EkolojiGüncelMakaleler

EKOLOJİ | Çılgınlıktan çıldırışa: Kanal İstanbul Projesi

Proje en başta canlıların yaşam kaynağı olan su havzalarının ve ormanların yok edilmesine neden olacak. Deniz ekosistemini bozacak olan projenin kanal yapımından çıkan hafriyatın Karadeniz’i doldurmak için kullanılacağı düşünüldüğünde projenin nasıl boyutlu bir ekolojik krize sebep olacağı sonucunu çıkarmak zor değil. Sulakların kuruması göçmen kuşları da etkileyecek yerde dururken doğanın dengesinin bozulması ile eşanlamlı bir yere düşüyor proje.

2011 yılında “çılgın proje” olarak R.T.Erdoğan tarafından açıklanan, “en büyük hayalim, hülyam” diyerek ardısıra çeşitli tarihlerde gündeme getirilen ve en nihayetinde geçtiğimiz günlerde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan tarafından TBMM’de yapılan açıklama ile yapımına başlanacağı duyurulan Kanal İstanbul Projesi siyasi, ekonomik, ekolojik ve halk sağlığı açısından pek çok soru işareti ile karşımızda duruyor. Montrö Antlaşması bağlamında emperyalistlerle olan ilişkilerden ranta açılması planlanan bölgenin sermayedarlarda nasıl bir karşılık bulacağı, bu karşılığın halkın cebine yansımaları, üçüncü havalimanından üçüncü köprüye yok edilen doğanın yeni bir katliamla karşı karşıya kalışı ve bunun halk sağlığına olan etkisi bu soruların alt yapısını oluşturuyor kuşkusuz.

Avrupa yakasında Karadeniz’den Marmara Denizi’ne uzanması tasarlanan bir suyolu projesi olarak Kanal İstanbul, İstanbul Boğazı’ndaki deniz yolu trafiğinin artışına karşı bir çözüm olarak gösteriliyor. Bu anlamda hangi bilimsel veriye dayandırıldığı bilinmeksizin 2071’de gemi trafiğinin 86 bine çıkacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ayrıca boğazdan geçen tehlikeli yük taşıyan gemilerin sayısındaki artışın boğaz güvenliğini tehlikeye attığı öne sürülürken bugün İstanbul Boğazı’ndan geçen gemilerin büyük çoğunluğu dökme yük taşıyan gemilerden oluşması bu gerekçeyi de boşa çıkarıyor.

Yani Kanal İstanbul’un İstanbul Boğazı’nın kullanımının rahatlaması için projelendirildiği lafügüzaftan öteye gidemiyor. Esasta Kanal İstanbul projesinin AKP şahsında TC devletinin hangi ihtiyacının ürünü olduğu ise bir çok yanıyla incelenebilir. ABD-Rusya arasındaki emperyal rekabetten siyasi olarak nemalanma derdinden projenin yapılandırılacağı bölgenin ranta açılmasına; bu eksende yoksulun cebinden çalıp zenginin cebine aktarma kaygısına; beraberinde halk sağlığının tehdidinden doğa tahribatına pek çok sorunsal karşımızda duruyor.

Koz niyetine Kanal İstanbul

Kanal İstanbul projesini siyasi açıdan ele aldığımızda ilkin karşımıza Montrö Antlaşması çıkıyor. Montrö Antlaşması uluslararası düzlemde İstanbul Boğazı’nın kullanımını belirleyen, esasta Karadeniz’e kıyı ülkelerin askeri açıdan kendini güvene almasını sağlayan bir yerde duruyor. Rusya açısından bu antlaşmanın bağlayıcı bir yanı mevcut. TC devletinin Rusya’da S-400 füzeleri almasıyla beraber gerilen ABD ile ilişkilerini yumuşatma girişimi olarak da ele alınabilecek bir yerde duran Kanal İstanbul, bu açıdan ABD’nin TC devletine dair bir sınavı olabilir. Çünkü ABD Montrö Antlaşması’nda imzacı değil ve İstanbul Boğazı’nı kullanımda ABD’yi bağlayan yan, askeri açıdan Karadeniz’e girişinin önünün tıkalı olması.

Ortadoğu’daki savaş düzleminde somutlayabileceğimiz Rusya-ABD arasındaki emperyal rekabetin TC devleti açısından bağlayıcı pek çok yanı bulunuyor. Dönem dönem Rusya’ya ya da ABD’ye yaklaşan, siyasi ve ekonomik çıkarlarını karşılayabilecek tarafı ölçüp tartarak bu yaklaşımını belirleyen TC devleti, henüz tarafını seçmese de emperyal rekabetten elinden geldiğince yararlanma çabasındadır. TC devletinin “Koparabildiğim kardır” anlayışı olarak bu süreci ele alabiliriz. Diğer yandan Kanal İstanbul’un bu denli gündemde olduğu bir süreçte, İstanbul Boğazı’nın kullanımı kendisini birebir ilgilendiren Rusya’nın sessizliği 8 Ocak’ta Türk Akımı Doğalgaz Projesi için Türkiye’ye gelmesiyle bozulabilecek gibi. Bu ziyarette sadece proje değil, Suriye ve Libya üzerinden savaş politikalarına dair görüşmeler de gerçekleştirilecek kuşkusuz.

Siyasi ve ekonomik bağlamda uzun zamandır yönetememe krizi yaşayan ve bu kapsamda beka tartışmaları eş güdümlü faşizmini boyutlandıran TC devleti, boğulmakta olduğu sularda AKP aracılığıyla çıkmaya çalışmaktadır. Erdoğan/AKP ise elindeki tüm kozları kullanarak bu sürece karşılık bulmaya çalışmaktadır. Kanal İstanbul’dan Libya seferine tüm hamleler, bu kozlara dair görüngülerdir.

Kanal İstanbul: Yeni vergiler ve zamlar

Bu proje kapsamında bölgenin ranta açılması ise meselenin diğer bir yüzü. Kanal İstanbul Projesi’nin maliyeti 100 milyar lira olarak hesaplanırken bu paranın halka daha fazla vergi ve zam ile yansıyacağı açık. İşsizliğin bu denli gündemde olduğu bir süreçte, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un hesabıyla proje kapsamında 10 bin kişiye iş sağlanacağı açıklamaları esasta sermayedarlara rant üretiminin kapısının aralanması ve istihdam sağlanması gerçekliğinin üzerini örtmeye dönük.  Halkın cebinden çıkacak olan 100 milyar için ellerini ovuşturanlar projenin gerçekleştirilmesini büyük bir heyecan içerisinde bekliyor. Bu heyecan içerisinde bekleyen kesim ise hiç kuşkusuz AKP’nin ekonomik olarak kendisini yasladığı inşaat sektörü. Proje ile bölgede yapılacak konutlar, yol bağlantılarının oluşturulması bir avuç azınlığın cebine girecek milyarları ifade ederken çoğunluğun yani halkın sırtına binen maliyetten geçiyor. Ki bunun örneklerini 3. havalimanından 3. köprüye, Osmangazi Köprüsü’ne ve nicelerinde gördük.

Sorun şu ki R.T.Erdoğan ve şürekası bahsini verdiğimiz örnekler üzerinden halkı yanına çekebiliyordu. Çünkü köprü ve havalimanı gibi örnekler direkt halkın yaşamını bağlayan ve yaşamı kolaylaştırma odaklı vaatlerle halkın ikna edilebileceği bir yerde duruyor. Ancak Kanal İstanbul projesinin halkın yaşamına ilişkin temasları çok az. Bu da projenin iptaline ilişkin yapılan itirazların bu denli çok olmasının sebeplerinden biri. Ancak başlı başına bir sebep değil. Projeye gelen itirazlar AKP’nin ikna edici zemin yaratmasının zorlukları ile de alakalı olduğu kadar  ekonomik krizin halka yansımaları ile de alakalı. Yoksulluğun ve işsizliğin bu denli gündemde olduğu bir süreçte halk yeni vergi ve zamlarla karşılaşmanın zemini hazırlayacağı girişimleri istemiyor.

Doğanın dengesi alt-üst edilecek!

Kanal İstanbul’un doğada yaratacağı tahribat ise bir çok bilim insanı ve meslek odalarınca ortaya konuluyor; genel kanı Karadeniz-Marmara dengesinin bozulmasının ciddi çevre risklerini tetikleyeceği yönünde. Proje en başta canlıların yaşam kaynağı olan su havzalarının ve ormanların yok edilmesine neden olacak. Deniz ekosistemini bozacak olan projenin kanal yapımından çıkan hafriyatın Karadeniz’i doldurmak için kullanılacağı düşünüldüğünde projenin nasıl boyutlu bir ekolojik krize sebep olacağı sonucunu çıkarmak zor değil. Sulakların kuruması göçmen kuşları da etkileyecek yerde dururken doğanın dengesinin bozulması ile eşanlamlı bir yere düşüyor proje.

Bu durumun diğer canlılarda olduğu kadar insan yaşamında da etkileri mevcut elbette. Kanalın yapımında çıkacak asbestin kanser vakalarını çoğaltmasından fay hattının bulunduğu bölgede olası İstanbul depreminin tetiklenmesine, tahıl üretiminin olduğu bölgede tarımın imkansız hale gelmesine, ormanların yok olmasına ve dahasına; Kanal İstanbul Projesi doğanın dengesini alt üst edecek bir yerde dururken ayrıca tüm canlıların da göreceği zararın adı haline geliyor.

Sonuç olarak Kanal İstanbul Projesi’ne karşı durmak yaşama sahip çıkmak, yoksulluğa karşı durmak, TC devletinin bekasını sağlama almak üzere ürettiği saldırı politikalarını boşa düşürmek ile eşanlamlı bir yerde dururken “çılgın proje”nin yaşanan krizin hakim sınıflarda yarattığı çıldırma hali olduğunu söylemek mümkün.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu