GüncelMakaleler

MAKALE | 1915 Bir Daha Asla …/  Այլեւս երբեք …

Irkımız, dilimiz, dinimiz farklı ama akan gözyaşlarımız aynıdır. 25.yılında Ruanda halkının acılarını paylaşıyoruz ve Bir daha Asla ! Այլեւս երբեք ! diyoruz.Kalleşçe öldürülen Hrant Dink, anlamı ve önemi olan bir gün 24 Nisan’da askerlik görevi sırasında bilinçli olarak öldürülen Sevag Balıkçı, evinde 7 yerinden bıçaklandıktan sonra başı kesilerek öldürülen Maritsa Küçük’ün failleri aramızda dolaşıyor.

Ermeni soykırımını dünyada kabul eden ve parlamentolarında 1965 yılında onaylayan ilk ülke Urugay’dır.

Arkasından sırasıyla bugüne kadar 30’a yakın ülke Ermeni Soykırımı gerçekliğini o-naylayarak mahkum etmiştir.2016’da Alman Parlamentosu’nda en son İtalyan Parlamentosunun Ermeni Soykırımının tanınması ve bunu uluslararası alanda savunulması kararından sonra Türk Devleti’nin her zamanki gibi ‘’tansiyonu’’ yükseldi. Her 24 Nisan geldiğinde alışık olduğumuz ge-leneksel Türk aykırı çıkışlarına bu yıl da şahit oluyoruz.

E.Macron’un 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımını Anma Günü ilan etmesine denk gelen Antalya’da düzenlenen NATO toplantısına Çavuşoğlu ile tartışan Fransız milletvekili olayı damga vurmuştur. Halen geçmişle yüzleşmek istemeyen, Barbarlık’ta ısrar ve inat eden Çavuşoğlu’nun yüzü kızarmamış, halen bugün tartışılan konulara açıklık getirememiş sinirlenmiştir. Öyle ki ‘’tarihi kendi istedikleri gibi yazamazlar’’,’ ’acaba 1,5 milyon Ermeni topluca intihar mı etti” ,  “Osmanlı hayalleri peşinde koşan eleştirileri’’ ile tarihin çarpıtılmasına karşı çıkmıştır. 1915’den günümüze Türkiye nüfusu 80 milyon olurken, Ermeni’lerden bir eser kalmamıştır. Bu çelişki bugün açıklanmaya halen muhtaçtır.

Hiç bir yaptırım gücünün olmadığı dünyanın birçok ülke parlamentosunun onayladığı Ermeni soykırımı karar tasarıları bundan sonra daha da çoğalacak gibi görünüyor. Dünya genelinde diplomatik alanda teşhir ve tecrit olurken “alnındaki kara leke’’yi muhakkak bir gün temizleme görevi ile karşı karşıya kalacaktır. Uluslararası baskı iyi  tarafı olurken, emperyalist devletlerin Ermeni soykırımına özünde karşı oldukları için değil, kendi egemenlikleri ve çıkarları için şantaj aracı olarak kullanmalarına şiddetle karşı çıkmalıyız.

Ermeni’lere karşı girişilen 6/7 programları ile mal ve mülklerine el konulan, Sivas’ta aydın ve sanatçılarını diri diri yakan barbarlık bugün de devam etmektedir. Devlet eliyle geliştirilen, örgütlenen Barbarlık artık kitlesel güç haline dönüştürülerek bugün tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Konya’da oynanan milli maçta Ankara’da IŞID’in düzenlediği Barış mitingi’ne düzenlenen bombalı saldırıda ölen 103 kişinin anısına yapılan saygı duruşu ıslıklandı, tekbir sesleri ile saygısızlık yapıldı.

Ve bugün İnsanoğlunun ortak değeri, dünya mirası, artık sadece Fransızlara ait olmayan tarihi Notre Dames  Catedrali yangınında da barbarlık kendini bir daha gösterdi. “Türkiye’nin ahı tuttu.  Fransa’nın ünlü Cathedrali “cayır cayır yanıyor’’ diyerek sevinen anlayış, her vakada olduğu gibi bugün de iktidarda olduğunu göstermiştir. Yunanistan’da devam eden orman yangınlarında yanarak ölen insanlar için “oh olsun’’ diyen IŞID zihniyetinden daha fazla bir şey beklenemez. İşte bu yüzden Erken uyarı Projesi kapsamında Türkiye halen soykırım yapabilecek en tehlikeli ülkeler arasında gösterilmesi boşuna değildir.

Kanlı Şafak…

Osmanlı’nın son dönemine denk gelen Balkan’larda, Ortadoğu’da,Afrika’da tüm toprakların kaybedildiği en son ellerinde kalan Ermenistan topraklarının da kaybedilmesini asla kabul etmeyen, Ermeni sorununa kesin çözüm getirmek amacıyla artık Anadolu topraklarının  Müslümanlaştırılıp Türk’leştirilmesine karar verildi. Tüm kararların altında imzası olan, belirleyici rol oynayan idareciler Talat-Enver-Cemal üçlüsünden başkası değildi. Alınan Tehcir Kararı ile Ermeni’ler yüzyıllardır yaşadıkları Anavatan topraklarından çıkarılması kararı alındı.

Önce Ermeni halkının en değerli evlatları devrimciler, komünistler bir Şafak vakti İstanbul Beyazıt Meydanında darağacında idam edildiler. Ardından yine bir Şafak vakti milletvekilleri, hukukçu, doktor, gazeteci, yazar toplumun en ileri kesimleri tutuklandı. Amaç halkı yönetimsiz, önderliksiz bırakarak planın adım adım uygulanmasını sağlamak olmuştur. Tutuklular İstanbul’dan Çankırı, Ayaş ve Diyarbakır’a süren yolculuklarda hunharca Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından öldürüldüler.

Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan Özel bir örgütlenmedir Lider kadroları arasında Dr.Bahattin Şakir, Dr.Nazım,Halim Paşa,Mustafa Kemal, Çerkez Ethem, Rauf Orbay, Mehmet Akif Ersoy gibi tanınmış isimler bulunmaktadır.

Teşkilat’ın reisliğini ise Dr.Bahattin Şakir yürütmektedir. Teşkilatın esas amacı Osmanlı çıkarlarına ters gelen, tehlikeli görülen örgütlerin, kişilerin imhası ve yok edilmesi işleri ile uğraşmak olmuştur. Bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan özel birlikler, cezaevlerinden salıverilen, asker kaçakları, soyguncular, katillerden oluşuyordu. Tamamen  valiler ve kaymakamlardan gelen direktiflere bağlı olarak çalışan paramiliter birliklerden en tanınmış olanları, Karadeniz’de Rum katliamları ile öne çıkan, adını duyuran Topal Osman, Kemalist’lere yardım eden Çerkez Ethem ile Reşit Bey’dir.

Bugün olduğu gibi tutuklanan halk milletvekilleri seçilmişler, 1915’de aynı şekilde tutuklanarak ölüm yolculuklarında öldürüldüler. Arşag Vramyan Van valisi Cevdet Paşa’nın bizzat görüşme talebinden sonra tutuklandı. Bitlis-Diyarbakır yolunda Bohtan çayı köprüsünde öldürüldü. Isdepan Çırakyan, Diyar-bakır Merkez hapishanesinde işkence gördükten sonra, Diyarbakır Valisi Dr.Reşid’in adamı Çerkez Şakir tarafından katledildi. Garabet Çıracıyan Ankara yolu Elmadağ vadisinde çeteler tarafından öldürüldü. Nazaret Dağavaryan Urfa-Diyarbakır yolunda Şeytan deresinde Hacı onbaşı lakaplı Hacı Tellal Hekimoğlu tarafından öldürüldü. Ve Kirkor Zohrab Urfa-Diyarbakır yolunda kafası taşla ezilerek Çerkez Ethem çeteleri tarafından öldürüldüler.

Alman’lar, İttihat ve Terakki’cilerin suç ortaklarıdır…

Alman’lara ekonomik, siyasi ve askeri olarak bağımlı bir yönetim olan İttihat (Birlik) ve Terakki (İlerle-me) Partisi önderliğindeki Osmanlı’lar, I.Dünya savaşına efendilerinin yanında katıldılar. Alman’ların gayesi Osmanlı’lar sayesinde Türk cumhuriyetlerine, Ortadoğu’ya oradan Hindistan’a, Balkan’lara açılmak ve dünya pazarlarının tek sahibi olmaktı. Bunun için Osmanlı’nın istikrara askeri olarak güçlü bir yönetime ihtiyaç duydular. Ordu komutanı Enver Paşa’ya bağlı olarak çalışacak Genel Kurmay Başkanlığı’na Alman General Liman Van Sanders getirildi. Yüzlerce askeri subay ile Osmanlı ordusunda görevlendirilen Alman’lar gözlerinin önünde cereyan eden soykırıma müdahale etmediler. Ses çıkarmadılar Göz yumdular.

Ermeni’lerin savaş bölgelerinden çıkarılması için onay verdiler. İstikrarlı bir yönetim ile ancak Rusya Frans ave ingiliz’lere karşı mücadele edilebilirdi. “’Tek amacımız savaş bitene kadar Türkiye’yi yanımızda tutmak bu sırada Ermeni’lerin yok olup olmamasının bir önemi yok’’ diyecek kadar ileri gittiler. Bağdat Demiryolunda çalışan Ermeni işçilerin Tehcir Kararı’nı Alman subay Karl Anton Bottich bizzat imzalayarak soykırıma destek oldular.

Dünya’nın gözleri önünde imha edilen bir halka yine Almanya’dan bu sefer bir papaz olan Johannes Lepsius elini uzattı. Alman politikalarına şiddetle karşı çıkarak İstanbul’a gitti. Alman konsolosluk yetkililerinin bilgisi dahilinde Anadolu’nun birçok yerinde incelemelerde bulundu. Talat Paşa ile görüştü. “Bizler iç düşmanlarımızla başa çıkabiliyoruz, siz ise Almanya’da bunu başaramıyorsunuz.

Bu konuda sizden daha güçlüyüz” sözlerini kamuoyuna aktararak yüzünü ortaya çıkarmıştır. Tarihe önemli notlar düştü. Soykırıma tanıklık etti. Cesareti ile gördükleri ve yaşadıklarını “Türkiye’de Ermeni halkının durumu’’ adı altında rapora dönüştürdü.  Bu raporu Alman milletvekillerine dağıttı. Almanya’nın taa başından beri olaylardan haberi olduğunu söyledi. J.Lepsius’un bu çalışmalarından rahatsız olan Alman genelkurmayı, raporu yasakladı.

Vicdan’ının sesine kulak verip raporu yirmi bin kopya ederek Almanya’ya dağıttı. Alman politikalarına karşı olduğu için ülkesini terk ederek Hollanda’ya taşınmıştır. Aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen saygıyla anılırken Soykırımcılar ise nefretle anılmaya devam edilecek..

Dersim ile Vicdanlı Müslümanlar …

Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ölümlerden kurtulmak için bir komşusuna veya aşiret reisinin korumasına sığınarak kimlik, din değiştirerek yaşama tutunmuş sayıları yüzbinlere varan, Müslümanlaştırılmış Ermeni’ler halen mevcuttur. Bunların gerçek kimlikleri ancak ölüm döşeğinde son vasiyetlerini verirken ortaya çıkmaktadır. Yoksa bir sır olarak ölüme beraber götürmektedir. Henüz bu tabu yıkılmamış. Halen devam etmektedir. Dersim ili Ermeni’lere topluca sahip çıkan örnek olmuş illerden tek olanıdır. Ve bunun bedelini de 37/38 Dersim soykırımında ağır ödemiştir. Geçmişte olduğu gibi bugün de eğitim, kültür, yaşam tarzı, inançları devrimci düşüncelere sahip olma özellikleri bakımından halen Türkiye’de  ‘’özerk’’ tek ildir.

Belediye seçimlerinde, Dersim’in bir ilçesinde Ovacık Belediyesinde yaratılan “Halk” için belediyecilik anlayışı tüm Türkiye’ye model olmuş, Irkçısından, yobazına kadar toplumun her kesiminin sempatisini hakkıyla kazanmasını bilmiştir. Dersim ilini yeniden kazanınca dünya KP’lerinden destek ile başarı mesajları bugünkü koşullarda bir hayli almıştır. Bu gelecek için umut verici olmuştur. Bu derin sevgi ve Halk için kuşanmanın, devrimci anlayışın Dersim’de karşılık bulması Vartinik’te tutuşturulan kıvılcımdır.50 yıllık tasfiyecilik, inkarcılık’a 24 Nisan gibi Anma gününde doğan güneş çeşitli milliyetlerden halklara umut ışığı oldu.24 Nisan’da karanlıktan doğan bir ışık aynı zamanda Manifesto oldu. 24 Nisan aynı zamanda barbarlara karşı yeniden doğuşun adı oldu. Bu yüzden 24 Nisan Özgürleşme manifestosudur.

Kırım ve katliamlardan kaçan Ermeni’lere devlet kademesinden valiler, kaymakamlar, sürgün hatta ölüm pahasına yardım ederek saklamışlar emirlere itaat etmemişlerdir. Dersim’den geçen sürgün kafilelere aşiret ağaları devletin tehditlerine rağmen yardım etmişler vicdanının sesine kulak vermişlerdir. Bunların içerisinde İbrahim Ağa, Beko Ağa, Memed Ağa, Heydaranlı Hıdır, Yusufhanlı Fındık Ağa, Xıranlı Seyit kasım, Seyit Bektaş ile Seyit Rıza’dır. Bunların arasında Seyit Rıza ile Yusufhanlı Fındık Ağa 37/38 Dersim soykırımında idam edilmişlerdir.

Hozat valisi kaçarak kurtulan ve Dersime sığınan 10 bin Ermeni’nin devlete teslim edilmesi için bir mektup yazarak ister. Bu öneriyi kabul etmeyen İbrahim Ağa, ikinci sefer gelen ve sert şekilde yazılan mektup için bu sefer bütün ağalarla Beko Ağa’nın evinde toplanırlar. Mektubu Nişan Akkuşyan’a okuturlar. Yine istek reddedilir. Beko Ağa ‘’benim yanımda erkek, kadın toplam 24 Ermeni vardır. Ben onların saçının bir telini de teslim etmem” cevabını verir.

Aynı şekilde Beko’nun kardeşi Mehmet Ağa da ayağa kalkarak değneğini doğrultur. “Kardeşimin sözleri ile hemfikir olan bu değneği öperek Ermeni’leri teslim etmemeye yemin etsin. Bu Hz.Hızır’ın değneğidir. Hızır’ı seven öpsün” der. Bu çağrı üzerine bütün ağalar ayağa kalkar ve huşu içinde değneği öperek bir tek Ermen bile teslim etmemek üzere yemin ederler. İkinci defa red cevabı yazarak jandarmaya verip hükümete iletirler. Bu olay bütün Dersim’e yayılır. Artık hükümete hiç bir Ermeni teslim eden olmaz. Hükümet bu olayı ilerde hesaplaşmak için kenara not almıştır. Ve gün geldiğinde 37/38 Dersim Tertelesinde Ermeni’leri koruyan, insani duruş sergileyen, vicdanlı insanlara kin ve intikam alma duygusuyla yanaşılmış katliamın sonuçları çok ağır olmuştur.

Konya valisi Celal Bey Derzor çöllerinde başlarına neler geleceklerini bildiği için Konya’lı Ermeni’lerin tehcirine izin vermemiştir. 1915’de Ermeni’lerin göç ettirilmelerini reddettiği için görevden alınan Ankara valisi Hasan Mazhar, 2000 Ermeni’yi göç ettirmeyi reddeden Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey, Malatya Belediye Başkanı Mustafa Ağa Azizoğlu insanları evlerinde saklamışlardır. Malatya’nın kafilelerin geçiş güzergahı olması bakımından İttihat ve Terakki üyesi olan oğlu tarafından ”gavurları koruduğu için” öldürüldü. Kastamonu valisi Reşit Bey, Yozgat Mutasarıfı Cemal Bey, Erzurum valisi Tahsin Bey de emirleri red eden ve bu yüzden görevlerinden alınan ülkenin değişik yerlerinde görülen vicdanlı insanlardır.

Afrika –Ruanda’da  1994 yılında gerçekleşen ve 800 bin insanın ölümüne sebep olan Hutu’ların azınlık Tutsi’lere karşı giriştiği soykırım henüz hafızalarda taptaze yerini koruyor.BM gözetiminde gerçekleşen üstelik kendisinin de siyah ırk’tan olan dönemin BM Genel sekreteri Koffi Annan ABD çıkarlarına hizmet etmiştir. Belçika ile Fransa’nın da sorumluluğu olduğu katliamlarda “böcekleri öldürün” anonsları ile başlayan kırımlar sonunda Felaket yaşanmıştır. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Françoise Mitterand 1998 yılında “o ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” diyerek utanç verici açıklama yapmıştır.

Irkımız, dilimiz, dinimiz farklı ama akan gözyaşlarımız aynıdır. 25.yılında Ruanda halkının acılarını paylaşıyoruz ve Bir daha Asla ! Այլեւս երբեք ! diyoruz.

Kalleşçe öldürülen Hrant Dink, anlamı ve önemi olan bir gün 24 Nisan’da askerlik görevi sırasında bilinçli olarak öldürülen Sevag Balıkçı, evinde 7 yerinden bıçaklandıktan sonra başı kesilerek öldürülen Maritsa Küçük’ün failleri aramızda dolaşıyor.

Katilleri tanıyoruz , biliyoruz!

Bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu