GüncelManşet

Kimliğimize, kültürümüze sahip çıkıyoruz; Evvel Temmuz’da buluşuyoruz!

Yeni bir Evvel Temmuz zamanı Antakya’da… Evvel, Arapça’da başlangıç anlamında kullanılır ve 5 bin yıllık bir geçmişi var. Samandağ’da yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunu Arap Alevileri oluşturmaktadır. Arap Alevileri gelenek, inanç ve bayramlarını Rumi takvime göre kutlamaktadır ve Evvel Temmuz da bunlardan biridir. Bir bayram olarak Evvel Temmuz’un inançlara göre adı ise “İyd el hayariyün”dür. Antakya’da bu yıl Evvel Temmuz Festivali’nin 16.’sı düzenleniyor. Geçmişi çok daha öncesine dayanan Evvel Temmuz Festivali ancak 16 yıldır halka açık, özgürce ve kültür-sanat çerçevesinde ele alınıyor.

Evvel Temmuz asıl olarak; hasat, bolluk, bereket bayramıdır. Bayramın kutlanma merkezi olarak ele alabileceğimiz yerler ise Samandağ sahili, Hz. Hıdır makamı ve diğer ziyaretlerdir. 1980’lerde bayramlardan, inançlardan hatta neşe ve mutluluklardan korku duyanlar olmuş ve “Evvel Temmuz bayramını kutlamak yasaktır” fermanı yayımlanmıştı.

Hz. Hıdır makamına ve deniz sahiline giden yollar geçişlere yasaklanmıştı. Ancak halk inancından, bayramından ve geleneğinden vazgeçmeyerek “Ferman padişahın, deniz sahili bizimdir” dedi; bayramını kutlamak için Hz. Hıdır ziyaretine ve deniz sahiline yine ulaştı. 2000 yılından itibaren halkımızın geleneksel bayram kutlama biçimine bir ek yapılarak çeşitli etkinlikler yapılmaya başlandı. Bir günlük olarak başlayan etkinlikler, yıldan yıla artarak ve olgunlaşarak dört günlük festival haline geldi.

Sümerlerden bu yana bütün uygarlıkların içinden geçen, onların izlerini, emeğini taşıyan, tarihi eser niteliğindeki arkeolojik damarı ülkemize ve bütün dünyaya tanıtmak amaçlandı. Ancak bugün bin yıllardır kutladığımız Evvel Temmuz’un izlerinin gün geçtikçe azalmakta olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Kültürümüz, kimliğimiz egemenlerin tek tipleştirme saldırılarına maruz kalmaya devam ediyor. Devletin asimilasyon politikaları ile dilimize, kültürümüze yabancılaşıyoruz. Ermeni, Rum ve Yahudi halkının, kadim bir geçmişe dayanan tarihsel dokusuyla iç içe geçen Antakya, bu saldırılara, uygulamalara en fazla tanık olduğumuz bölgelerden.

Antakya; birçok yerinde bugüne gelebilen, katliamdan ve yıkımdan kurtulabilen az sayıdaki kiliseyi; kiliselerden daha az sayıda olmakla beraber havrayı ve Arap Alevileri’nin inanç merkezi Türbe’yi (Ziyaret) yan yana, iç içe görebileceğimiz coğrafyalardan biridir. Şüphesiz Anadolu ve Mezopotamya toprakları böylesi bir zenginliğe yabancı değildir.

Antakya’nın Arap ya da daha eski olarak Ermeni ve Rumca olan tüm köylerinin isimleri sistematik olarak değiştirilmiş ve Türkçeleştirilmiştir. Bu tarihsel ve kültürel belleğimizi unutturma adına yapılan en korkunç politikalardan biridir. Geçmişimiz, kültürümüz, kimliğimiz, her yeni kuşakla birlikte sadece sayısal olarak değil ondan önemlisi bellek yitimi anlamında hızla uzaklaşıyor. Özellikle geçmişinden koparma ve kimliğini unutturma adımlarına son yıllarda hız verildi. Yeni belediyeler yasasıyla beraber, beldelerde kendi dilini konuşan belediye başkanlarına sahip olan, yerinde yönetimden dolayı söz ve karar hakkı daha fazla olan, kendi dilinde hizmet gören Antakya halkı, devlet çarklarına daha kalın halatlarla bağlandı. Arap Alevi belediyeler merkezin tahakkümüne daha fazla alındı. Kimliğinde eskiden doğum yeri olarak yazılan Antakya ibaresinin yerinde son yıllarda yaşama geçirilen bir uygulama ile Hatay yazılmaya başlandı.

Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’dan gördüğümüz gerçek ise, bu coğrafyada soykırım ve asimilasyonun yüzyıllar öncesine dayandığıdır. “Cumhuriyet” Türkiye’si bu politikayı başarılı bir şekilde yaşama geçirdi, sürdürdü. Bölgenin demografik yapısı çok ciddi şekilde değiştirildi. Antakya’nın en verimli arazilerinin bulunduğu Amik Ovası/Kırıkhan ve çevresi, iskân politikaları sonucu bambaşka bir kimlik kazandı. Özellikle de sınır bölgelerinde yapılan kamulaştırmalar, göç ettirmelerle nüfusun Türkleştirilmesi adına önemli adımlar atıldı.

 

Cemil Hayek’lerden Halil Aksakal’a; direniş meşalesi yanıyor!

Bugün bu politikalara Suriye’deki savaşla yeni bir halka eklendi. DAİŞ çetelerine komuta eden TC, Suriye’de Alevi katliamlarına imza atıyor. Başbakan Reyhanlı’da katledilen halkımızdan bahsederken “52 Sünni vatandaşımız” diyebiliyor. DAİŞ çeteleri Antakya’nın Suriye sınırından devlet makamları eliyle geçiriliyor, buralardan her türlü askeri ve lojistik destek sunuluyor. Bu çeteler, Lazkiye’de, İştebrak’ta Alevileri katlediyor.

Bugün hastaneden randevu almak veya yer bulmak çok zor. Hastaneler DAİŞ çeteleriyle dolu. Çeteler devlet hastanelerinde tedavi ediliyor ve yeniden Suriye’ye gönderiliyor. Bizim en büyük geçim kaynaklarımızdan biri olan ticaret, Suriye savaşıyla birlikte bitirildi ve bize yeni göç yolları açıldı.

Devlet-i Âli’nin bize yönelik düşmanlığı sadece Suriye’deki katliamlarda karşılık bulmuyor. AKP’nin mezhepçi politikalarına karşı çıktığımız, baskı ve zulmüne karşı Cemil Hayek’lerin direniş meşalesini dalgalandırdığımız için, TOMA’ların, gaz bombalarının, kurşunların hedefi olduk.

Gezi’de devlet, adeta düşmanına saldırır gibi saldırdı bize. Abdocanımızı, Ali İsmail’i, Ahmet’i bizden aldı. Ancak öfkemizi ve isyanımızı alamadı. Bu yüzden, Gezi’de direnişin en uzun sürdüğü, çatışmaların en şiddetli yaşandığı ve en geniş katılımın sağlandığı yerlerden oldu Antakya. Baskı, saldırı ve zulüm oldukça isyan ve direniş de daima olacaktır.

Antakya halkı, devletin sömürü politikalarından nasibini alırken bunun yanında, Arap/Alevi kimliğinden, kültüründen dolayı “fazladan” şimşekleri üzerine çekiyor. Tıpkı, dili, kültürü ve kimliği yasaklanan Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Keldani vd. halkımız gibi.

Bugün Abdocan, Ahmet ve Ali İsmail’den Rojava’da direnişi bize armağan ederek ölümsüzleşen Halil Aksakal’a; eşit ve kardeşçe yaşama tahammül edemeyen çetelere karşı öfkemizi birleştirelim.

16. Evvel Temmuz Festivali’nde isyan tohumlarımızı ekelim, suyunu verip birlikte büyütelim! 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu