GüncelMakaleler

MAKALE | Camileri İstismar Eden Akp İktidarı Yeni Katliamların Peşinde Mi?

"Türkiye'de bugün sorun din meselesi değildir. AKP, gündemi buraya çekerek, işsizliği, yoksulluğu insanlara bir kader gibi göstererek gemisini yürütmek istiyor"

İzmir’de merkezi ses sistemin frekansına girilerek bazı camilerden İtalyan direniş marşı “Çav Bella” şarkısı ile Selda Bağcan’ın seslendirdiği “Yuh yuh” isimli şarkının camilerde çalınması üzerine günlerce bunu istismar eden AKP ve diğer burjuva partiler; bunun ”Müslümanlara bir hakaret olduğunu” ve yapanın yakalanarak derhal “cezalandırılmasını” yüksek sesle dillendirmeye devam ediyorlar.

İçişleri Bakanı S. Soylu ise faillerin yakalanacağını, bununla da kalmayarak “faillere cami duvarı dibinde ezan dinletileceğini” kamuoyuna “müjdeliyordu”. S. Soylu’nun “yakalayıp ezan dinleteceğiz” sözü, 12 Eylül Askeri Faşist Cuntasının yaptıklarını hatırlattı.

Cuntacılar da operasyonlarda esir aldıkları komünistlere, devrimcilere ve Kürt yurtseverlerine benzer uygulamalar yapmaktan geri kalmamışlardı.

Cuntacılar, Kürt yurtsever devrimcilere zorla ve işkenceyle “Ne mutlu Türküm” dedirtmeyi, devrimcilere ise “İstiklal marşı” söyletmeyi bir işkence metodu olarak kullanıyordu. S. Soylu da cuntacılara özenerek “yakalayıp ezan dinlettireceğiz” açıklamasıyla, güya İslam’a laf söyletmeyeceğini ilan etmiş oldu!

Sözünü yerine getirdiğini ispatlamak için de İzmir eski il başkanı yardımcısı Banu Özdemir sosyal medyadan videoları paylaştığı için tutuklattı. TCK’nın 216/3 maddesini ihlal etmekten hakkında 1 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası ile tutuklanan Banu Özdemir’in bu maddeden tutuklanması elvermediği için alelacele maddeyi 216/1 olarak değiştiren İçişleri Bakanı  böylece “işini” sağlama almış oldu!

İslam konusunda bu kadar “duyarlı olduğunu” söyleyenler, bizzat kendi partisi (AKP) içinde İslam’a ve Müslümanların en “kutsalı” sayılan peygamberine hakaret edenlere  ses çıkartmayanlar, hayali “suçlulara” karşı nedense aslan kesilmekten geri kalmıyorlar!

İşte bir kaç örnek:

14 Kasım 2009: AKP Aydın İl Başkanı: “Genel başkanımız ve başbakanımız (Tayyip Erdoğan) bizim için adeta ikinci peygamberdir”, 14 Temmuz 2014: İçişleri Bakanı Efkan Ala: “Peygamber gurura kapıldı, biz gurura kapılmadık!”, 16 Ocak 2014: AKP Düzce Milletvekili  İbrahim Korkmaz: “Tayyip Erdoğan Allahu tealanın bütün vasıflarını toplamış bir lider var!”, 19 Mart 2014: AKP’li Egemen Bağış: “Bu Bakara (suresi!) iyi makara.

Oradan beğen bir tane salla gitsin…”  ve 19 Mart 2019 tarihinde Ağrı’da cami minaresinden AKP’nin seçim şarkısı DOMBRA çalınırken ses çıkartmayanlar çalan bir şarkı (ki bunun kim tarafından yapıldığı bilinmediği halde) üzerinden kıyameti koparabiliyorlar.

AKP döneminde kentsel dönüşüm ve ömrünü doldurmuş onlarca cami yıkılıp yerine gökdelenleri dikenler bu “kutsal” yerleri birer taş yığını olarak görüyorlardı.

Tüm bunlar ayan beyan  ortadayken, bunların yanında Çav Bella şarkısı oldukça masum kalmıyor mu? Onlar da biliyorlar, ancak bunu da “Allahın bir lütfu” gördükleri için bu fırsatı kaçırmak istemiyorlar.

Bunun bir provokasyon olduğu yönünde ciddi tartışmalar varken üstelik! Örneğin Doğu Perinçek’in Vatan Partisi üzerinden yapıldığı da ciddi olarak tartışılmaktadır. Zira, bu memlekette birçok  provokasyon yaratılıp katliamlar yapıldığı hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Siyasal İslamcılar dini her zaman bir araç olarak kullanmışlardır. Din, siyasal İslamcılar için sadece ritüel, bir ibadet değil, iktidar biçimi olarak ele alınmıştır. Siyasal İslamcıların önde gelen ideologlarından Dr. V. Fitzgerald şöyle diyor: “İslam yalnızca bir din değildir. Bununla birlikte, siyasal bir düzendir. Çağdaşlık ve ilericilik adına son zamanlarda ortaya çıkan kimliklerin iki yanı birbirlerinden ayrı gösterme ve ayırma çabalarına karşın, İslam ve onun çevresinde oluşan düşünce ve düzenleme tamamıyla bütüncül bir anlayış gösterir.” (Aktaran İbrahim Halil Er, Siyasal İslam Düşüncesinin  Doğuşu ve Devlet)

Siyasal İslam’ın silahlı terör güçleri olarak IŞİD, El Nusra, El Kaide ve Taliban,  Fitzgerald’ın ortaya koyduğu hedefler doğrultusunda faaliyet yürüten ve İslam adına binlerce insanı acımasızca katleden gerici faşist örgütler olarak hala varlıklarını sürdürmektedirler. AKP’nin hedefinde de bu olduğu ve 2023 seçimlerini kazanırsa  “İslam Cumhuriyetinin” ilan etmek olduğu ara ara dile getirilmektedir.

Türkiye’de tüm gerici ve faşist partiler dini her zaman bir araç olarak kullanmışlardır. Toplumun ağırlıklı olarak Müslüman olmasını kullananlar bunun arkasına sığınarak birçok katliam yapmışlardır. Kemalistler de dahil olmak üzere burjuvazinin her kanadı İslam adına bu ülkede Sünni Müslüman olmayan kesimlere yönelik katliamlar yapmaktan geri kalmadı.

Kemalistler laikliği esas aldıklarını söyleyerek Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünden dem vursalar da bunun bir aldatmaca olduğu sabittir. Kemalist Cumhuriyet Osmanlı devletinin dini mirasını devir aldı.

TC’nin kurulmasından sonra Türklük Müslümanlıkla eş anlamlı olarak kullanıldı. Bu böyle olduğu içindir ki, TC’nin kurulmasıyla birlikte diğer azınlıkların dini özgürlükleri bir çırpıda bir kenara bırakıldı. Azınlıkların ellerindeki ibadet yerleri bir bir gasp edilerek devlet mülkiyetine geçirildi. Sadece azınlıklara dini baskılar uygulanmadı, Türk devleti Alevilere karşı da çok yoğun baskılar uyguladı.

Kemalistlerin Türklük esasına dayalı bir devlet kurdukları tartışmasız bir gerçektir. Türklük esas alındığı için de tüm diğer ulus ve azınlıklar yok sayılmıştır. Ulus ve azınlıkların kendi ulusal kimliklerini inkâr ederek, asimle olup Türklükte karar kılmaları istendi. Tüm katliam, baskı ve asimilasyon dayatmasının tek nedeni budur. Kürtler, Yahudiler, Çerkezler, Lazlar ve diğer tüm ulus ve azınlıklar için geçerli bir politika olarak 97 yıldır uygulanan budur.

İşte birkaç tarihi gerçek:

Türkiye’ye de yaşayan Yahudiler de diğer azınlıklar gibi çok büyük baskı gördüler. “Gayri Müslim” olarak tabir edilen Museviler sözde Kurtuluş Savaşı döneminde Kemalistleri desteklemelerine rağmen, 1923 sonrasında yürütülen özel kampanyalarla teşhir edilerek Türkiye’yi terk etmeleri sağlanmıştır. Kemalist hükümetin dümen suyunda giden basın başta olmak üzere, yazılı ve sözlü yapılan anti-propagandalarla Yahudiler açıktan hedef gösterildi.

1915 yılında Ermenilerin yanı sıra diğer azınlıklar da yok edildi. Ermeni Soykırımı ulusal olduğu kadar dinseldir de. Yapılan araştırmalarda bu gerçek ortaya çıkmıştır. Sünni Kürtler bu katliamın dışında kalırken, buna karşın Ezidi Kürtler Ermenilerle birlikte göç etmek zorunda kaldı. Bugün Ermenistan topraklarında Ezidi Kürtlerin çoğunlukta olmasının nedeni budur.

Türkiye’deki Rum nüfusun mübadele öncesi bir milyon olduğu tahmin edilmektedir. Ege’de yoğun olarak yaşamış olan Rumların, Karadeniz ve Ege dışında en çok yaşadıkları il İstanbul olmuştur.

Kemalistler “Cumhuriyetin” kurulmasından sonra Lozan’da Yunanistan’la özel bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre karşılıklı nüfus mübadelesi yapılarak, her iki ülke homojen bir yapıya kavuşturulacaktı. 23 Ocak 1923 yılında Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan “Türk ve Rum Ahali Mübadelesine Dair Mukavele ve Uygulamaya İlişkin Protokol” 1 Mayıs 1923 tarihinde yürürlüğe kondu. Bu antlaşmaya göre “1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren Türk topraklarında oturan Rum Ortodoks Yunan uyruklular zorunlu mübadeleye tabi tutul..”du

Bu anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Rumlar, yüzyıllardır oturdukları topraklardan göç etmeye başladılar. Evlerini, topraklarını, işlerini geride bırakarak Yunanistan’a doğru yola koyuldular. Tarihin yaşanmış bu en büyük dramlarından olan göçle birlikte, geride kalan tarih ve kültür yok edildi, Karadeniz, Ege bir anda Türkleştirildi. Yunanistan’a zorla göç ettirilen Rumlar, kendilerini bir anda aç ve sefil bir hayatın içinde buldular. İş bulamayan, barınma sorunu yaşayan Rumlar, Yunanistan’da toplumun en alt yeni sefilleri olarak yaşam mücadelesi verdiler.

1955 yılında Türk devleti Rumlara karşı yeni bir kanlı saldırı başlattı. 6-7 Eylül olayları olarak bilinen bu saldırıyla Türk devleti geride kalan Rum azınlığı da temizleyerek bu süreci tamamlamak istiyordu.

1955 yılındaki saldırı, Atatürk’ün Selanik’teki evinin Yunanlarca bombalandığı haberinin bir anda radyo ve gazetelerde verilmesiyle başladı. İstanbul ve İzmir’de Rum Ermeni ve Musevilerin evleri, iş yerleri, dükkân, kilise ve okullar iki gün boyunca durmaksızın yağmalanıp, yakılıp yıkıldı. Azınlıklara ait tüm tarihi yerler yakıldı

Aynı zihniyet bugün AKP tarafından devam ettiriliyor

Erdoğan bunu bir adım daha ileri götürerek, AKP ile diğer burjuva partiler ve kesimlere karşı  İslam’ı hesaplaşmanın bir aracı olarak kullandı.

Bir ibadet yeri olan camiler hep bir kışkırtmanın alanı oldu. Bunların en bariz örneklerinden biri de “Balyoz Davası” oldu. AKP, Türk Ordusu içindeki Kemalistlerin tasfiyesini gerçekleştirmek için “camiler bombalanacaktı” propagandasını kullandı.

Taraf gazetesi ön bir propaganda olarak manşetine şunları taşımıştı: “Fatih Camii Bombalanacaktı” manşetiyle “Balyoz Güvenlik Harekât Plan” adıyla yine “darbe” hazırlığı haberi veriyordu. Fatih Camii Türk savaş uçakları tarafından bombalanacak, insanlar tutuklanıp stadyumlara doldurulacak, 200 bin kişi gözaltına alınacak, Yunanistan’la gerginlik için kendi uçağımız düşürülecekti…” haberiyle toplum yönlendirerek AKP’nin rahat ilerlemesi sağlanıyordu. Keza, Gezi İsyanı sırasında bazı grupların “Valide Sultan Camii’ne ayakkabılarla girdikleri” ve “camide içki içtikleri” haberleri AKP yanlısı basın ve yayın organlarında propaganda edilip durdu.

1970’li yıllar boyunca ülkede yükselen devrimci hareketin devleti derinden sarstığı dönemde, devrimci hareketin önü 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi tarafından kesildi. Cuntacılar darbe öncesi yine Müslümanlığı ve camileri kullandı.

3 Eylül 1978 günü Sivas’ta yayılan yalan bir haberle “solcular, Aleviler camiye saldırıyor, bomba koydular” kışkırtmasıyla çoğunlukla Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesinde katliam yapıldı.

11 Alevi öldürülürken 100’den fazlası da yaralandı. Aynı yıl 19-26 Aralık 1980 tarihinde Maraş’ta aynı provokasyon tekrarlandı. 19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’nda Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı Güneş Ne Zaman Doğacak’ın gösteriminde, MHP’li faşistlerce sinemaya bomba atılması olayların fitilini ateşledi.

Bunun üzerine kalabalık bir grup ile Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist, PTT ve TÖB-DER binalarına saldırdı. Günlerce süren olaylarda faşistler Alevi mahallerine saldırdılar. 120 kişinin katledildiği, yüzlerce kişinin yaralandığı saldırıda, Alevilerin evleri ve iş yerleri talan edildi. Maraş’ın hemen ardından adres bu kez Çorum’du. Mayıs-Temmuz 1980 tarihinde Çorum’da  dini değerler kullanılarak yapılan kışkırtmalar sonucu Alevilere yapılan  saldırılarda 57 kişi katledildi, onlarcası yaralandı.

Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Otelinde 33 aydının diri diri yakılmasında yine Müslümanlık kullanılmıştır. Günler öncesinden Sivas’ta dağıtılan bildirilerde “dinsizlerin” şehre gelerek toplantılar yapacakları, “bu ateistlere karşı ahalinin sessiz kalmaması” çağrısı yapılarak gerici ve faşist gruplar hazırlanarak Madımak Oteline saldırtılmıştır.

Bugün ise AKP, kaybettiği gücünü bir kez daha Müslümanlığı kullanarak toparlamak istiyor. Yanına aldığı MHP ile 2023, olmadı erken genel seçim için şimdiden hazırlık yapıyor. Seçim ve partiler kanununda yapılacak değişiklikleri görüşen AKP ve MHP, olası bir seçimde Babacan ve Davutoğlu’nun kurdukları partileri seçim dışında bırakarak rahat bir nefes almak istiyor.

Devrimcilerin Dine Bakışı Nettir

Devrimciler bugüne kadar hiçbir dinle özel olarak uğraşmamış/teşhir etmemişlerdir. Milyarlarca insanın şu ya da bu dine inanarak sürdürdükleri ritüellerine hep saygılı olmuşlardır.

İdealizme karşı materyalizmi savunan devrimciler dinin ortaya çıkışının da tarihsel bir geçmişi olduğunu bilirler. Din, işçilerin ve ezilen geniş emekçi kitlelerinin “… başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkta yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar.” (Lenin üzerine ekim 10)

Komünistler dini kişisel-özel bir mesele olarak kabul ederler. Proletarya Partisi’nin Programı’nın 79. Maddesi şu şekildedir: “Bütün din ve inanç gruplarına eşitlik sağlanarak, din ve devlet işleri birbirinden kesin olarak ayrılacak, dinin kişisel olduğu ilan edilecek, inananların ve inanmayanların inanç özgürlüğü güvenceye alınacaktır.”

Yani DHD ve sosyalizmde dinin devletle bir ilişkisi olmayacak ve dinsel kurumların hiçbir yetkisi olmayacaktır. Geniş halk kitleleri açısından herkes istediği bir dine inanmak, ya da ateist olmakta özgürdür. Devrimciler, insanlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapmaya karşıdır. Lenin, ”müminlerin dinsel duygularını incitmekten” kaçının demesi bizim için bir ilkedir.

Türkiye’de bugün sorun din meselesi değildir. AKP, gündemi buraya çekerek, işsizliği, yoksulluğu insanlara bir kader gibi göstererek gemisini yürütmek istiyor. Buna müsaade etmeyeceğiz. Milyonlarca insanın bir yandan koronavirüsle boğuştuğu bir dönemde, ortaya çıkan kitlesel işsizlik, yoksulluk, baskı ve zulme karşı mücadele “müminlerin” de bir sorunudur.  Devrimcilerin bir görevi de AKP’nin yarattığı yeni provokasyona karşı bu gerçekleri “müminlere” anlatmak olmalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu