GüncelMakaleler

Halkın Gündemi | Virüs değil; kapitalist sistem sınıf tanır

"Kapitalizmin ayrıştırıcı ve yalnızlaştırıcı yanına karşın sosyalizmin birleştirici, bütünleştirici, toplumsallaştırıcı yanının en güzel örnekleri hayata geçirilmelidir"

Günlerdir, hatta aylardır gözümüz gazetelerde, kulağımız televizyonda saat saat, dakika dakika ölüm haberlerini takip ediyoruz.

Önce tüm dünyadaki genel “ölüm vakaları”nın sayısı, sonra tek tek ülkelerdeki ve en sonunda da yaşadığımız ülkedeki “ölüm vakaları” sayısı üzerimize “boca” ediliyor. Her gün ölüm vakaları çoğalıyor ve bu durumun doğal sonucunda da ölen insan sayısı artıyor.

Kiminin logaritmik, kiminin geometrik dediği şekilde her gün katlanarak artan, “vaka” diye buz gibi söylenen ve sıradanlaştırılan; insanın ölümü, ölen insan. Televizyonların ve gazetelerin -sahipleri ve sahiplerinin ait oldukları sınıf ekseninde- haber yapma biçim ve anlayışları temsil ettikleri sınıfın ideolojisi doğrultusunda “ölen insanı” “sayı” olmaya indirgiyor.

İnsan ve ölüm istatistiği üzerinden, insanın kendisine ve ait olduğu topluma yabancılaşması tüm hızıyla körükleniyor. Kendisine ve topluma yabancılaşan, yabancılaştığı oranda da kendi dışındakini nesneleştiren bir anlayışın, ideolojik tutumun hızla yaygınlaşması, kök salması, tutunduğu yerlerde daha da derinlere inmesi sağlanıyor. Yabancılaşma ve nesneleştirme hızla genişliyor ve derinleşiyor… Topluma ve insana yabancılaşan, yabancılaştığı oranda diğerlerini nesneleştiren, kendi nesneleşmesini de geliştiriyor, derinleştiriyor.

“Bir kişi ölürse trajedi, binlerce/milyonlarca insan ölürse istatistik olur.” meşhur sözünün reelleştirilmesini her gün “ölüm vakaları” bölümünde yer alan ölen insanlar somutluyor. Her gün bu sayıları “kaçınılmaz”, “olması gereken” ya da “mecburen olan” olarak izleyenlerde herhangi bir istatistikleşme sürecinin muhasebecileri olarak duruma kayıtsızlık geliştiriyorlar.

Böylelikle ölümün kendilerinden uzak, ölenin kendilerinden uzak olduğu yanılsamasıyla yaşıyorlar. Ölümün ve ölenlerin kendilerine hiçte sandıkları kadar uzak olmadığını sarsıcı bir şekilde öğrendiklerinde, bu sefer yine egemen olan toplumsal sistemin ve bu sistemin temsilcilerinin ekseni doğrultusunda “insandan uzaklaşmaya” başlıyorlar.

Hasta olma potansiyeli taşıyanlar toplum tarafından dışlanması gereken kişiler olarak “damgalanıyorlar”. Kapitalizm ayrıştırıyor ve yalnızlaştırıyor.

Marks kapitalist toplumu “herkesin herkese karşı savaştığı” toplum olarak değerlendirir. Bu değerlendirmeyi devam ettirdiğimizde “herkesin herkese düşman olması/düşman edilmesi” sonucuna çıkarız. Buradan doğru düşünüldüğünde “fiziksel mesafe” yerine “sosyal mesafe” kavramının neden tercih edildiği ve tüm uyarılara rağmen neden kullanımda tutulduğu kendiliğinden bir şekilde ortaya çıkar.

Fiziksel mesafe korunarak toplumsal bir soruna, birlikte, kolektif bir çözüm üretilebilecekken, egemenler “sosyal mesafe” kavramı ile insanların fiziksel mesafelerini koruyarak bir araya gelmelerini, birlik olmalarını, soruna ortak kolektif çözüm üretmelerini, dayanışmalarını engellemeye çalışıyor. Herhangi bir sorundan kaynaklı olarak insanların örgütlenmelerinin, pratik faaliyetlerinin önüne geçmek istiyorlar.

Koronavirüsün zenginleri de hasta ediyor olması, çeşitli ünlü futbolcuları, basketbolcuları, sinema oyuncularını, prensleri vb. de etkilemesi, salgının sebep ve sonuçları açısından sınıfsal olmasını ve salgından etkilenen ve ölenlerin asıl olarak yoksul emekçi halk olduğunu gizleyememektedir. Televizyonda ve gazetelerde “ünlülerin de” virüse maruz kaldığı haberleri bilinç bulanıklığına, algı yanılsaması yapmak amacıyla kullanılıyor. Bu durum “hepimiz tehlikedeyiz” çağrılarına zemin olarak kullanılıyor.

Hepimiz tehlikedeyiz diye feryat eden egemenlere virüs bulaşsa bile tehlikede değiller. Çünkü burjuvazi/egemenler sadece “hangi hastanede tedavi olacakları” noktasında ikilemde kalırlar ya da sadece bu anlamda çaresizleşebilirler: “Şu Amerikan hastanesinde mi tedavi olsam, bu Alman hastanesinde mi?” virüs kapan burjuvanın içinden çıkamayacağı şey; ölüm ile yaşam arasındaki çaresizlik değil en iyi tedavi koşulları arasındaki kararsızlık olabilir.

Ölen ve ölüme terkedilen emekçi, yoksul insanlardır. Salgından önce ülkedeki kamu hastanelerinin durumu ortadaydı. Bu hastanelerde “tedavi” olma çabası içerisinde olanların “tedaviye ulaşamadıkları”, “ilaçların bulunmadığı”, “bulanan ilaçların pahalı olduğu” hastanelerde, “malzemelerin eksik olduğu” vb. her gün konuşulan sıradan, günlük konular arasındaydı.

Bu hastanelerin fiziksel durumları da tedavi olmayı sağlayıcı bir durumdan çok içerisinde bulunanlara her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını anlatıyordu. Kar amaçlı kurulan özel hastanelerdeki hastalara karşı yaklaşım kuruluş amaçları doğrultusunda “paran varsa tedavi olursun, paran yoksa tedavi yok.” Hepimiz tehlikedeyiz sloganı demagojik bir retorikten başka bir şey değil. Herkesin tehlikede olduğu bir durumda tehlikeden etkilenen/etkilenecek kişilerin tehlikenin ulaşamayacağı bir noktaya çekilmesi gerekirken, patronlar boğaz kenarındaki yalılarında spor aletleriyle poz verirken, işçiler fabrikalarda, yollarda, otobüs, minibüs vb. yerlerde.

 

Salgının ekonomik faturası halka kesiliyor

Virüs egemenleri üretimden vurdu. Dünya üzerinde 2008 yılından bu güne kadar gelen bir ekonomik olarak büyüyememe sorunu egemenleri endişelendiriyordu. Çin’in ekonomik büyümede dünyanın motoru olarak diğer emperyalist/kapitalist ülkelerin “çekici gücü” olduğu bir süreç yaşanıyordu.

Çin’in ekonomik büyüme noktasında sorunlar yaşamaya başladığı, Çin-ABD ticaret savaşının hızla tırmandığı, arada petrol fiyatlarının yarıya düştüğü günlerde koronavirüs can almaya, aldığı canların sayısı hızla artmaya başladı. Çin’de başlayan ve Çin ekonomisini vurması beklenen bu salgından, taleplerin Çin’den kaçıp kendi ülkesine geleceğini düşünen, bu hayalle yaşayan sömürge, yarı sömürge ülkelerin egemenleri virüsün tüm dünyaya ve kendi ülkelerine de sıçraması ve can almaya başlaması ile hayal kırıklığı yaşadılar.

Dünya ölçeğinde bir resesyon/küçülme kabusuyla yaşayan egemenler; 2 trilyon dolar, 700 milyar Euro, 100 milyar TL’lik kurtarma paketleri açıklıyorlar peşi sıra. Ne var ki bu kurtarma paketlerinin patronları “mali çöküşten” iflastan, kardan zarar etmelerinden dolayı oluşabilecek problemlerini gidermek için kullanılacağı/kullanıldığı açıkça görülüyor.

Virüs üretim-tüketim sürecindeki: 1- hammadde üretimini, 2- yarı mamül madde/aramol üretimini, 3- son üretimi/son ürünü, 4- tüketim süreci/son tüketiciyi ve 5- tüm üretim ve tüketim zincirindeki tedarik/lojistik/hizmet hattını vurdu. Kısaca arzda talepte virüsten etkilendi.

En büyük üretici olan Çin’de virüsün çıkmasıyla birlikte, Çin ile ticaret yapan tüm ülkeler bu ticareti sonlandırmasalar bile büyük oranda kesintiye uğrattılar. Virüsün hızla dünya geneline yayılmasıyla birlikte Çin’e hammadde ve yarı mamül ürün temin eden ülkeler ile Çin arasındaki ticaret (bu sefer tersi yönde) kopmasa bile büyük sorunlar yaşamaya başladı.

Dünyanın her yerinde hammadde üreticilerinden son ürün üreticilerine kadar olan tüm çark durma noktasına geldi. Virüs ile mücadelenin 3-5 ay gibi bir zaman alması, kaldı ki bir yılı aşacağı da söyleniyor, tüm dünya ekonomisinin içinden çıkamayacağı bir buhran yaşamasını kaçınılmazlaştırıyor. Virüs ile mücadele başarılı olsa bile bir ekonomik kriz kaçınılmaz görünüyor.

Yukarıda belirttiğimiz gibi 2008 yılından bu güne kadar süren bir kriz hali yaşanıyordu. Virüs bu hali olgunlaştırıp balonun patlamasını sağlayacak. Gazetelere röportaj veren bazı ekonomi uzmanları 1929’daki “büyük buhran” tarzında bir kriz beklediklerini söylüyor. Önümüzdeki süreçte şirketlerin iflasları kaçınılmaz görünüyor. Ancak yine her krizde olduğu gibi bazı şirketler batarken bazıları daha fazla büyüyecek.

Virüsün hızla yaygınlaşması ile birlikte toplumların tüketim alışkanlıkları hızla değişmeye başladı. Normal şartlardaki satın alma alışkanlıkları yerini virüsten korunmaya ve hayatta kalmaya yarayan şeylerin satın alınmasına terk etti. Ayrıca karantina, sokağa çıkma yasakları gibi insanları evde kalmaya zorlayan şartlar, alışveriş yapmayı engelleyen faktörlerdir. Bu da perakende sektöründe/son satıcıda zincirin kırılmasını, esnaf denilen kesimin, AVM’lerin, çarşıların vb. kepenk kapatmasına yol açıyor. Bu durum bu kesimde de borçları ödeyememeyi, iflas etmeyi beraberinde getiriyor.

Sanayi, turizm, inşaat, perakende vb. sektörleri vuran virüsün, tarım ve hayvancılığa etkileri şu anda görünür değil. Ancak yaşanan genel durumdan tarım ve hayvancılık sektörünün etkilenmemesi olanaksız olarak görünüyor. Bu durum da tarım ve hayvancılık ürünlerine yani gıdaya insanların ulaşmasının sıkıntılı, zor olacağını gösteriyor.

İşten çıkarılan ya da ücretsiz izne ayrılmaya zorlanan insanlar salgın sürecinin uzaması ile birlikte maddi olanaklarını tüketecekler; kiralarını, doğalgaz, elektrik, telefon, su vb. faturalarını ödeyemedikleri gibi yiyecek alabilme durumları da ortadan kalkacak. Kaldı ki  “daha sürecin başındayız” denilen bu günlerde bile, yiyeceğe, temizlik malzemelerine ulaşma sorunu yaşayan insanlar var.

Ekonomik nedenlerden dolayı gıdaya ulaşamamanın dışında; karantina, sokağa çıkma yasağı, sağlık sorunları vb. nedenlerden dolayı evde kalanlarında gıdaya ulaşması için gerekli altyapının olmadığı da televizyon ve gazetelerdeki haberlerden çok açık bir şekilde görünüyor. Kıtlık sorunu yaşanmasa bile yiyeceğe ulaşamayanların “açlık” sorunu baş gösterecek, boy verecek. Bu da doğal olarak kıtlığı beraberinde getirecek. Bu durum bir toplumsal krize daha doğrusu bir isyana neden olabilir/olacak.

 

Egemenlerin korkuları gerçek kılınabilir

Egemenleri korkutan en önemli şeylerden bir tanesi yaşanacak bu toplumsal kriz sonucu ortaya çıkacak “isyan dalgası”. Ortaya çıkacak/çıkabilecek sosyal/ekonomik talepli yönünün sistem odaklı bir noktaya evrilerek politik talepler aşamasına ulaşması ve şiddetinin her aşamada ivmelenerek artması egemenlerin tüm kaygılarının odak noktası. “Hepimiz tehlikedeyiz” retoriği sürecin önünün alınabilmesi için kullanılan bir tampon/absorbasyon aracı.

Tüm ülkelerdeki sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin “kar” odaklı kapitalist ele alışlarının salgınla birlikte enkaza dönüşmesi var olan düzenin pratik olarak insanların gözünün önünde çökmesi, salgına rağmen fabrikalarda işçilerin çalıştırılması kapitalist sistemin dünyadaki tüm halklar tarafından sorgulanmasına neden oluyor.

Küba gibi sosyalizmden etkilenmiş ülkelerin sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin toplum odaklı oluşu ve salgından neredeyse hiç etkilenmemiş olduğu gibi dünyadaki pek çok yere doktor göndermesi de toplum odaklı politikaların halklar arasında olumlu gösterge olarak kabul edilmesini sağlıyor. Ayrıca siyasi-ekonomik-sosyal vb. sorunların çözümünün sosyalizm olduğu olgusu daha çok kabul edilir oluyor.

Süreci komünistlerin çok sıkı bir şekilde ele almaları gerekiyor. “Toplumun gerçekliğine bir sınıf ancak eylemleriyle nüfuz edebilir ve onu bütünüyle değiştirebilir.” (Georg Lukacs) Bir salgın sürecinden geçilse de, komünistler ortaya çıkan tüm sorunlara sorunun olduğu yerde müdahale etmeliler.

Bunun içinde aktif olunması, sürecin etkin öğeleri olarak çalışılması gerekir. Var olan sorunun pratik ve siyasi çözümünün birliği noktasında ajitasyon- propaganda geliştirilmelidir.

Bir toplumsal yardımlaşma ve dayanışma ağı oluşturulmalı, çeşitli siyasi çevrelerle birlikte böyle bir ağ oluşturulmalıdır. Yemek pişirip dağıtmaktan, küçük çocuklara mama bulmaya, belli bir yaşın üzerindeki insanların ilaçlarının tedarikinden, çeşitli sağlık sorunları olanların tedavi süreçlerinin organizasyonu ve pek çok noktada “çözüm” üretilebilir. Özellikle mültecilerin içinde bulundukları durum acilen yardım elinin uzatılmasını gerektirmektedir. Kapitalizmin ayrıştırıcı ve yalnızlaştırıcı yanına karşın sosyalizmin birleştirici, bütünleştirici, toplumsallaştırıcı yanının en güzel örnekleri hayata geçirilmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu