GüncelMakaleler

HALKIN GÜNDEMİ | Yoksulun Kuru Aşı Soğan, Lüks Oldu…

"Emeğiyle geçinen halk sınıflarının gelirinin azımsanmayacak bir oranı gıda harcamalarına gittiği için gıda fiyatlarına gelen her zam/dalgalanma emekçilerin zayıf olan alım gücünü daha da zayıflatıyor. Tarım ve gıda ürünlerinin genel enflasyonun üzerine çıkmasının nedeni sürekli vurguladığımız (iktidarda bulunan partinin, kliğin kim olduğundan bağımsız), iktidar erklerinin uluslararası sermayenin ve komprador burjuvazinin çıkarlarını öncelediği üretim rejimidir."

21 yıllık iktidarın sonuna doğru gelinmişken Türkiye’de olmaz denen bir şey daha gerçek oldu. Kuru soğan-patates emekçi halkın sofrasından lüks tüketim malı olarak uzaklaşmaya başladı. Türkiye tarihinde bir ilk yaşandı, soğanın fiyatı 20 lira seviyelerine ulaştı, (kimi markette daha pahalı). Çok değil birkaç yıl öncesine kadar pazar tezgâhlarında muz ile soğanın fiyatı aynı olacak, hatta yer yer kuru soğanın muzu geçeceği söylenseydi buna kimse inanmaz, mizah konusu olurdu. Ama normal şartlarda söylence olabilecek bir şey bugün gerçeğin kendisi oldu, emekçiler kuru soğan almakta zorlanır oldu. Tarih boyunca soğan-patates, yoksul halkın temel tüketim kaynağıyken AKP iktidarının uygulamış olduğu neo-liberal tarım politikası nedeniyle lüks sınıfına girmeye başladı.

Sınıflı toplumun tarih sahnesine çıkmasından günümüze geçen binlerce yıllık süre zarfında alınteriyle geçinen halk katmanları, her zaman gıda kaynaklarına ulaşmak için yoğun emek gücü sarfetmek zorunda kalmıştır. Bu, sınıflar mücadelesinin tarihsel döngüsünün zorunlu izdüşümünün ürünüdür. Avcı-toplayıcı toplulukların tarımın keşfiyle birlikte yerleşik yaşama geçişi, tarım aletlerinin icadı, gelişimi vs… Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının dünyada tarımın ilk yapıldığı bölgelerden birisi olmasından dolayı Anadolu denildiğinde akla ilk gelen şeylerden biri de tarımdır. Bu topraklar binlerce yıldır tarımsal üretimin “başkenti” olma vasfı taşımıştır. Bolluğun, bereketin simgesi mitolojik kahramanlar, halk söylenceleri bu topraklarda, topraktan-doğadan gelen güçle söylenmiş, üretilmiştir. Avcı-toplayıcılıktan tarıma geçilmesi tarımı bolluk ve bereketle eşdeğer bir hale getirmiş ve türlü kutsallıklar atfetmiştir.

Bütün bu kutsallıkların temelinde de toplumların tarımla karnını doyurması yatmaktadır. Aslında halk için kutsal olan şey üretim nesnesiyle karnını doyurması, ailesinin geçimini, geleceğini sağlayabilmesidir. Bugün tarımın anayurdu olan Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında siyasi iktidarların uygulamış olduğu ekonomi politikaları nedeniyle kendini kör bir sarmal gibi tekrarlayan tarım-gıda krizi, yoksul halk sınıflarının temel besin kaynaklarına erişimini güçleştiriyor. Dünyanın herhangi bir yerinde A veya B ülkesi olduğuna bakılmaksızın halk kuru soğana ulaşmakta zorluk yaşamaya başlamışsa, yaşıyorsa o ülkede ciddi tarımsal sorunlar yaşanıyor demektir. Kuru soğan neredeyse bütün yemeklerin ana bileşenlerinden biridir, soğanın kullanılmadığı yemek yok denecek kadar azdır. Bu nedenle soğan fiyatının pahalı olması emekçi halkın mutfağında yaşanan krizi doğrudan tetiklemektedir. Soğan-patates yoksul halkın en temel gıdası olduğundan burada yaşanan sorun parça parça tüm mutfak masraflarını etkilemektedir.

Üreten de tüketen de zam girdabında!

Her evin mutfağının vazgeçilmez sebzesi olan kuru soğan, içerdiği kükürt, lif, B ve C vitaminleri ile sağlık açısından da oldukça önemli bir besin kaynağıdır. Gıda olarak tüketilmesinin dışında grip, suçiçeği, kızamık, romatizma gibi hastalıkların tedavi edilmesi için üretilen ilaçlarda da etken madde olarak kullanılmaktadır.” (Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?, Necdet Oral) Normal şartlarda Türkiye’nin soğan üretim kapasitesi kendine yetecek seviyede (hatta ihracatçı pozisyonunda) olmasına rağmen üretim biçiminin kendiliğindenci tarzda olması ve AKP iktidarının uygulamış olduğu tarım politikası nedeniyle coğrafyamızın hemen her bölgesinde (Ankara, Eskişehir, Bursa, Adana, Hatay, Çorum, Amasya vb.) yetişen/yetiştirilen soğanda kriz yaşanması tamamen egemen sınıfların tarım politikasının sonucudur. (Buraya bir parantez açalım, Türkiye’de tarımsal üretimin kendiliğindenci tarzda yapılması tamamen siyasi iktidarların tasarrufudur. Köylü için kendiliğindenci tarzda olan üretim biçimi sermayenin elinde dönüp köylüyü vuran bir silah olarak kullanılmaktadır. Üretimin kendiliğindenci biçimi sermayenin/siyasi iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak serbest piyasa kuralları kapsamında ele alınıp değerlendirilmektedir.)

2020-2021 üretim sezonunda rekor düzeyde üretim fazlası oluştu. Üretim fazlası yaşandığı için şirketler, tüccarlar ve zincir marketler, bunu fırsata çevirip fiyat kırdı. Köylüden ürünü maliyetinin altında alınmaya çalışıldı. Küçük üreticinin soğanı tarlada kaldı, hayvanlara yem oldu, çürüdü çöp oldu. 2020-2021 sezonunda zarar ettirilen küçük üretici, bu defa da malı para etmediğinden 2021-2022 sezonunda yeterince soğan ekmedi, rekolte düştü. Üretim azaldığı için soğan fiyatı markette-pazarda bir anda 20 ila 30 lira bandına sıçrayarak rekor kırdı. Küçük üretim pratiği içinde olan köylüler üretim fazlası olduğunda da üretim düşük olduğunda da zarar eden (zarara uğratılan) bir sistemle karşı karşıya bırakılıyor. AKP iktidarının ülkenin kırsal bölgelerinde uygulamış olduğu neo-liberal serbest piyasa politikaları, köylüleri bu şekilde olumsuz etkilerken aynı şey “tüketici” olarak adlandırılan halkın geri kalanı için de benzer şekilde gelişmiştir. Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşının uluslararası tarım piyasalarına küresel ölçekte oluşan olumsuz etkisinden yavaş yavaş çıkmaya başlayan dünyada BM, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre gıda fiyatları son 10 aydır üst üste düşmekte. TÜİK’in resmi verilerine göre ise Türkiye dünya tarım piyasalarından negatif yönde ayrışarak son 34 aydır üst üste gıda fiyatlarına zam gelmektedir. Siyasi iktidarların uygulamış oldukları tarım politikaları “Tarım Ülkesi”ni dünya genelinden negatif olarak ayrıştırmıştır. Üretenin de tüketenin de zam girdabında boğulduğu bir tarım ülkesi yaratmak AKP’ye nasip oldu!

Neo-liberal politikalar, AKP zirveye ulaştı

Bu ülkede ekonomik krizler, işçilerin, köylülerin ve halk sınıflarının yabancısı olduğu bir şey değil. Sistem devam ettiği müddetçe de bu döngü kendini üreterek bir şekilde sürüp gidecektir. Bu krizler kapitalizmin yapısal sorun sarmalının bir parçası olduğundan bugün olduğu gibi dün de vardı, enflasyon daha önce de yüksekti. Bugünü dünden ayıran etken, halkın ekonomik krizden düne oranla daha fazla etkilenmesidir. Bunun nedeni de tarımsal alanda yaşanan sorunların artık içinden çıkılmaz bir hal almasıdır. Özellikle, ekonomik krizler, yüksek enflasyon denildiğinde akla ilk olarak 1990’lı yıllar gelmektedir. ’90’lı yıllarda enflasyon bugünkü gibi yüzde 100’ler bandında seyrediyor olsa da o günün şartlarının ayırt edici özellik (ki bu yoksul halk için çok önemli bir ayraçtır) gıda enflasyonun genel enflasyonun altında oluşudur. 2018 Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle tetiklenen ekonomik krizler dalgasının başlangıcından 2023’e geçen 5 yıllık süre içinde gıda enflasyonu siyasi iktidarın her türlü manipülatif agresif müdahalelerine rağmen genel enflasyonun çok üzerinde gerçekleşmiştir.

Emeğiyle geçinen halk sınıflarının gelirinin azımsanmayacak bir oranı gıda harcamalarına gittiği için gıda fiyatlarına gelen her zam/dalgalanma emekçilerin zayıf olan alım gücünü daha da zayıflatıyor. Tarım ve gıda ürünlerinin genel enflasyonun üzerine çıkmasının nedeni sürekli vurguladığımız (iktidarda bulunan partinin, kliğin kim olduğundan bağımsız), iktidar erklerinin uluslararası sermayenin ve komprador burjuvazinin çıkarlarını öncelediği üretim rejimidir. Neo-liberal politikalar AKP ile başlamamış olsa bile onunla zirveye ulaştı.

Bunu birkaç örnekle gösterelim; 1995 yılında ülke genel nüfusu 61.7 milyonken nüfusun yüzde 62’si şehirlerde yüzde 38’i de kırsal bölgede yaşıyor. Bugün kırsal nüfus yüzde 7’ler civarına kadar gerilemiştir. 1995’te 27 milyon hektar tarımsal toprak varlığı varken 2023’de bu oran 23.5 milyon hektara gerilemiştir.

1995’te 61.7 milyonluk nüfusun 9 milyonu tarımsal istihdam içinde yer alırken 2022’de 85 milyona yükselmiş olan nüfusun 4 milyon civarı tarımsal istihdam içinde yer alıyor. 1995’te tarımın GSMH içindeki payı yüzde 15’ler civarındayken bu oran 2022’de yüzde 6’lar civarına gerilemiştir. (Not: 95 örneğini vermemizin nedeni Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biri olan 1994 yılının hemen sonrası olmasıdır.)

Görüldüğü gibi ülke nüfusu artarken başta kırsal nüfus olmak üzere kırsal alanda ilgili tüm gelişmeler tarımsal üretimin/kırsal bölgelerin aleyhine işlemiştir. Bu doğal olarak ki ekonominin doğal seyri içinde olmamış, bizzat siyasi iktidarların açıktan müdahaleleriyle gerçekleştirilmiştir. Bugün market tezgahında bir adet kuru soğan 7 liradan satılıyorsa, marketlerde artık tane ile kuru soğan satılmaya başlamışsa tarımsal üretimin durumunun içler acısı bir noktaya çekildiğini net kanıtını aramaya gerek kalmamış demektir. Tarım üretiminin daraltılması ve tarımsal nüfusun düşürülmesi iç pazarda bundan dolayı oluşacak arz açığını ithalatla kapatma politikası (Bu IMF ve AB’ye verilmiş taahhütlerdir AKP bunlara harfiyen uymuştur), Türkiye tarımını açıkça iflas noktasına getirmiş bulunuyor; tablonun işaret ettiği temel nokta burasıdır. Genel ekonomik parametrelerle birlikte tarımsal ekonominin geldiği bu nokta düşünülürse esas büyük sorunun bundan sonra yaşanacağını öngörmek zor olmayacaktır. Mesele tüm bu politikalara son verilmesi ile sınırlı değildir, siyasi iktidarın değişimi de yeterli olmayacaktır, tarımsal üretimin şirketleştirilmesinin, sömürünün, köleliğin, kendi toprağında paylaşmanın önüne geçilmediği müddetçe de böyle olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu