GüncelManşet

Çünkü hala hayatın düşlere borcu var

Gever: Uzun bir yolculuğun ardından Wan üzerinden geçerek Gever’in yolunu tuttuk. Dağların arasından geçen yoldan geçerken kimi kurak kimi yeşil bu coğrafyaya dönük tutkunun salt fiziki yapısıyla ilgisi olmadığını bir kez daha anlamış durumdaydık. Her taşı, her yamacı, tepesi, dağı direnişin güzelleştirdiği ve tapılası hale getirdiği bir coğrafyaydı burası.

Yola çıktığımız İstanbul’dan 1.825 km uzaktaydı Gever. Ama bu uzaklık sadece binlerce kilometre ile sınırlı bir uzaklık değilmiş. Burada yaşanan savaşa ve direnişe, yıkıma ve buna karşı yeniden ayağa dikilme çabasına olan uzaklık da en az bu 2 bin kilometrelik mesafeye yakın demek abartı olmayacaktır. Bunu kendi kendinize fark etmeseniz bile devletin kolluk güçleri bir şekilde anlatacaktır.

Gever “Sınır Kapısı”!

Bu duygularla Gever “sınır kapısı”na vardık. Sınır kapısı diyoruz, çünkü burada asker tarafından kurulan kontrol noktası “sınır kapısı” özelliği taşıyor. Her araç durduruluyor, herkesten kimlik alınıp GBT’ye tabi tutuluyor, hele de o bölgeden değilsen nereye ve neden gittiğine dair sorguya çekiliyorsun. Bizim açımızdan da aynı uygulama geçerli oldu. Wan-Gever arası çalışan minibüste beklerken ismimizle çağrıldık ve askerin siperleri arasına gizlediği küçük ofisine götürüldük. Kimdik, nereden geliyorduk ve neden geliyorduk?

Sorgulamaları kısa kısa yanıtlarla geçirerek yeniden minibüsün olduğu bölgeye geldik. Burada sorgulamalar sürünce “Bölgede yaşamayıp dışarıdan gelenlere giriş yasak mı?” diye sorduk ve yarı alaylı sırıtan asker “Biz sizi teröristlerden korumaya, güvenliğinizi almaya çalışıyoruz” dedi. Şehri yıkan, insanları gözünü kırpmadan katleden, insanların evlerini talan edenlerin emir kulu olan bu zat, şimdi bizim güvenliğimizi almanın derdine düşmüşmüş(!). “Biz Yüksekova halkına güveniyoruz” diyerek “sohbetin” uzamasını istemediğimizi belirttik ve buz gibi esen rüzgarın ardından “Konuyu başka yerlere çekiyorsunuz” diyen asker bizi uğurlamak zorunda kaldı. Bu sınır kapısını aşmakla iş bitmiyordu, bu kez şehir merkezi girişinde polis tarafından kurulan kontrol noktasına takıldık. Yine tüm araçlar durduruldu, kimlikler alındı. Yine minibüsten çağrılarak ne için geldiğimiz üzerine sorguya çekildik. Bu daha kısa sürdü ve yola devam ettik. İstikamet gönüllülerin barındığı belediye garajıydı.

Kısa bir tanışmanın ardından özellikle kadın arkadaşlarla hoş sohbetler gerçekleştirdik ve buradaki çalışmalar üzerine konuştuk. İlk gün insani yardımların bölüşülmesi, bölgedeki yıkımın ve ihtiyaç sahiplerinin tespit edilmesi için yapılan çalışmaların bilgisayar ortamına geçirilmesi için yapılan bilgi işlem çalışmalarına dahil olduk. Bu çalışmaları kayda geçirirken bölge halkının genel durumuna da bir derece hakim olmuştuk. Bölgedeki aileler nüfus olarak kalabalık, işsizlik neredeyse % 90’a varmış durumda (geri kalan az sayıda kişinin bir kısmı “serbest”, bir kısmı esnaf, bir kısmı da belediyede çalışan), işsizliğe paralel sosyal güvence artık bir karşılığı kalmamış olan Yeşilkart ile sınırlı… Azalmış olsa da hala iki kadınla birden evlenen erkekler mevcut.

Yolculuk, bilgi işlem derken gecenin ilerleyen saatlerinde yorgun bir şekilde gönüllüler için hazırlanmış çadırlardaki yataklarımızda dinlenmeye çekildik. Çadırlarının önünde sohbet etmeyi sürdüren bu güzel insanların sohbetleri kulaklarımızı doldururken güne daha dinç uyanabilmek için uykuyu tercih ettik.

Kahvaltımızı yapar yapmaz Mezarlık Mahallesi’nde ailelere dağıtım yapılacağı duyurulunca oraya gittik. Burası “orta hasarlı” olarak adlandırılan bir mahalle. Ancak mahallenin okulu özellikle harap edilmiş, dersliklerine girilmiş, kapıları sökülmüş, pencerelerin yerini kocaman oyuklar almış ve yer yer de yakılmış. Hemen hemen her evde kurşun, yanık izleri ve yıkım var.

Gever’de yalnızca üç gün kalabiliyoruz. Gönüllü olarak çalışmaya katılanlar açısından aslında çok az bir zaman dilimini kaplıyor bu üç gün. Yaz boyu gözümüz kulağımız burada olacak… Bir kez daha gelme isteğini içimizde tutarak yeniden yola düşüyoruz. Gördüğümüz yıkıma karşı dilimizde Yılmaz Odabaşı’nın mısraları: “Umuttan umudu kesmemek istiyorum/Çünkü hala hayatın düşlere borcu var…”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu