MakalelerPusula

Ferguson ʼun yarattığı çağrışım ve korkular!

ABD’nin Ferguson kasabasında Michael Brown adli siyahî bir genci vuran polisin mahkeme jürisi tarafından suçsuz bulunup, yargılanmasına gerek olmadığına karar vermesi tüm ABD’de yaygın protestolara neden oldu, büyük bir öfke doğurdu. Geniş kitleler Amerikan sisteminin irk ayrımcılığı içeren toplumsal sistemine karşı birikmiş öfkesini bu vesileyle ifade etmektedir.

ABD’nin ilk siyahî başkanı Obama, jürinin aldığı kararı kabul etmek gerektiğini, Ferguson’da olanları bahane ederek şiddete başvuranlara hiçbir sempati duymadığını ama toplumun bazı kesimlerine adil davranılmadığı duygusuyla hayal kırıklığı yaşayanları anladığını söyledi. Protesto gösterilerine yönelik barışçıl ve barışçıl olmayan ayrımı yaparak saldırmak gerici her egemen sistemin, sorunun gerçek muhtevasını karartmak için izlediği bir yöntemdir. Hakli mücadelelerin ve tepkilerin meşruiyeti bu şekilde karartılmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılır.

Al birini vur ötekine!

“Arap Baharı”nda Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin bin Ali, Muammer Kaddafi gibi diktatörler halk tepkisini “bunlar terörist” diye karşılayıp yerle bir olurken; Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen gibi ülkelerde gerçekleşen protesto gösterileri ayni argümanla bastırılmıştır. Yine Beşar Esad’ın da iç savaşta en güçlü argümanı “terörizm, şiddet yanlıları” ile mücadele olmuştur. İsrail’de Filistin’e karşı yıllardır ayni argümanlarla sürekli ve kararlı bir şekilde saldırmakta, katletmekte ve Filistin halkının silahsızlanarak kaderlerine boyun eğmesi durumunda “belki” bazı gelişmeler olabileceğini söylemektedir. TC’de ise bu yaklaşım kadimdir. Son 40 yılda Kürt ulusal mücadelesi “terörizm, şiddet” gerekçesiyle en barbar yöntemlerle bastırılmaya, Kürt ulusu en vahşi katliamlara, işkencelere, yerinden etmelere tabi tutulmaktadır. Yakin zamanda ise Gezi İsyanı’yla ortaya çıkan tepkiye “barışçıl olan, çevreci olan kardeşler” ve “terör yanlıları, Vandallar ve darbeci olan” kötü niyetliler şeklinde tasnif ederek saldırmıştır. Bu şekilde tepkilerin demokratik, hakli ve meşru içeriği tümüyle silikleştirilmeye ve berhava edilmeye çalışılmıştır. Bu Almanya’da, İtalya’da, Yunanistan’da ya da ABD’de de gerçekleşse mesele biraz farklılık içerse de yine şiddet, terör bağlamına oturtularak ele alınmaktadır.

Bu balgamda egemen güçlerin kendi dışlarında ise sorunu demokratik tepki, insan hakları vs. gibi ele alıp birbirlerinin sıkıştırmanın, kendi içlerinde ise terörle, şiddetle mücadele diyerek saldırması artik bilindik ikiyüzlülüğün gizli kapaklı olmayan halleriyle yaşanmaktadır. Bu ortak payda ve ikiyüzlülük artik bir bunalım ve kriz yaşamaktadır. Toplumsal hareketlere saldırarak yaşattığı meşruiyet bunalımı, onlar için ayni zamanda bir yönetme bunalımını da doğurmaktadır.

Ferguson’a bugün egemen sınıfları ve onun kamuoyu oluşturma aygıtları ziyadesiyle ilgi göstermektedir. Özellikle Avrupa ve ABD’den Gezi İsyanı sırasında devletin yaklaşımına yönelik gelen eleştiriler bu ilgiyi canlı kılmaktadır. Yandaş medya uzun zamandır Avrupa’da ve ABD’de herhangi bir toplumsal olayda polisin olası şiddetini “güçlü sensorlarıyla” algılamakta ve “bakin demokratik ülkelerde polis neler neler yapıyor, bizim polisimiz bunların eline su bile dökemez” havasında servis etmekteydi. Son Ferguson olayını da ayni medya ayni bakış açısı ile anbean sunma gayretinde. Bu şekilde Gezi’de ya da herhangi bir toplumsal olayda gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olan polis ve devlet şiddetine meşruluk yaratmaya çalışmaktadır. Herhangi bir devletin kendine yönelik darbe girişimine, şiddet eylemine, terör girişimine karşı vereceği tepkinin ortak olduğunu,“demokrasi”nin de bunu gerektirdiğini iştahlı ve ağızlarından tükürükler saçarak propaganda yapıyorlar.

Türk faşizminin burjuva demokrasisi ile imtihanı!

Bir yandan Avrupa ve ABD eleştirisi yaparken diğer yandan oraların kendilerinin kıblesi olduğunu da bu kıyaslamaları yaparken göstermiş oluyorlar. Liberal demokrasi anlayışının mabetlerini örnekleyerek kendi faşist anlayışına dayanak oluşturmaya çalışıyorlar. Kuşkusuz bu liberal burjuvalarla yürütülen polemikte ve kavgada güçlü argümanlara da dönüşebiliyor. Bati tipi demokrasi tapınıcılarına karşı toplumsal muhalefetin hedef alınması ve devlet şiddetinin, sopasının gösterilmesi hiç kuşkusuz bu tapınıcıların da, onların iktidardaki türevi olan hükümetinde büyük çıkarlarına uygundur. Zira toplumsal eylemler ve hareketler bu egemen kesimlerin çeşitli klikleri için birbirlerini sıkıştırmak için kullanılan bir dolgudur. Çünkü “bati tipi demokrasi” âşıkları da her gün şiddete, teröre karşı olduklarına dair yeminler ediyorlar. Onların bu yeminlerinin halkın özgürlük, demokrasi, hak taleplerine karşı edilmiş yeminler olduğundan şüphe duymamak lazım.

Ancak en nihayetinde burjuva demokrasisi ile faşizm arasında da biçimsel farklar olduğunu bu polemikler karartamaz. Burjuva demokrasisinde geniş kesimlerin ekonomik, sosyal ve demokratik hakları ile faşizm koşullarındaki durumu kıyaslamak bile bunu açığa çıkarabilir. Ama asil mesele faşizmin yerine halkın burjuva demokrasisi taleplerine mahkûma dilmesi çabasıdır. Bu kıskaca sokulmasıdır. Bugün burjuva demokrasisinde yaşayan kitlelere var olan yetmediği gibi, faşizm ve daha baskıcı rejimler altında yaşayan kitlelere de var olan gömlek dar gelmektedir. Bu ikisi arasında halkın tercihe zorlanması, bir dolgu olarak kullanılması, ezilen kesimlere “kırk katır mı kırk satir mi” tercihi yaptırmak anlamına gelmektedir.

Emperyalist sistemin parçası olan, burjuva demokrasisinin de onun bağrından çıkan faşizmin ve çeşitli baskıcı siyasal yönetimlerin de, çeşitli düzey ve boyutlarda, farklı görüngü ve niteliklerde bir kriz içinde olduğu, artik toplumsal memnuniyetsizliğin ve tepkilerin bunu açık edecek şekilde kendini gösterdiği bir dönemden geçiyoruz. Egemenler kendi dışındaki güçlerin açık ve zaaflarını göstererek ya kendi yaptıklarına kitleleri ikna etmeye çalışıyor ya da birbirleriyle olan örtülü kapışmalarını bunları kullanarak sürdürüyorlar.

Ancak bu noktada AKP’nin ve Türk devletinin en önde bayrağı salladığını ve bugün yaşadığı iç ve diş politikadaki krizi bu yolla hafifletmeye çalıştığını görmekteyiz. İdealist kafa yapıları ile açık ve geniş kesimlerin aklıyla dalga geçen bir yöntemle hareket ettiklerini görüyoruz. Ferguson olaylarını da bu gözle ele alan yaklaşımları dikkat çekiyor. Bir yandan “bakin Brown’u vuran polis orda yargılanamıyor bile ama bizde Gezi’de öldürülen polisler müebbetle yargılanıyor” diyerek kendilerinin aslında ABD’den daha ilerde olduğunu ispatlamaya kalkışanlardan; Obama’nın şiddete karşı hoşgörü ile yaklaşılmayacağı açıklamalarını, Türk polisinin tutumuna meşruluk kazandırmaya götürenlere; ABD’nin Türkiye’ye demokrasi eleştirisi getiremeyeceğine kadar uzatanlar mevcut.

Usta yalancıların hayal kırıklığı, kendini pazarlama telaşı!

Ama en enteresanı bu tip tepkilerin ve kalkışmaların sosyal, ekonomik, siyasal nedenlerine dair evrensel bir karakter kazandığını söyleyenlerdir. Afrika’dan Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Orta Avrupa’ya, Bati Avrupa’dan ABD’ye kadar genel bir sosyal memnuniyetsizlik yaşandığını, bunun 21.yy. karakteri haline geldiğini ifade eden AKP patentli değerlendirmeler söz konusudur (İbrahim Karagül,2 Kasım Yeni Şafak gazetesi).Bir yanıyla bunların verili sistemlerin yarattığı adaletsizlik, haksizliğin ürünü olduğunu da açıkça ifade ediyorlar. Ancak ayni kesimler dünyanın her yerinde yaşanan bu neviden itirazların, protestoların sosyal ve toplumsal temellerini irdelerken mesele TC sınırları içinde çıkan mezhepsel, ulusal ya da sınıfsal temelli hareketlere gelince toplumsal ve sosyal sorunlarla ele almayı bırakıp “diş güçler, komplo, darbe girişimi, lobi” gibi dışsal sebeplerle açıklamayı yeğliyorlar. Bu tutarsızlık kuşkusuz yemek yediği çanağa pislememe kaygısından kaynaklanmaktadır. Kendi dışındaki olayları iç dinamikleriyle, kendi içindekileri ise diş güçler ve gelişmelerle açıklamak bu büyük çıkardan ileri gelmektedir.

Ama bu kesimler ayni zamanda Türk medyasının maharetini de özgün bir yere koymaktadır. Gezi’de meseleyi nasıl da şeytanlaştırdıklarını, maniple ettiklerini, gerçeklikten ve bağlamından kopardıklarını över hale geldiler. Hatta İbrahim Karagül, Gezi’de esas başarının kendi manipülasyon ve yalan üretme kabiliyetiyle oluştuğunu ifade edecek kadar pervasızdır.“Açık söyleyeyim, iki olayda da geleneksel yöntemler yeterli olmadı. Olamayacaktı. Kamuoyu etkileme gücü yüksek çevreler harekete geçirilerek tehdidin önüne geçildi. Siyasi iktidara verilen kitlesel destek ve medya bilgilendirmesi olmasaydı tablo pek iç açıcı olmayabilirdi. (İbrahim Karagül,2 Kasım, Yeni Şafak).Bu sözler hem itiraf hem de Star ve Akşam Gazetesinde yaşanan son tasfiyelere karşı kadir kıymet bilinmediğine dair sitem amaçlıdır. Kendini pazarlamanın bu derece aşağılık karaktere büründüğünü görüyoruz.

Bu manipülasyon ve yaklaşım Türk egemenlerinin ve onun bugün hükümet eden kliği AKP’nin yaşadığı ve yaşayacağı krizin üstünü örtemeyecektir. Medyayla yalanlar, hileler üretmede çok mahir olabilirler, bugün için işlevli de olabilir. Bu konuda dünyada diğer devletlerden ayrıcalıklı bir noktada durduklarını da düşünebilirler. Ancak gerçekler, Gezi’nin ruhu, Kobanê Serhildanı’nın ihtişamı bu karşı-devrimci güruhun peşini bırakmayacaktır. Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler ve gelişmekte olan devrimci durum, onların Gezi ve Kobanê gibi kalkışmalarla ve yeni ve daha deneyim kazanmış yeni girişimlerle yüzleşmelerini engelleyemeyecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu