GüncelMakaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | Depremde “En Son Kurtarılacaklar” Listesi!

"Depremin üzerinden bunca zaman geçmişken, sağlık örgütlerinin avazı çıktığı kadar bağırdığı ve önlem alınmasını istediği salgın hastalıklar da en fazla kadın ve çocukları tehdit ediyor. Depremzede kadınlar hijyenik ped, tampon, iç çamaşırı gibi ihtiyaçlara ulaşmakta güçlük yaşıyorlar."

Deprem, nasıl ki yağmur, kar, yaz-kış gibi bir doğa olayıysa, felakete yol açması da o kadar insan-sistem yapımıdır.

Bunu, artık haftaları geride bırakan Maraş depremlerinde her dakika gördük-hissettik. Ve deprem nasıl ki, zengin-fakir, kadın-erkek, cinsel-cinsiyet kimliği, Türk-Kürt-Arap, Alevi-Sünni-Hıristiyan ayrımı yapmıyorsa, -bu ve benzeri çelişkiler üzerine kurulmuş olan- sistem, öncesiyle sonrasıyla depremde ayrımcılığın “daniska”sını yapıyor.

Romani Godi ve Sivil Düşler Derneği’nin yaptığı incelemelerdeki şu bulgular sınıfsal bakış açımızla görmekte zorlanmayacağımız şu gerçekleri ortaya seriyor. “Eşit Gözüken Şeyler Gerçekten Eşit mi?” başlığıyla yayımlanan bilgi notunda şunlar yazıyor: “İlk günlerde bölgede yaşayan tüm grupların depremden eşit etkilendiğine yönelik bir görünüm olsa da ilerleyen günlerde depremin göçmenler, azınlıklar (Roman gruplar vb.), kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar ve engelliler gibi grupları daha derinden etkilediği görünür hale gelmiştir.” Bu derinliğin nedeni, kuşkusuz, deprem öncesi de var olan eşitsizliğin sonucudur. Yani sınıf sömürüsüne dayanan, ırkçı, ataerkil, heteroseksist, homofobik/transfobik, ayrımcı sistemdir.

Peki, bu “deprem öncesi” gerçeklik, “deprem sonrası”na nasıl yansıyor? Halkı Türkler ve “diğerleri” olarak bölerek yönetmekte usta olan devlet ve onun ideolojik-yönetsel aygıtlarının özellikle mültecilere yönelik “nefret ve saldırgan” söylemi sertleşiyor, çoğu yalan olan “yağma-talan” haberlerinde kişinin milliyeti başa eklenerek ırkçılık yükseltiliyor. Mülteciler korkularından yardım istemekten çekiniyor, zaten çoğunlukla en yoksullardan oluşan bu kesim zaten kısıtlı olan yardımdan çok az faydalanabiliyor. Devlet tarafından organize edilen yardımlar öncelikle Türk-Sünni ve daha özelde AKP’lilerin bulunduğu alanlara gidiyor, Kürt-Alevi halk, yardımlarda din, milliyet vb. ayrımı yapmayan HDP, TİP gibi partilerin ve ilk günden beri sahada olan devrimcilerin çabalarıyla bu yardımlara ulaşabiliyor.

İster doğa, ister insan yapımı olsun, tüm felaketlerde toplumsal eşitsizlik derinleşir, ataerkil yapı kendine daha fazla alan açar ve bu durumu “normalleştirerek” felaket öncesinden daha geri noktalara taşır. Bu durumun dayanakları kimi zaman “insan yaşamıyla uğraşırken” “ihmal edilebilir” “ayrıntı” olur, kimi zaman “herkese eşit yaklaşım” gibi gayet “demokratik” görünen bir körlük olur. Oysa deprem, herkesi aynı şekilde ve aynı düzeyde etkilemez.

Evi yıkılan bir zengin, kolayca deprem bölgesinden çıkıp kendine yaşam alanı oluşturabilmesine karşın, fakirin böyle bir şansının olmaması gibi deprem, kadın ve LGBTİ+ların yaşamlarını (Suriyeli, Roman vd. milliyetlerden ve azınlıklardansa daha da ağır bir şekilde) daha ağır bir şekilde etkilemektedir.

Ev yaşantısı olağandışı bir şekilde çadırlara ya da sokaklara taşınmış olsa da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği “olağan akışını” sürdürür. Yani dört duvar olmasa da çocukların-yaşlıların-yaralıların bakımı, temizlik, yemek gibi günlük faaliyetler yine kadınlar üzerinden yürür. Suyun, hijyen malzemelerinin, hatta tuvaletlerin çok kısıtlı olduğu, alışveriş yapma imkanının kalmadığı koşullarda bu “günlük faaliyetler”in altında ezilen kadınların, tüm tehlikeye rağmen hasarlı evlerine dönmeyi tercih ettikleri görülüyor.

Yanı sıra depremin üzerinden bunca zaman geçmişken, sağlık örgütlerinin avazı çıktığı kadar bağırdığı ve önlem alınmasını istediği salgın hastalıklar da en fazla kadın ve çocukları tehdit ediyor. Depremzede kadınlar hijyenik ped, tampon, iç çamaşırı gibi ihtiyaçlara ulaşmakta güçlük yaşıyorlar. Sosyal medya trollerinin “lüks” olarak gördüğü bu ihtiyaçlar hayati önemdedir. Öte yandan doğum kontrol haplarına ve kondoma ulaşımın olmaması, istenmeyen gebeliklere ve cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlara kapı aralıyor.

Bir rapora göre depremden etkilenen bölgede gebe kadın sayısı 26 bin, önümüzdeki ay doğum yapması beklenen kadın sayısı ise 25 bin. Bu doğumların hangi koşullarda gerçekleşeceği ve anne ile bebeğin nasıl hayatta kalacağı sorularına tek bir yanıt yok.

Diğer yandan kadın ve LGBTİ+lere yönelik şiddet, “can pazarı” içinde görünmez hale gelerek derinleşme-yaygınlaşma tehlikesi taşıyor. Depremden kaynaklı yeterli aydınlatmanın olmadığı kent sokaklarında bu tehlike iki kat daha artmakta. Çadır ya da az hasarlı evlere taşınan insanların kalabalık bir şekilde kalması şiddet olasılığını güçlendirmekte. Bunun bir örneği Hatay’da yaşandı. Savaş Altun isimli bir erkek, evi hasarlığı oldu için evine yerleşen boşandığı kadını işkenceyle katletmeye çalıştı.

Daha onlarca başlıkta tartışılabilecek bu duruma dair yapılması gereken, deprem bölgesi için yapılan-yapılacak çalışmalarda bu “dezavantajlı” olarak isimlendirilen çocuk, kadın, LGBTİ+, yaşlı, engelli, mültecileri öncelleyen, bu kesimleri odakta tutan bir süreç işletilmesidir. Nitekim Yeni Demokrat Kadın’ın da aralarında bulunduğu kadın örgütlenmeleri ve tek tek birçok kadın, bu şekilde cinsiyet ya da daha genel ifade edersek “dezavantajlı kesimler” odaklı çalışmalar yürütmektedir. Bu, pozitif ayrımcılık değil, deprem sonrası en fazla zorluk yaşayan ve yukarıda saydığımız ve daha onlarcasını ekleyebileceğimiz tehlikelere karşı yapılması olması gerekendir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu