DerlediklerimizGüncel

Heybet Akdoğan | İktidar ve Toplum

Devlet ve iktidar arasında fark var mıdır? İktidar sahip olunan bir gerçeklik midir? Yoksa sadece bir potansiyel midir?

Toplumsal yabancılaşmanın yaşandığı çağımızda, tüm çelişkilerin doğa ve insan ikileminde yoğunlaşması, sınıfsal sorunların köklü çözümlerini gün geçtikçe zorlaştırmaktadır. Bu nedenle toplumsallık geliştikçe insanlığın sorunları artmakta; birey ve toplum doğanın içinde sadece biyolojik evrimini sonlandıran bir canlı haline dönüşmektedir.

Doğal toplumsal aşamanın çarpık biçimi olan hiyerarşik toplumsallaşma, insanlık ilişkilerinin gruplaşmalar ve parçalanmalar ekseninde örgütlenmesine yol açarak; insan yaşamının canlı organizmasını oluşturan toplumsallaşmayı her geçen insanların algısında bir korku kültürüne dönüştürmektedir. Oluşmuş olan bu toplumsal yapının, emperyalist bilim anlayışı tarafından, uygarlığın doğal bir süreci olarak tanımlanması, uygarlık tarihinde yaratılan duyarsızlığın en acımasız halidir.

Yakın çağımızda, özellikle reel sosyalizmin çözülüşünün ardından yükselen sistem karşıtlığı, teorik ve ideolojik düzlemde toplumları doğru iktidar konusunda arayışlara sevk etmiştir. Doğru tarihsel analizlerle çözümlenemeyen bu durum, tarihsel ve güncel bir arayış olgusu olarak devam etmektedir. Toplumsallaşma tarihinin yeniden sorgulanıp, yorumlanması için var olan bu problem özellikle; Marksistlerin bir daha ele alması gereken, önemli bir yöntem sorunudur. Hegemonik devlet sistemlerinin toplumsal yaşamda sistematize etmiş oldukları bu gerçeklik, toplumları yöneten iktidar kavramını yeniden düşünmeye ve sorgulamaya bizleri mecbur kılmaktadır: Devlet ve iktidar arasında fark var mıdır? İktidar sahip olunan bir gerçeklik midir? Yoksa sadece bir potansiyel midir?

Bunun gibi daha birçok soruların sorulmasını gerekli kılan toplumsal yaşamın çelişkileri, sınıflı toplumlar düzeninin başat problemidir. İktidarın bir örümcek ağı gibi, toplumları sarmaladığı yönetim mekanizması, insanları yeni egemenlikler uğruna yozlaştırmaya devam etmektedir. Bu yüzden, devletlerin ve iktidarların gerçek manada bir yönetim tarifi olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü olması gereken yönetimler üretimle, sömürmeden toplumların çıkarlarını koruyan yönetimlerdir. Sınıflı toplumlar tarihinden günümüze kadar, bütün iktidar işleyişlerine baktığımızda, iktidarların kar esasları üzerinden toplumsal artı değere el koyduklarını görmekteyiz. Temsili demokrasi adına bugüne kadar parlamenter iktidarların, toplum adına temsil görevinde bulunmaları aynı zamanda, uygarlıkla birlikte başlayan sınıflı toplum bürokrasisinin başlangıcıdır. İktidarlı toplum modellerini incelediğimizde, bilim ve sanatın toplum adına düşünen, toplum adına karar veren elit bir yönetimin iktidar gücüyle, toplum üstünde işleyen bir yaptırım gücü olduğunu fark etmekteyiz. Sınıflı toplum kategorisine uygun olan bu durum, iktidarlı toplum sistemlerinde var olan estetik anlayışlarını da bizlere tarif etmektedir.

Siyasal iktidarın en çok kullanılan toplumsal yönetim biçimi olması, devletin ve izdüşümlerinin , toplumsal yönetimi yönlendiren en güçlü yaptırımıdır. Toplum üzerinde baskın güç olan iktidarın aynı zamanda toplumsal kesimleri birbirlerine karşı kutuplaştırması; iktidar anlayışının istikrarını sağlaması için mutlak olan siyaset felsefesidir. Bu nedenle sınıflı toplumlar felsefesinin başlangıç aşamalarını araştırdığımızda; toplumların sınıflı medeniyetlerle birlikte, doğal (eşitlikçi) yaşamlarını kaybetmelerinden dolayı yaşadıkları yabancılaşmaya karşı, felsefeyi, toplumsal arayışlarının bir yöntemi olarak geliştirdiklerini anlamaktayız. Netice olarak, doğaya ve kendisine yabancılaşan bütün toplumların, iktidarlı yönetim biçimlerinin kutuplaşmış çoğunluğu olmaları, iktidarın ve toplumun gerçekte birbirine zıt olan bir antagonizma olduğunu formülleştirmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu