlik anlayışından çok çekmiş (ki bu anlayışın dönem dönem kendisi de bir parçası olmuştu) ve artık bundan kurtulmak gerektiğini düşünüyordu. İşte bu yaklaşımı nedeniyle, bu ilkeselliği yüzünden seveni olduğu kadar sevmeyeni de çoktu.

Cengiz bence tam da devrimcileşme sürecinde kişinin kendisiyle verdiği savaşın beden bulmuş haliydi. Çok hata yapar, zaman zaman sekterliğe zaman zaman da onun kardeşi olan liberalizme düşerdi ama her hatasından bir sonuç çıkarırdı. Her yaşadığını heybesine doldurur ve kendisine, yoldaşlarına hayat dersi yapardı. Onun ailesi ile olan ilişkiler konusundaki net tutumu kendi yaptığı hatalardan ve yoldaşlarından öğrendiklerinden doğru ortaya çıkmıştı. Duygusal ilişkilerinden yoldaş ilişkilerine kadar yaşadığı onca deneyimlerini; zaaflarını, bağımlılıklarını, sınıf mücadelesinden geriye düşüşlerini hep bir fırsat olarak değerlendirmiş ve daha ileriye atılmak için kullanmıştı. Onu sadece eksikleri ile görenlerin, görmek isteyenlerin onu anlama ve ondaki devrim mücadelesinin gelişme süreçlerini kavrama şansı pek yoktur!

Örgütün zorlu ve darbe yediği dönemlerde ona sırt dönmeyen, örgütle bütünleşebilen ve devrim iddiasını kaplumbağa misali hep sırtında taşıyan bir devrimciydi Cengo. Onu; okuma-yazma, araştırma konularındaki heyecanıyla, tartışma ortamlarındaki hararetiyle, yoldaşlarına bir şeyler öğretebilme ve onlardan öğrenme isteğiyle, gündelik sorunların örgütlü bakış açısıyla ele alınmasındaki devrimci tutumuyla ve kendisine dönük eleştirilere açıklıkla hatırlayacağım her zaman. Çantası sırtında, o şehir benim bu şehir senin, mızmızlanmadan örgütün kendisine verdiği görevi yerine getirmek ve başta T. Kürdistanı olmak üzere ülke genelinde gençlik örgütlenmesinin inşası için verdiği emekle hatırlayacağım.

Hatırlayacağım/z, unutmayacağım/z.

(Bir yoldaşı)

* Fatma Acar: Dilek parti isimli TİKKO gerillası Fatma, 2 Şubat 2011’de Dersim’de barınağın çökmesi sonucu 4 kadın yoldaşı ile ölümsüzleşti.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu