GüncelMakaleler

MAKALE | Halk Sağlığı, Gıda Güvenliği ve Ispanak Olayı

Suçlu bulmak isteniyorsa sorumlular bellidir. Halkın sağlığını hiçe sayan, üç kuruş daha fazla kar hırsıyla gözü dönmüş sermaye odaklarıdır.

Halk sağlığı için bir ürünü üretim aşamasından (tohumun fidenin toprakla buluşmasından) başlayıp köylünün veya üreticinin elinden çıktığı ve sonrasındaki tüm aşamaları sıkı bir şekilde kontrol etmek, denetim altında tutmak Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.

Tarım İl Müdürlükleri toplumun sağlığı için, halkın her kesiminin güvenli gıdaya ulaşması için tarım ve gıda mühendislerini atıl durumdan çıkartıp sahada aktif olarak konumlandırması gerekirken, bunların hiçbiri yapılmadığı için, zehirli ıspanak olayında olduğu gibi insan sağlığı hiçe sayılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, birinci derece sorumlu olduğu bu alanı uluslararası anlaşmalara attığı imzalara emperyalist kapitalist çok uluslu gıda ve ilaç sanayi tekellerine bırakmış, halkın sağlığı bir avuç komprador asalak burjuvanın eline terk edilmiştir (Bakanlığın eski adı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı iken mevcut iktidarın gıda ve hayvancılık ibaresini bakanlığından çıkarması gıda güvenliğine “verdiği” ya da vermediği önemi de göstermesi bakımından önemlidir).

Kamuya ait olan meyve-sebze hallerinde gıda kontrolü için laboratuar bulunmamaktadır. Ürünler tarladan, bahçeden çıktığı gibi hiçbir denetimden geçmeden hallere ulaşmakta, oradan da pazara ulaşmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte tarımsal üretim faaliyetlerinde biyokimyasal kullanımı üretimin ilk basamağı olarak kabul edilen tohumun tarlayla buluştuğu andan itibaren her tür kimyasal ilaç vb. maddeler toprağa tohum ile birlikte karışmaya başlıyor.

Bugün pazar için yapılan üretimin hepsinde insan sağlığı için riskli kanserojen zirai ilaç (pestisit) kullanılmaktadır. Kimyasal kullanımın yaygınlığı ziraat ve gıda mühendisliğinin sahada aktif olarak varlığını zorunlu kılıyor olsa da Tarım Bakanlığı bu alanı özel şirketlerin kontrolüne bıraktığı için şirketler üç kuruş daha fazla para için toplum sağlığı konusunda önlem almak şöyle dursun sınırsız kimyasal kullanımının önünü açıyor.

TMMOB Gıda Politikaları Çalışma Grubu öncülüğünde hazırlanan ve 2018 yılında basılan “Gıda Sanayii ve Mühendisler: Fabrika ve Toplumsal Yaşam Deneyimleri Araştırması”na göre Türkiye’de gıda mühendislerinin işyerlerinde bulundukları konuma uygun üretim sürecinde denetim yetkileri bulunmuyor. Mühendisler bilgi, beceri ve vasıflarını üretim sürecine aktaramıyor. Önemli bir bölümünün iş tanımı bulunmamakta, başka görevler üstlenmekte, mühendisler işyerlerinde eğitim almamaktadır. Üniversitelerde bilimin ve teknolojinin gelişimine paralel eğitim verilmediği için eskimiş bilgilerle hareket ediliyor.

Gıda mühendisleri içinde yaptığı işi mühendis olmayanlar da yapabilir diyenlerin oranı yüzde 39 gibi yüksek olması bu mesleğin içinin komprador sermaye tarafından bilinçli bir şekilde boşaltıldığını gösteriyor olabilir.

İstanbul, Kocaeli, Tekirdağ, Edirne vb. illerde yüzlerce insanın ıspanak gibi sağlık açısından önemli bir besini yedikleri için zehirlenip hastanelik olması tarım ürünlerinin denetimini ve ziraat ve gıda mühendisliğinin halk sağlığı için önemini göstermektedir.

Gıda güvencesi denilen durum, herkesin sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için besleyici gıdalara yeterli ve düzenli oranda güvenli bir şekilde ulaşmasıdır. Gıda güvenliği ise gıdanın üretim aşamasından başlayarak sofraya gelinceye kadar ki süreçte taşınmasından işlenmesine, hazırlanmasına, uygun koşullarda sağlıklı bir şekilde depolanması, paketlenmesi, besin değerinin korunması gibi aşamalarda oluşabilecek sağlık sorunları, risk taşıyan fiziksel, biyolojik ve kimyasal nitelikteki etkenlerin olumsuzluğunun engellenmesine yönelik yapılması gerekenlerdir. “Gıda güvencesi kavramının bir diğer parçası ise küresel açlıkla mücadele etmektir. İnsan Hakları Beyannamesinin 25. maddesinde de her bireyin sağlığını ve refahını temin edecek yeterli gıdaya ulaşma hakkı olduğu belirtilir. İnsanların beslenme ihtiyacı ertelenemez ve ihmal edilemez ihtiyaçların başında yer almaktadır.” (Türkiye Ziraat Mühendisliği VIII. Teknik Kongre Kitabı 1).

Özetle gıda güvenliğinin olmadığı bir yerde toplumunda sağlık güvenliği yoktur.

Neyin nasıl üreteceğini büyük tekeller belirliyor

Tarımsal maddeler ve diğer gıda maddelerinin barındırdığı biyokimyasal kalıntıların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri yıllardır gündemde olsa da siyasi iktidar partisi bu alanda olumlu adım atmak şöyle dursun var olan önlemlerin de içini boşaltıp tasfiye etmektedir. Buna kısa bir örnek vermek gerekirse, Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)’ların yaygınlaşması, çevre, doğa ve insan üzerinde yarattığı tahribatların artması sonucu Avrupa Birliği ve birçok ülkede GDO’lu ürünlerin satışına yasaklar ve ülkeye sokulmasına ağır yaptırımlar getirilmiştir.

AKP iktidarı bu konuda kamuoyunun baskısı sonucu ancak 2010 yılında “Ulusal Biyogüvenlik Kanunu” çıkarmak zorunda kaldı. Kanun kapsamında “Biyogüvenlik Kurulu” kurularak gıda güvenliği denetimini bu kurula devredilmiştir. Göstermelik olarak çıkarılan yasa pratik uygulamada sadece bebek maması gibi gıdalar içinde GDO’lu ürünleri yasaklamıştı.

Yasaya rağmen ülkeye kontrolsüz bir şekilde GDO’lü ürün getirilmekte, GDO’lu mısır hayvan yemi olarak kullanılmakta, GDO’lu tohum ekimi yapılmaktadır. Yasa ile kurulan Biyogüvenlik kurulu, geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin resmi gazetede yayımlanmasıyla kapatılarak Tarım ve Orman Bakanlığı’na devredilmişti. Bağımsız olması gereken bir kurul kendisini denetlemekte görevli olan bakanlığa bağlanarak kendi kendini denetleme görevi verilmiş oldu!

Siyasi iktidar partisinin tarım alanında uyguladığı neoliberal serbest piyasa ekonomi politikası emperyalist kapitalist gıda ve ilaç şirketlerinin iç pazara hâkim olmasıyla sonuçlanmıştır.

Köylü ve küçük meta üreticisi aile işletmeleri yetersiz, zayıf meta birikimiyle serbest pazar ekonomisinde kapitalist tekellerle ve büyük tüccar, aracı, tefeci karşısında savunmasız kalarak gıda şirketlerinin, büyük zincir marketlerin istediği biçimde tarımsal üretim yapmaya mahkûm hale getirildi. Gıda tekellerinin belirlediği ekonomi politikaları doğrultusunda yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde “Köylü, tarımsal sanayi komplekslerinin istediği ürünleri üretmeye zorlanmaktadır. Bu da ülkelerde yoğun borç krizinden istifade ederek, bu ülkeler kapitalizmin temsilcisi olan Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Birliği gibi kuruluş ve ülke toplulukları tarafından tarımları çok uluslu şirketlerin sermayesinin gereksinimleri doğrultusunda dönüşüme zorlanmaktadır.” (Çağdaş Tarım Sorunu, Zülküf Aydın, İmge Kitabevi).

AKP iktidarının 2006 yılında çıkardığı  “Tarım Kanunu” ve aynı yıl çıkardığı “Tohum Kanunu” ile birlikte Türkiye’de tarım bir bütün olarak geleneksel ve yerel olmaktan uzaklaşmış, köylü ve küçük üretici şirketlerin eline terk edilmiştir. Tohumdan gübreye hatta ilaca varana kadar her şey gıda tekellerinin belirlediği piyasa politikalarına göre şekillenmeye başlamıştır.

Köylü ise Anadolu ve Mezopotamya topraklarından binlerce yıl geriye uzanan geleneksel tarım metotlarından uzaklaştıkça gıda güvenliği de halk sağlığını tehdit eden boyutlara ulaşmış, tarım ilaçlarının neden olduğu başta kısırlık, kanser gibi hastalıklar artmıştır.

“Profesörlerin bulamadığı güzel avrat otu”

Ispanak olayına baktığımızda komprador bürokrat burjuvazinin insan sağlığına verdiği değer de ortadadır. Zehirlenme vakasında Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı İstanbul İl Genel Müdürlüğü “Ispanağın içine karışmış olan yabancı otlar zehirlenmeye neden olmuştur.” Açıklaması faturayı köylüye, üreticiye ve tarlada çalışan tarım işçilerine kesmiş oldu. Suçlu bulmak isteniyorsa sorumlular bellidir. Halkın sağlığını hiçe sayan, üç kuruş daha fazla kar hırsıyla gözü dönmüş sermaye odaklarıdır. Gıda güvenliğini önemsemeyen, içini boşaltan kapitalist ekonomi modelidir. İnsanların zehirlenmesine neden olduğu söylenen ve adını Yunan mitolojisindeki ölüm tanrılarından alan “güzel avrat otu” için Yeditepe Üniversitesi’nden Prof. Erdem Yeşilada; “Güzel avrat otu çok kıymetli bir bitkidir. Biz bile bulamıyoruz. Kim bu kadar insanı zehirleyecek kadar bulmuşta ıspanağın arasına serpiştirmiş.” diye belirtmişti (06.11.19 Sözcü). Akademisyenlerin bile bulmakta zorlanabildiği bir bitki bakanlık tarafından tarım işçileri ve üreticilerle birlikte suçlu ilan edildi.

İnsan sağlığını gözeten bir tarım politikası olmadığı sürece bu tür zehirlenme olayları yaşanmaya devam edecektir. Bunu önlemenin yolu yabancı otlarla uğraşmak yerine acilen geleneksel-yerel üretim modeline geri dönmektir. Köylünün binlerce yıllık birikimi esas alınmalıdır.

2006’da çıkarılan Tarım Kanunu ile birlikte coğrafyamızda köylü ürününe yabancılaşmaya başladı. Ne olduğunu, tarlasında iklim koşullarına karşı nasıl bir etki vereceğini bilmediği, hangi metotlarla gübresini, ilacını vereceğini bilmediği tohum çeşitleriyle karşı karşıyadır. Gıda güvenliğini esas alan, tarımda üretilebilirliği sağlamak için toprağı, çevreyi, canlı türlerini zehirleyen kimyasal gübre ve ilaç kullanımına son verilmeli veya azaltılmalıdır. Tarım sendikalarına, ziraat odalarına, bağımsız akademik kuruluşlara gıda güvenliğini denetleme yetkisi verilmediği sürece halkın sağlığı tehdit altında olmaya devam edecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu