GüncelManşet

Dünyanın yükü onların omzunda

Bundan tam 38 yıl önceydi… İşkenceyle öldürülüp babasına parça parça verilmişti İbrahim Kaypakkaya. Babası Ali Kaypakkaya onu görme umuduyla gitmişti Diyarbakır’a, ancak oğlunun parçalanmış bedenini verdiler. “…Oradan bi hamal tuttum, o adam öylece baktı. Ondan sonra ‘Ne bu’ dedi. ‘Öğrenciydi’ dedim. ‘Burada işkencede öldürdüler, Çorum’a götürecem’ dedim. Diyarbakırlı hamal ağlamaya başladı, ‘Ben almayayım o 5 lirayı, helal olsun’ dedi. Ağladı, yürüdü gitti.”

Yazıma Kaypakkaya yoldaşı taşıyan hamalla başlamak istedim. Bugün bir hamalla röportaj yaptım. Röportaj bittikten sonra büroya giderken yol boyunca düşündüm. Öğrencilikten ve küçük burjuva bir yaşamdan geldiğim için, ne kadar da uzakmışım hayatın yükünü taşıyanlara. Bir an için rahatsız oldum durumumdan. Nasıl oluyor da en çok ezilen kesime bir devrimci olarak bu kadar uzak olabiliyorum diye. İbrahim yoldaş aslında yüzümüzü nereye çevirmemiz gerektiğini bize yıllar önce söyledi. Muzaffer Oruçoğlu şöyle anlatıyor: “…hamallara karşı çok derin bir sevgisi vardı. Parti kadroları içinde en çok hamalları seviyordu. Diyordu ki bu adam bu kadar çalışıyor ama bu çalıştığını bakışlarıyla, sözleriyle, davranışlarıyla hiç açığa vurmuyor. Bu korkunç bir şey. Bu, peygamberlik gibi bir şey.”

Beyazıt’a gidenler kesinlikle yük taşıyan hamallarla karşılaşmıştır. Ben de onlardan biri ile röportaj yapmak, onların sesini gazeteden doğru sizlere duyurmak için fotoğraf makinemi ve ses kayıt cihazımı alarak Beyazıt’a gittim. Önümden geçen bir hamalı durdurdum ve röportaj yapmak istediğimi sordum.

Önce beni bir süzdü. Gözlerinde “bu da kim” ifadesi vardı. Çok terliydi ve yüzü genç olmasına rağmen yorgundu. Yorgun ama tok sesiyle taşıması geren çok mal olduğunu söyleyerek uzaklaştı. Bulunduğum yerden adeta karınca gibi oradan oraya yük taşıyan, ter kan içerisinde kalmış bir sürü hamal vardı. Ben birkaç kişiye daha sordum ama sonuç aynıydı. Gölgelik bir yer buldum. Sıcaktan mahvolmuştum. Sonra kendi kendime kızdım ve ayağı kalktım. Bu sıcakta biraz yürüdüğüm için yorulmak lükstü, çevremde onlarca kilo taşıyan insanlar varken.

Sonra bir köşede bekleyen genç, esmer ve yorgun bakışlı bir hamal gördüm ve yanına gittim. Aslında yüzü hiç yabancı değildi ama nereden tanıdığımı da hatırlayamadım. Röportaj sırasında nerden tanıdığımı öğrenecektim. Yanına gittim. O da beni tanımış olacak ki gülümsedi. Selamlaştık. Röportaj konusunda biraz tereddüt etti ama ikna ettim. Hemen bir çay söyledi ve sohbete başladık. Gelin isterseniz neler konuştuk bir bakalım.

Adı Ahmet olan arkadaşıma ilk olarak günlük yaşam akışını sordum. Bir günü nasıl geçiyordu? “Saat sabah 9’dan akşam 9’a kadar günde yaklaşık 12 saat çalışıyorum. İstanbul Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi öğrencisiyim” dedi. Aynı okuldaydık ve ben nereden tanıdığımı o zaman anlamıştım. Eylemlerde ve etkinliklerde arkadaşla daha önceden karşılaşmıştık. Daha sonra konuşmasına: “Yazın devamlı çalışıyorum, okul olduğu zamanda hafta sonu ve okul çıkışı çalışıyorum. Ailemin ekonomik durumu iyi olmadığı için çalışmak zorundayım. Devlet öğrenci olduğum ve ihtiyacım olduğu halde burs vermedi. 6 kardeşiz ve benim çalışmaktan başka çarem yok. Ailem Siverek’te yaşıyor” diye devam etti sözlerine. Sonra çayını yudumladı Ahmet. Etraftaki diğer hamallar önümüzden geçmeye devam ediyorlardı; yorgun, solgun ve terli…

Yaptığı iş riskli bir işti. Sürekli arabaların olduğu caddeden geçmek ve hızlı olmak zorundaydı. “Sigortan var mı?” diye sordum. Hafif gülümsedi. Ama gülümsemesinde memnuniyet değil de acı vardı. O acıyı sadece orada Ahmet’in gözlerine bakan görebilirdi. “Yok” dedi. Yüzündeki acı gülümseme dilinde somutlaşmış ve sessiz bir çığlık oluvermişti. Benden başka kimse duymamıştı o “yok” kelimesini ama o herkese haykırmıştı. Ben sonradan gereksiz bulduğum ama sizinle de paylaşmak istediğim bir soru yönelttim. “Bir yerin ağrıdığında ya da rahatsızlandığında ne yapıyorsun?” dedim. Bana “acılarla yaşamaya alışmış bir halkız biz. Onlarla başa çıkmasını da hayat bize öğretti” diyerek gerekli cevabı verdi. Ben bu cevaptan sonra durdum. Bir yudum çay aldım. Ne kadar da haklıydı. Soruya ne kadar güzel bir cevap vermişti.

“Kürt kimliğinden ve insanların maalesef hamallara olan üsten bakışı yüzünden karşılaştığın zorluklardan biraz bahseder misin?” Ahmet: “Ben hırsızlık yapmıyorum, kimsenin hakkını yemiyorum bu yüzden insanların küçültücü bakışları çok umurumda değil. Alınterimle okul paramı çıkarıyorum ve aileme destek veriyorum. Utanılacak değil onur duyulacak bir durum bence bu.” Peki günde ortalama 12 saat çalışan ve fiziki olarak aşırı yıpranan Ahmet kaç para alıyordu? Bu yazıyı okuyan ve Türkiye’deki işçi sınıfına dair biraz kafa yoran herkes tahminde bulunabilir belki ama ben duyduklarımdan sonra bir kez daha meselenin ciddiyeti konusuna kafa yormam gerektiğini anladım. Ahmet günde 40 ya da 50 TL alıyordu. Hatta bazı günler daha az aldığı oluyordu.

Ahmet işçi kimliğiyle eziliyordu ama bir de Kürt kimliği vardı. Buradan doğru ona soru sormamak olmazdı. Suruç’ta yaşanan katliam ve sonrasında gelişen olaylara dair yorumunu almak istedim. Hem siyasi bilimler öğrencisi, hem Kürt kimliği hem de bir hamal olarak ne düşündüğünü merak ettim. Ahmet: “Gençler sol görüşlü olduğunda, devrimci demokrat olduğunda devlet için ciddi bir tehlike oluşturuyor. Suruç’taki vahşetin temelinde de bu yatıyor. Ama bizler tüm kimliğimizle mücadeleyi büyütmeliyiz. Çünkü tek kurtuluş yolunu bizlerin örgütlü mücadelesi açacaktır” dedi. Bu konuşmasından sonra “umut” gördüm gözlerinde Ahmet’in. Ona “yarından umudun var m?” diye sordum. Böyle bir soru yoktu aklımda. Ama “tek kurtuluş yolunu ancak biz çizeriz” dediğinde bu soruyu sorma ihtiyacı duydum. Ahmet’in umudu vardı evet. “Ama devletten değil benim umudum ezilen halklardan ve işçi sınıfından” dedi. Umutsuz yaşanmaz ki zaten. Umut biziz ve bizim bereketli ellerimiz. Öyle değil mi? Sustuk. Bardaktaki son çayı yudumladık. Sonra kucaklaşıp ayrıldık. O umudun yükü ile geride kalırken ben kafamda bir sürü soru ile büronun yolunu tutmuştum. Öğrenmiştim. Emin olduğum tek şey buydu. (Bir ÖG çalışanı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu