GüncelMakaleler

MAKALE | Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

CHP tarihinde nerede ise hiç “normal” yollarla bir lider değişimi olmamıştır. CHP’de 23. kurultay yaklaşırken de bir lider değişimi beklenmemekteydi. Ama iktidarı ile, muhalefetiyle tıkanmış bir sistem vardı. Dolayısıyla uzun vadede sistemin bekası için sistem sözcüleri tarafından, “güçlü iktidar, güçlü muhalefet” formülü dillendirilmeye başlanmıştı.

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

Burjuvazi siyaseti nasıl yapıyor, politik alanda kendisini nasıl üretiyor? Bu konuyu kısaca incelediğimizde hem CHP’nin kuruluşundan bugüne yaptıkları daha iyi anlaşılacak hem de K. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa getirilmesinin nedenlerinin ipuçları gözükecektir. Ayrıca neler yapabileceği hakkında da bilgi verecektir. Burjuvazi politika yapmayı demagoji ve manipülasyon yapmakla eş görmektedir. Bunları en iyi yapan iyi politikacı olarak kabul edilmektedir. Burjuvazinin tarih sahnesine çıkmasından sona, burjuva politikanın nasıl olması gerektiği üzerine kafa yoran teorisyenleri olmuştur. Bunların içinde burjuva politikanın nasıl olması gerektiğini en iyi formüle eden sanırız Makyavelli’dir. Makyavelizm diye anılan bu düşünce daha sonra biraz daha genelleştirilerek pragmatizm-faydacılık olarak piyasa çıkmıştır. Özü “amaca götüren her şey faydalıdır” şeklinde formüle edilmektedir. Makyavelizme göre prensin ya da hükümdarın yani yöneticinin vermiş olduğu sözün hiçbir “ahlaki” değeri yoktur. Bunları tutmak ya da tutmamak tamamen yönetici olarak hükümdarın inisiyatifi ve kontrolü altındadır. “İyi” yönetici olarak yaptıklarının nedenlerini yeri ve zamanı geldiğinde anlatmasında gösterdiği “beceri” ona ihtiyacı olduğu güvenilirlik zırhını verir. Bu nedenle yalan söylemek ne günahtır ne de ayıp! İktidarınızı sürdürmeye yardımcı olduğu sürece yaptığınız doğrudur. Burjuva politikacılara baktığınızda tam da bunları yaptıklarını görürsünüz. M. Kemal’in, CHP’nin ve diğer tüm düzen partilerinin yaptıklarını incelediğimizde iyi bir Makyavelli takipçisi olduklarını görürüz. Makyavelli işin teorisini yapmıştır, M. Kemal, CHP ve diğer partiler ise pratikte hayata geçirmiş, bu konuda ustalaşmışlardır. Burjuva politikanın tüm inceliği de bu olsa gerek! Burjuva siyasetin işleyişinde ve “ahlakında” var olan yalan, kamuoyunu bir konudan uzak tutmak uzaklaştırmak ve başka bir ilgi alanı yaratmak için başvurulan en etkili araçtır.

K. Kemal ve CHP bunu sıkça yapmıştır. Bugün Kılıçdaroğlu’nun böyle bir görevinin olduğunu da söylemeliyiz. Burjuva siyasetin diğer bir inceliği de bir dizi yalan söyleyip ama bunları birbiri ile çakıştırmamak ve işin içinde kurtulma ustalığıdır. Burjuva-feodal Türk politikacılarının duayeni S. Demirel “Dün dündür, bugün bugündür” diyerek bu konuyu özlüce formüle etmiştir. Bu konuda İ. Kaypakkaya da konuya dikkat çekmek için şunları söylemiştir: “Muhalefette iken, ‘demokrasi’ havarisi kesilen komprador büyük burjuvazi ve toprak ağası klikleri, iktidara geçtikleri zaman, en azılı halk düşmanı kesilmişlerdir. Ülkemizin tarihi gerçekleri bunlardır.” (İ.K Seçme Yazılar) Bunlardan yola çıkarak K. Kılıçdaroğlu’nun ne yapmak istediğini anlayabiliriz.

“Dürüst” Kemal halkı kandırmaya çalışıyor!

Burjuva siyaset için iktidarda kalmanın diğer incelikleri (yolu) gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmişine yabancılaştırmaktan, toplumu tarihsizleştirmekten ve kimliksizleştirmekten geçer. Burjuvalar, toplumsal hafızanın toplumsal kimliğin en temel yapıcı unsuru olduğunu bildiklerinden dolayı balık hafızalı toplum yaratmaya çalışmaktadırlar.

Hafıza kaybına uğramış, kim olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, geçmişine yabancılaşmış birini yönetmek daha kolaydır. Birey için geçerli olan bu durum toplum için de geçerlidir. Hakim sınıflar bin yıllık yönetme tecrübeleri ile biliyorlar ki, toplumun geçmişine hakim olmadan bugün ve geleceğine hakim olmak mümkün değildir. Politika tarzları hep toplumun geçmişini unutturmaya dönük ele alışlarla doludur. K. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlığına getirilmesi buna en iyi örnektir. Burjuva politikası yalana, yok saymaya, tahrifata, tabulaştırmaya, kişi kültüne dayanır. CHP’nin tarihi incelendiğinde bu kapsamda en güzel örnekler bulunacaktır.

Her dönem egemen sınıflar yönettiği halkı bölüp bazılarını kendilerine bağlamayı bir politika olarak kullanmışlardır. Burjuva politikasının inceliklerinden önemli olanlardan birisi de budur. Dünya ölçeğinde emperyalizm böl ve yönet taktiğini hep kullanmaktadır. Ülkeler bazında da burjuva yöneticiler devamlı farklılıklardan yola çıkarak halk içinde hep ayrışmalar yaratmayı bir politika olarak kullanmışlardır. Yarattığı bu ayrışımın en az bir tarafını, çoğunlukla iki tarafını, kendi aralarındaki farklılığı çelişkiye dönüştürerek ve ondan yola çıkarak, kendilerine bağlamaktadır. Bu burjuvazinin yönetme politikasıdır. Şu da bir gerçektir ki egemen sınıflar kendilerine bağladıkları kesime kırıntıdan başka bir şey de vermez. Burjuva politikasının başka bir inceliği de farklı tarihsel süreçlerde hep bir düzen partisini allayıp pullayıp öne çıkarmasıdır. Bunu yaparken halka yalan söylerken gerçek niyetlerini gizlemek esastır. Önemli olan bir şekilde halkın gözünde bir partinin erdemli gösterilip halkın onayını almasıdır. Bundan sonra sistemin tıkanma noktaları nelerdir, onlara bakalım. O zaman

CHP’nin K. Kılıçdaroğlu şahsında neden allanıp pullandığı daha anlaşılır olacaktır.

CHP’de lider değişiminin yaşandığı süreçte sistemin tıkanma noktaları

Anlaşıldığı kadarıyla sistemin tıkandığı noktalarda Kılıçdaroğlu şahsında CHP’nin daha da aktifleştirilmesi planlanmakta. Bu tıkanma noktalarının belli başlılarının neler, hangileri olduğuna baktığımızda CHP’nin neler yapmaya çalışacağı ve bunları yapıp yapamayacağı daha anlaşılır olacaktır. Hakim sınıflar arasında uzun süredir devam eden bir iktidar mücadelesi var. Her dönem kendi aralarında böyle mücadeleler olmuştur. Fakat gelinen aşamada sistemin bazı politikalarında tam bir tıkanma yaşandığı için, kendi içlerindeki mücadeleler daha görünür olmuş ve ön plana çıkmıştır. TC kurulduğundan bugüne hakim sınıflar olan toprak ağaları, komprador büyük burjuvazi ve bürokratik burjuvazi arasında hep çıkar çatışması yaşanmıştır. Ekonomik yapıdaki bazı değişimlere ve emperyalist politikalardaki farklılaşmalara paralel artarak veya azalarak bu çatışma hep var olagelmiştir.

Bu çatışmaların temel noktası halkı kimin daha fazla sömüreceği ve halkı sömürmeye kimin önderlik edeceğidir. Başka cepheden de emperyalist politikaları kimin daha iyi uygulayacağı yani uşaklık yarışı ve kavgasıdır. Son yaşanan çatışmada görüldüğü kadarı ile TC’nin kurucu partisi içinde hakim pozisyonda olan komprador bürokratik burjuvazi ve komprador büyük burjuvazi kliği ile AKP içinde hakim olan komprador büyük burjuvazi kliği arasında yaşanmaktadır. Emperyalist neo-liberal politikalar bürokrasinin küçültülmesini istiyor. Kuruluşundan günümüze devletin askeri, hariciye ve yargı bürokrasisinde hakim olan bürokrat klik hem yerini terk etmemekte direniyor hem de kendi hakimiyet alanına diğer kliğin girmesini engelliyor. Temel tıkanma bu noktada yaşanıyor. Yani halktan gasp edilen değerlerden kimin nemalanacağı sorusuna bağlı sorunlar yaşanmaktadır. Bu alandaki çatışmanın geçmiştekilerden daha çatışmalı olduğu ve emperyalistlerin de politikalarına uygun müdahaleler yaptıkları da gözükmektedir. Hakim sınıflar arasında “güçler ayrılığı prensibi” diye tabir ettikleri bir konsensüs vardır. Bu güçler ayrılığı hakim sınıfların kendi aralarındaki sınır çizgilerini belirler. Bu günlerde bu çizgilerin karıştığı gözlenmektedir; nitekim yargı siyasallaştı, güçler ayrılığı karıştı söylemlerinden bu anlaşılıyor. Tıkanma devam ederken yeniden hakim sınıfların kendi aralarında çizgilerin belirlenme süreci yaşanmaktadır. Bunda ülke içi sorunlar ve emperyalizmin istemleri belirleyici olacaktır. Ülke içi sorunlarda ise önemli bir sorun olarak ekonomik sorunlar ilk başta durmaktadır. 2007’de başlayan kapitalizmin dünya çapında girmiş olduğu ekonomik kriz hala devam etmektedir.

Her ne kadar teğet geçti veya istatistik yalanları ile bize dokunmadı, ekonomi iyi yolda dense de halkın kendiliğinden gelme eylemlerindeki artış tersini söylemektedir. Halk ekonomik sorunlardan bunalmıştır. Yoksulluk artmış, işsizlik ise katlanılamaz bir boyuta gelmiştir. Hala işten çıkarmalar devam etmektedir. İşçi sınıfının irili ufaklı kendiliğinden gelme eylemleri devam etmekte, artık sarı sendikaların oyalama barikatının bazı noktalarında çatlaklar oluşmuş durumdadır. Özetle başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkımız ciddi huzursuzluk içinde. Ve sistemin bu sorunları, değil çözmek hafifletme durumu bile ufukta gözükmemektedir. Köylülüğün durumu da işçi sınıfına benzerdir. Artık yoksul köylü üretemez olmuştur. Köylülük emperyalist tarım politikalarına kurban edilmiştir. Tarım sektörünün küçülmesini artık istatistikler de gizleyemez olmuştur. Bütün bunlardan çıkan sonuç başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere emekçi halkımızı bunaltmıştır ki, sistemin tıkanma yaşadığı yerin başında bu sorunları aşamama gelmektedir. Bu sorunlar yapısaldır, kapitalizme has sorunlardır. Sistemin diğer en önemli, belki de, kısa vadede tüm diğer sorunları da belirler hale gelen ise Kürt ulusal sorunudur. Kürt ulusal sorunu bir demokrasi sorunu olarak daha da yakıcı bir hal alırken, bizim gibi ülkelerde demokrasi sorununun bir devrim sorunu olması ve buna olan ihtiyaç da yakıcı halini korumaktadır. Türk hakim sınıfları imha etmekle-yok saymakla bu sorunu bitirememişlerdir. Kürt Ulusal Hareketi (KUH) önderini teslim almakla da sorunu hafifletememişlerdir. KUH’un ulusal reformist çizgiye kayması, taleplerini düzen içi liberal taleplere kadar indirmesi bile Türk hakim sınıflarını bu taleplere ikna etmemiştir. Buna krizin yirmi beş yıldır yürütülen savaşın, hiç olmadığı kadar Kürtlerde ulusal bilinci geliştirmesi bir gerçeklik olarak Türk hakim sınıflarını korkutmaktadır.

Bundan dolayı Kürt halkını oyalama ve zaman içinde eritme taktiği uygulamaya çalışmaktadır. Bunun bir ayağı olarak açılım adı altında yalnızca bazı şeyleri dillendirerek süreci geçiştirmeye çalışmaktalar. “Açılım”ın bir tasfiye programı olduğunun bilincindeki KUH’un ateşkese son vermesiyle bu meselede Türk hakim sınıflarının yaşadığı tıkanma daha da üst boyuta taşınmıştır. Ve bu tıkanma Türk hakim sınıflarının, kendi aralarındaki çelişkilerden, emperyalist ülkelerle ilişkilerine ve diğer bölge ülkeleri ile ilişkilerine kadar ciddi anlamda etkiler durumdadır. CHP’deki Kılıçdaroğlu hamlesinin bu sorunla kuvvetli ilişkisi olduğu düşünülebilir. Alevilerin yaşadıkları sorunlar da çok acil olmasa da hala gündemdeki yerini korumaktadır. Aleviler, örgütlenme ve demokratik talepleri için mücadele etme konusunda epey bir yol almışlardır. Sistemin bunlara yanıtı “Alevi açılımı” adı altında oyalama olmuştur. Seri Alevi çalıştayları yapılmış ama Alevilerin en basit ve kabul edilebilir taleplerinde bile adım atılamamıştır.

Özellikle Alevilerin diyanet işlerinin kaldırılması yönlü talebi en ileri taleptir. Sistemin hiçbir partisinin de buna yanaşmayacağı gözükmektedir. Demokratik Alevi hareketinin gelişmesi özellikle Türk Alevileri CHP’den koparma sinyalleri vermiştir. Zaten Kürt Alevilerinin önemli bir bölümü CHP’den kopmuştur. Dolayısıyla sistemin Alevileri düzen içine çekme diye bir sorunu tekrar gündeme gelmiştir. Özellikle Türk Alevilerin sistem kontrolünden çıkmaması için CHP’de Kılıçdaroğlu hamlesi manidardır. Kılıçdaroğlu’nun ilk gezilerini Çorum, Amasya ve Tokat’a yapması da rastlantı değildir. Uluslararası ilişkilerde “komşularla sıfır problem” diye ifade edilen dış politika tutmamıştır. Dış politikada ABD emperyalizmine tepkinin gazını almak için rol verilen AKP, Ortadoğu’da rolünü yerine getirirken rolüne çok ısınıp çizgileri aşmaya başlamış ve yeni problemlerle kendisini karşı karşıya bulmuştur. Türk dış politikası da Kıbrıs, Ermenistan, İran, Filistin ve İsrail konularında sıkışmış durumdadır. Buraya kadar CHP’nin tarihine değiniler, burjuva politika yapma tarzı ve sistemin var olan temel sorunlarını anlatmaya çalıştık. Bütün bunlardan sonra K. Kılıçdaroğlu’nun CHP’de genel başkan olmasının ne anlam taşıdığına bakalım.

K. Kılıçdaroğlu’nun CHP’de genel başkanlığı ne anlama gelmektedir?

CHP tarihinde nerede ise hiç “normal” yollarla bir lider değişimi olmamıştır. CHP’de 23. kurultay yaklaşırken de bir lider değişimi beklenmemekteydi.

Ama iktidarı ile, muhalefetiyle tıkanmış bir sistem vardı. Dolayısıyla uzun vadede sistemin bekası için sistem sözcüleri tarafından, “güçlü iktidar, güçlü muhalefet” formülü dillendirilmeye başlanmıştı. 8 yıl süren AKP hükümeti yıpranma sinyali veriyor ve bu sorunların altından tek başına kalkamayacağı, sistem analistleri tarafından söyleniyordu. İlk elden AKP hükümetinin pervasızca uyguladığı neo-liberal politikalardan muzdarip haldeki emekçi kitlelere sistem içi bir umut yaratılmak istenmişti. Bu gerekliliklerin hepsini hesaplamış olan hakim sınıf politikacıları, Deniz Baykal’ın kişisel hırsından dolayı “normal” yoldan genel başkanlığı bırakmayacağını anlamış olmalılar ki bir komployla genel başkanlıktan uzaklaştırdılar. Komplonun profesyonelliğine bakıldığında hakim sınıfların en tepeleri ile emperyalist merkezlerden planlandığı düşünülebilir. CHP, kuruluşundan bu tarafa devlet partisidir. Dolayısıyla genel başkanlığına getirilecek kişi de o derece önemlidir. Fakat bu tip partilerde genel başkanların yapabilecekleri, temsil ettiği sınıflar ve güç odakları tarafından belirlenir. CHP açısından devletin çelik çekirdeği tarafından belirlenir demek pek yanlış olmaz. Demek ki devlet, CHP genel başkanlığına K. Kılıçdaroğlu’nu atadı. Burada şunu da söylemeliyiz. Önder Sav her vesile ile temsil ettiği sınıf ve güç odaklarına ipler benim elimde mesajını da vermektedir.

 

Kılıçdaroğlu kimdir?

Dersim’in Nazımiye ilçesinde doğmuş, Kürt-Alevi bir aileden gelme, uzun süre Türk bürokrasisinde çalışmış, SSK genel müdürlüğüne kadar yükselmiş bir kişidir. Gazete ve dergileri incelediğimizde Kılıçdaroğlu allanıp pullanırken üç öğenin burjuva basın tarafından ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. Dürüstlüğü, Kürtlüğü ve Aleviliği. Kısaca Kılıçdaroğlu şahsında bunların ne anlama geldiğine bakalım. Toplumsal sistemde tek tek bireylerin mizaç özelliklerinden öte sistemde nerede ve hangi misyonda oldukları önemlidir. İnsanların davranışlarını, karakterlerini üretim ilişkilerinde aldıkları roller belirlemektedir. İstisnalar olmakla birlikte, bu toplumsal yaşamda aldığı rollerden ülke yönetimlerinin belirlenmesine dek belirleyici bir özellik taşır. Buradan hareketle şu soruyu sormalıyız; dürüstlük Kılıçdaroğlu şahsında ne anlam taşır? Hakim sınıflar dürüstlük olgusunu basitleştirip; rüşvet alıp almamak, akrabalarına ayrıcalık tanıyıp tanımamakla ölçmektedirler. Bu bakış açısı dürüstlüğün tamamen karikatürize edilmesidir. Öncelikle dürüstlüğün ölçütü üretim ilişkilerindeki konumumuz ve yine hangi sınıfların yanında olduğumuzla belirlenir. Üretimdeki milyonlarca emekçinin emeğini gasp eden, onlarca yıllardır Kürtleri, Alevileri katleden sınıfların yanında olmanın, onların partisinin genel başkanı olmanın dürüstlükle bir ilgisi olabilir mi? Tabi ki olamaz.

Kapitalist sistemde her şey, alınıp satılmaya başlayarak metalaştırılmıştır. Artık ruhlar, vicdanlar, kişilikler alınıp satılmaktadır. Kişiliğini hakim sınıfların-sömürücülerin hizmetine vermiş birisinin dürüstlüğünden bahsedilemez. Çünkü orada kişilik kalmamıştır. Burjuva sınıfların ilk özellikleri insanların emeklerini gasp eden sömürücü olmalarıdır. İnsanların emeklerini gasp etmenin neresi dürüstlüktür? Yani hakim sınıfların var oluşları dürüst olmamak üzerine şekillenmiştir. Sistemin doğası gereği hep daha fazla nasıl sömürürüm, nasıl daha fazla gasp yaparım hesabını yapmaktadırlar. Daha fazla kâr başka şekilde yapılamaz. Böyle bir sistemde kurucu parti olan CHP’de dürüstlüğün anlamı olmaz. Olsa olsa, sözde rüşvet olmayan, aile çevrelerine “devletin nimetlerini” yasal sınırın ötesinde tattırmayan, birisisini de daha fazla sömürü yapmak için kullanmanın adı dürüstlük olur!

Doğuşundan bugüne mayasında ikiyüzlülük ve yalan olan bir partiye dürüstlük uğramaz. Milyonlarca emekçiyi nasıl kandırıp sömürüsünü nasıl daha fazla ve uzun süre yapabiliriz diye yola çıkmış bir partinin genel başkanının kişisel olarak yasal alanın dışında, rüşvet almaması, aile çevrelerine devlet olanaklarını peşkeş çekmemesinin bir anlamı olabilir mi? Elbette ki bir anlamı yoktur. Baştan düzen, ahlaksızlık üzerine kurulmuştur. Tek bir ahlakı vardır o da kâr ve sömürü yapmak. Peki bozuk düzende sağlam çark olabilir mi? Tabi ki bin yıllık tecrübeyle sabittir ki hayır. Öyle ise K. Kılıçdaroğlu’nun dürüstlük söyleminin kendisi yalan ve ikiyüzlücedir.

Halkın dürüstlüğe olan saygısı kullanılarak düzenlerini biraz daha fazla devam ettirmek istenmektedir. Sureti halktan görünerek halkı kandırmaya çalışmaktadır K. Kılıçdaroğlu. Bu samimiyetsizliğin, yalancılığın en berbatıdır. Şimdi K. Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine bakalım: “Alınteriyle havuzlu villa edinenlere sözümüz yok” diyor. Nerede, hangi toplumda yaşıyoruz? Toplumumuzda alınteri ile geçinen insanlar havuzlu villalar, katlar, yatlar edinebiliyorlar mı? Genel başkan olması sonrası şov amaçlı gittiği ilk yer olan Zonguldak’ta maden işçilerinin nerede oturduğunu biliyor mu? Biz söyleyelim, değil havuzlu villa veya villa, normal bir kat bile değil. Hem yoksul halktan oy isteyeceksin hem de onları sömüren, yoksullaştıranlar olan havuzlu villalarda oturanlara diyecek bir şeyin olmayacak! Sonra da utanmadan “gelirleri hakça bölüşeceğiz” diyeceksin! Bu sistemde gelirin hakça bölüşülmesi mümkün mü? Hesap uzmanı olan Kılıçdaroğlu bunları tabi ki de biliyor. O zaman bütün bunların neresinde dürüstlük var? Bütün bu söylemler sahtekarcadır.

Yıllarca işçilerin alınterlerini yasal yollardan gasp eden SSK’nın tepesinde görev yapmış olacaksın ve dürüstlükten bahsedeceksin! Yıllarca SSK’nın genel müdürlüğünü yapmış birisi, politika alanına soyununca şu söyledikleri daha da ilginç olmuyor mu? “İktidara gelince sigortasız işçi çalıştırılmasını önleyeceğiz”. Bu sözün bir anlamı yoktur, halkı kandırmak için söylenmiş boş vaattir. Halkı kandırmanın neresi dürüstlük?

Kılıçdaroğlu işsizlikten, yoksulluktan, sosyal adaletsizlikten söz ediyor, diğer burjuva politikacılar da farklı bir şeyden söz etmiyor ki! Niçin burjuva siyasetçiler kapitalizmden, emperyalizmden neo-liberalizmden, sömürüden hiç söz etmiyorlar. Burjuva-feodal sistemi, neo-liberalizmi, sömürüyü sorun olarak görmeyen birisinin sorunları çözmekten bahsetmesinin tek bir amacı vardır, halkı kandırmak. Özetle burjuva feodal sistemin hiçbir partisi dürüst değildir, dürüst olamaz. Onların liderleri de aynı durumdadır. Bir aldatma operasyonu yapılmıştır ve bu ironik bir şekilde dürüst birisini genel başkanlığa getirmek olarak sunulmaktadır. K. Kılıçdaroğlu’nun kurultaylarında yaptığı konuşmaya bakmaya devam edelim: “Ne ezen ne ezilen hakça bir düzen” diyor. Bu cümle kulağa hoş gelen sözcüklerden oluşturulmuş ama bilimsel ve pratik bir anlamı olmayan boş bir slogandır. Sınıfsız bir toplumda yaşamadığımıza göre, yapılanların hepsi ya ezilen sınıfların çıkarlarına hizmet eder ya da ezen sınıfların çıkarlarına hizmet eder. Sistemin kurucu partisinin ezen sınıfların başı olduğunu düşündüğümüzde o zaman o söylem o sınıfın çıkarına hizmet için söylenmiştir. Ezen ve ezilenin olmadığı bir sistemin bu düzen içinde olabileceği yalanı ile halkı kandırmaya çalışıyor “Dürüst Kemal!” “Emin olun iktidara geliyoruz. Ezilenlerin emekçilerin haklarını korumak için geliyoruz” diye salona seslenirken, yalanını yüzüne çarparcasına, salon dışında CHP’li belediye yönetimleri tarafından işten atılan Kent AŞ işçileri işe dönmek isteyen sloganlarını haykırıyorlardı. Yalanları daha orada çürütülmüştü ama onlar arsızdırlar, bunları görmezler. Kılıçdaroğlu’nun “dürüstlüğü” işte budur.

Kılıçdaroğlu şahsı üzerinden sistemden umudunu kesmiş emekçi ve yoksullar sistem içine çekilmek, umut verilmek isteniyor. Daha önce birkaç defa yapıldığı gibi biriken tepkinin gazı alınmaya çalışılıyor. Bunun için de burjuvazinin en çok bilinen politika yöntemine başvuruluyor. Muhalefetteyken bolca vaatte bulunacaksın. İşçilerden, köylülere, memurlara ve toplumun tüm kesimine vaatte bulunuyor. Ama iktidara gelince bunların hepsini unutacaksın. Açlık, yoksulluk içinde olan, işsiz olan halkımızın kulağına vaatler hoş gelebilir ama kesinlikle açlığa, yoksulluğa, işsizliğe çare Kılıçdaroğlu değildir. Halkımız bu kandırma yönteminin yabancısı değildir. Ambalajında dürüstlük yazsa bile, düpedüz yalan siyasetidir. Görüldüğü gibi dürüstlük adına Kılıçdaroğlu’ndan elimizde bir şey kalmadı. Kılıçdaroğlu pazara sürüldüğünde halkı kandırmak için kullanılan diğer argüman da Kürtlüğüdür. Biraz da bu argümanın durumuna bakalım.

Kılıçdaroğlu’nun Kürtlüğü

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki bir kişinin gelmiş olduğu toplumsal, ulusal, dinsel, cinsel kökenin bir anlamı ile önemi yoktur; önemli olan bulunmuş olduğu konum ve misyondur. Bulunmuş olduğu yerin sınıfsal konumu önemlidir. Yoksa kişinin gelmiş olduğu sınıfın, ulusal, inançsal kökenin ve cinsiyetin önemi olamaz. Konumuz özgülünde CHP’nin hangi sınıfların partisi olduğu ve amaçları nettir. O partide genel başkanlığa yükselmek, o partinin temsil ettiği sınıfların ve güç odaklarının değerlerini savunmadan hatta içselleştirmeden mümkün değildir. Yani o partinin genel başkanı artık o sınıftandır. CHP’nin o zaman Kürt ulusu karşısındaki duruşundan farklı bir duruş beklemek gerçekçi değildir. CHP Kürt düşmanıyken Kılıçdaroğlu Kürtleri sevemez, öyle bir beklenti boş bir beklentidir. Kılıçdaroğlu’nun bulunduğu konumda kişinin geldiği ulusal kökenin anlamı olamaz. O zaman Kılıçdaroğlu’nun bu yönünün öne çıkarılması niye? Elbette Kürtleri kandırmak için. Hani Kürtlere keklik soyundan gelmişler denir. Sanırız böylesi durumları anlatmak için söylenmiştir. Keklik avına kafeste keklik götürülür. O kekliğin ötmesi üzerine gelen keklikleri de avcılar avlar. Burada öttürülen Kılıçdaroğlu, avlanacak olanlar da Kürt halkı. Kürtlerin öten sese gidip gitmeyeceğini ise pratik gösterecektir. Sistemin esasta tıkandığı sorunların başında Kürt sorunu geldiği için hiçbir yönteme başvurmaktan çekinilmemektedir.

Türk egemen sınıfları TC’nin kuruluşundan bu tarafa şovenisttir. Bir Kürt’ün Türk kurum ve kuruluşlarına kabul edilmesi bile problemlidir. Kabul edilmesi için Türklüğün değerlerini kabul etmesi, Kürtlükle bağlarını tamamen koparması; örneğin Kürtçeyi kamu hayatının tamamen dışına atması vb. gerekir. Türklüğün değerlerini kabul edersen, bu değerleri yaşarsan kamu hayatının bütün alanlarında görev alabilirsin, kamu yönetiminde, devlet bürokrasisinde yükselebilirsin. Ama Kürt kalırsan, Kürtlüğün değerlerini korursan, bunlar için mücadele edersen Türk bürokrasisinde hiçbir yere gelemezsin. Kürtler Türkleşmeden hiçbir Türk kurum ve kuruluşunda görev alamaz. K. Kılıçdaroğlu’nun Kürtlüğünü bu pencereden değerlendirmeliyiz. Uzun yıllar bürokraside yönetici konumda çalışması hangi sınıfların hizmetinde olduğunu göstermesinin yanında Türkleştiğini de gösterir. Daha genel başkan olur olmaz yaptığı açıklamada, asimilasyonu ne kadar içselleştirdiğini sahiplerine göstermiştir. Kemalizm’in Kürtleri asimile ederken kullanmış olduğu temel tez; Kürtlerin, Orta Asya’dan, Horasan’dan, Van Gölü üzerine gelen ve oradan Anadolu’ya dağılan Türklerin bir kolu olduklarıdır. Bunu, kendisi de bir Kürt olan ama Türk milliyetçiliğinin teorisyeni Ziya Gökalp ortaya atmıştır, hatta kendi geçmişinin de Türk olduğunu böyle açıklamıştır. Ne rastlantıdır ki, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu ilk günlerde, kendi geçmişiyle ilgili yaptığı ilk açıklama dikkat çekicidir. “Horasan’dan Konya’ya gelen Türkmen bir aşiret olan Kureyşanlıymış”! Nasrettin Hocayla akrabalarmış! Evet bu söyledikleri ile halkımızı güldürerek akraba olduklarını zaten kanıtlamıştır! CHP’nin genel başkanı devletin Kürtler üzerine yazdığı tezlerine uymayacak değil!

Yani bir Hızır paşa olayı ile karşı karşıya olduğumuzu işbaşına geçer geçmez açık etti. Bu durum karşısında Nazımiye’deki akrabalarının ne düşündüğü bilinmez ama 1937’de Seyid Rıza ile birlikte, CHP faşist diktatörlüğü tarafından asılan Nazımiyeli Kureyşan aşiretinden Seid Hüseyin’in kemiklerinin sızladığı muhakkak… Feodal ve kapitalist toplumlarda egemenler baskı altında tuttukları halklardan, uluslardan ve milliyetlerden insanları devşirip yönetici yapmışlardır. Geldiği yere yabancılaştırılan insanların, efendilerine yaranmak için efendilerine çok bağlı oldukları tespit edilmiştir. Yine acımasız ve gaddar oldukları hakim sınıfların tecrübeleri ile sabittir.

Osmanlı’da devşirme kurumsal olarak yapılmıştır. Özellikle Müslüman olmayan halkların sağlıklı çocukları zorla alınıp, sünnet ettirilip, ismi Müslüman ismiyle değiştirilip sıkı bir şekilde Müslüman geleneklerine bağlı olarak eğitimden geçirilip devlet kadrosu yapılıyordu. Bunların bazıları askeri kadro, bazıları idari kadro olarak görev yapıyordu. Bunlar arasından paşalar ve vezirler çıkmıştır. Devşirmelerin geldiği yere yabancılaşması hatta düşmanlaşması doğal olandı. Kapitalist ülkeler de sömürgelerde idari yapıda çalıştırmak üzere kadro yetiştirmek için 1840’dan başlayarak sömürge ülkelerde kendi okullarını açmaya başladılar. Bunların benzerlerini cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan katliamlardan sonra yürürlüğe konan asimilasyon politikalarının önemli bir ayağı olarak, T. Kürdistanı’nda Bölge Yatılı Okulları ve Kız Sanat Okulları açarak TC yapmıştır. Zorla ve bazı teşviklerle Kürt çocukları askeri disiplinin hakim olduğu bu okullarda asimile edilmiştir. K. Kılıçdaroğlu da bir devşirmedir. Devşirmelerin temel özelliklerinden birisi geldiği yere, aslına yabancılaştırılmasıdır; aslını inkar etmektir. Kılıçdaroğlu bunu yapmasına karşın etiket olarak Kürtlüğü kullanılmaya çalışılmaktadır. Yani yine halk kandırılmaya çalışılmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenine değil ama önüne konan görevlere bakmalıyız. Sistemin sözcüleri tarafından bakınız ne görevler konuyor önüne. “Kılıçdaroğlu dönemi, bu bölgede ve ülkede terör, şiddet ve ötekileştirme istemeyen Kürt vatandaşlarımızı kucaklayabilir. Kürt vatandaşlarımız uzun süreden beri ve eş zamanlı yaşadıkları ‘kimlik, yoksulluk, işsizlik, siyasi katılım sorunları’nı bu boyutları içeren bir ‘Sosyal Adalet Projesi’ yoluyla çözme çabasına girebilir… ‘Birlikte Yaşama Projesi’yle Kürt sorununa yaklaşabilir.” (Fuat Keyman, Radikal İki, 13.06.2010) Kılıçdaroğlu’ndan bunlar bekleniyor.

Ama Kurultaylarının açılış konuşmasında ağzına hiç Kürt lafını almayan birisinin bunu nasıl becereceği de merak konusu… Yapılan bir röportajda hemen Kürtçe eğitime karşı olduğunu söyleyip devamında şunları söylemiştir. “Çünkü her ülkenin bir resmi dili var. Bütün politikaları toplumu entegre etmek üzere inşa etmelisiniz. Eğer toplumu entegre etmez de, toplumda ayrışma politikaları oluşturursanız bunlar doğru değildir. Eğitim de bunlardan biridir.” Kürt Kemal’in anadilde eğitim için söyledikleri. Elbette bunları söyleyenin CHP genel başkanı olduğunu düşündüğünüzde şaşılacak bir tarafı yoktur. Asimilasyona, Kürt sorununu ekonomik geri kalmışlık ve terör sorunu olarak gördüğünü söyleyerek dünkü CHP’nin farklı bir şey söylemediğini bir kez daha ortaya koyuyor; devam diyor, daha öncekiler gibi! Kürt sorununu, değişik ifade ile kendilerinin çözeceğini söylüyor. Nasıl çözeceksiniz deyince söylediği bir şey yok; iktidara getirin biz gösterelim diyor, çocuk kandırırcasına ama yaptığı gezilere baktığımızda nasıl çözeceği anlaşılmakta. İlk yaptığı gezilerden birisi de sınırda Kürt gençlerini katletmek için oluşturulan askeri mevziler oldu.

Kürtleri katletmede en kahramanımız hangisi dercesine siperde çömeldi çömelmedi polemiği yapıldı, rezilce! Ve kahraman Kemal oluk oluk Kürt gençlerinin kanı akarken, korucuları Ankara’ya çağırdı. “Terör sorununu” kendilerinin bitireceğini söylemeyi de ihmal etmedi. İşte Kürt sorunundaki Kemal’in gerçek yüzü. Bilinen, CHP’nin asimilasyoncu, inkarcı ve imhacı yüzü. K. Kılıçdaroğlu kurultay bitiminde şunları diyor: “Mustafa Kemal’in, İsmet İnönü’nün, Bülent Ecevit’in, Deniz Baykal’ın koltuğunu devraldık. Bu koltuğun anlamını ve önemini biliyoruz.” O koltuğun anlam ve önemini kısaca biz de hatırlayalım. O koltuk 90 yıldır halkımızı inim inim inleten faşist diktatörlüğün yönetici koltuğudur. Koçgiri’de, Diyarbakır’da, Genç’te, Palu’da, Ağrı’da ve Dersim’de Kürtlerin kanını oluk oluk akıtan, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek din diyen şovenizmin katliamcı koltuğudur. Karadeniz’de 15’lerle başlayan, dağ başlarında, şehir sokaklarında, işkencehanelerde, hapishanelerde Kürt, Türk çeşitli milliyetlerden halkımızın en yiğit kız ve oğullarını katleden, insanlığa düşman faşizmin koltuğudur. Maraş’ta ağaçlara çocukları çivileyen, Sivas’ta insanları diri diri yakan kanlı koltuktur. K. Kılıçdaroğlu da o koltuğun kanlı ve halkın üzerinde olduğunu bilmektedir. O da oraya hangi misyonla geldiğini bilen, faşist partinin genel başkanıdır. Kürt halkına kan ve gözyaşından başka da bir şey veremez. Sistem, tıkanan Kürt politikası karşısında halkı kandırmaya dönük, yeni bir hamle yapmak istiyor. AKP “açılım” diyerek, güzel sözler söylemesine karşın halkı kandıramadı.

Durumu anlayan Kürt halkının silahlı bölümü tekrar silahı aktif kullanmaya başladı. Dolayısıyla TC, daha güçlü bir ezme, yok etme ve kandırma hamlesi yapmak istiyor. Bunun için sistem partileri yeniden dizayn edilmeye başlandı. CHP’nin başına Kürt kökenli birisini getirmekteki amaç bir taraftan imha ve inkarı yaparken, diğer taraftan halka şirin gözükerek kandırıp düzene yedeklemek amaçlıdır. Kılıçdaroğlu şahsında CHP, Kürt sorunu kapsamında AKP’ye yedeklenmektedir. Bu projede İngiltere’den esinlenmişlerdir. Güya, İngiltere IRA’nın silahsızlandırılmasında Muhafazakar Parti ile İşçi Partisi’nin uyumlu çalışması sayesinde başarılı olmuştur. Türk hakim sınıfları da benzerini yapacakmış! Bunu şöyle tercüme edebiliriz; AKP muhafazakar, dini hassasiyetleri olan halkı sistem içine çekecek, CHP ise Alevi ve sol söyleme yatkın halkı sistem içine çekeceklerdir. Diğer yandan güçlenen Kürt ulusal hareketinin tabanını zayıflatacaktır. Ulusal bilinci hiç olmadığı kadar gelişmiş Kürt gerçekliğini düşündüğümüzde bunun boş bir hayal olduğunu görürüz. Ön plana çıkarılan Aleviliğe ve bu kapsamdaki gerçekliğe bakalım.

Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği üzerine

Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinin ne anlama geldiğine değinmeye başlamadan önce, Obama şahsında ABD’de estirilen havayı incelemek yerinde olacaktır. 2008 yılının Kasım ayında yapılan ABD başkanlık seçimlerini Obama kazandı. Uzaktan bir Müslümanlığı da vardı. ABD’de çoğunluğunu beyazların oluşturduğu seçmen, Obama’yı başkan olarak seçti diye; dünya basını, siyaset ve aydınları “Beyaz Adam”ın erdemlerini, ABD emperyalizminin demokratik işleyişini uzun uzun konuştu.

Genelde “Beyaz Adam”a özelde ABD “demokrasisine” övgüler yağdırıldı. Bir anda “Beyaz Adam”ın tarih içinde işlemiş olduğu suçlar unutuldu. Denebilir ki, Obama’nın seçilmesi, “Beyaz Adam”ın ırkçı siyaset ve uygulamalarının doruğunu oluşturdu.

Kısacası büyük çoğunluk “Beyaz Adam”ı kutladı, yüceltti ve o, bir nevi yeniden keşfedilerek beş yüz yıla yakındır dünya halklarına yaptıkları unutturulmaya çalışıldı. Şimdi bu coğrafyada bu ideolojik manipülasyonun bir benzeri yapılmaya çalışılıyor. Bu coğrafyanın siyahileri başta Kürtler ve Aleviler. Bunlara şirin gözüküp geçmişi unutmaları ve bugünkü yapılanları da görmemeleri için uğraşılıyor. Acaba Aleviler Koçgiri, Dersim, Maraş, Sivas, Çorum, Malatya, Gazi’yi unutacaklar mı? Kılıçdaroğlu genel başkanlığa gelir gelmez başta Türk-Aleviler olmak üzere Alevilerin yoğun olduğu illere gitti, mitingler düzenledi, yayla şenliklerine katıldı. Çorum, Amasya, Tokat ve Adıyaman’da mitingler yaptı. Genel geçer sözler söyledi, Alevilerin en temel talepleri olan cemevleri, zorunlu din dersleri, diyanet işlerinin kaldırılması gibi taleplere değinmedi bile. Yani bu konularda CHP’nin de yapacak fazla bir şeyi yoktur. Kılıçdaroğlu da CHP’li “Beyaz Adam”ın bugüne kadar 90 yıldır bu coğrafyanın siyahilerine yaptıklarını aklamak için kullanılmaya çalışılıyor. Bu işin bir tarafı, işin diğer tarafı da Pir Sultan şahsında Hızır Paşanın yaptıklarını Alevilere bir kez daha yapmaya hazırlanıyor. Alevi halkımızın bir deyimi vardır, “Osmanlı’nın ekmeğini yiyen kılıcını sallar” diye. Kılıçdaroğlu Osmanlı’nın torunlarının ekmeğini yemiş, onunla semirmiştir, kılıcını da emekçilerin, Kürtlerin ve Alevilerin üzerine sallamaya hazırlanmaktadır. Obama’nın başta siyahiler olmak üzere dünya halklarına yaptığı gibi…

Şunu da söylemeliyiz, ABD’de Obama’nın Demokrat Partinin başına getirilmesinde siyahiler ne kadar etkili olmuşsa, CHP’nin başına Kılıçdaroğlu’nun getirilmesinde Kürtler ve Aleviler o kadar etkili olmuştur. Daha önce CHP’den Alevi kökenli bir dizi üye kadro atılmıştır. Devam edelim, bugüne kadar ABD’de Obama siyahiler için neler yapabilmişse, CHP iktidarında Kılıçdaroğlu da Kürtler ve Aleviler için ancak o kadar yapabilecektir. Çünkü Alevilere yapılanlar kuruluşundan bugüne devlet politikasıdır. Tek din yaratmak için başta Aleviler olmak üzere diğer dini azınlıklar üzerinde asimilasyon politikası uygulanmış, Sünni-Müslümanlaştırılmaya çalışılmıştır. Rumlar ve Ermenilerin Hıristiyan halkının kiliseleri ve dini okulları kapatılmış, Nasturi Hıristiyanları bir bütün katledilmiştir. Hala Hıristiyan papazlar katledilmektedir bu coğrafyada. Bu politika hala devletin temel politikalarından birisidir.

Bundan dolayı okullarda zorunlu din dersleri var ve orada Sünnilik öğretiliyor. Bunu için hala, Tokat’ta, Sivas’ta, Amasya’da, Çorum’da Alevi köylerine cami yaptırılmaya çalışılıyor. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığı var. Şunu da söylemeliyiz; nasıl ki Kürtlük bilincine sahip birisi Türk bürokrasi[1]sinde çalıştırılmıyorsa aynı şey Alevilik için de geçerlidir. Alevi kültür ve değerlerini koruyan bir memur, Türk-Sünni devlet bürokrasisinde yükselemez. Kılıçdaroğlu’nun Alevilikle de bir ilgisinin kalmadığını olmadığını geçmişine bakarak söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu Alevi halkı da kandırmaya çalışıyor, esas amacı olan, Türk-Sünni hakim sınıfların tekçi şovenist düzeninin bekçiliğini yaptığını gizliyor. Aleviler şeriat gelecek korkusu ile laiklik ve cumhuriyetin kitle tabanı olmuş-yapılmıştır. Ama şunu da söylemeliyiz ki şeriatın gelmesini en başta burjuva egemenler istemez, kapitalizmin işleyişine terstir. Dolayısıyla Alevilerinki boş bir korkudur. AKP şahsında hakim sınıfların yöneticileri olan Sünni inanışı güçlü kesimin burjuva feodal sistemle nasıl da haşır neşir oldukları zaten bunu açıkça göstermektedir.

Olan gelişmeler

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “dürüstlüğü”, “Kürtlüğü” ve “Aleviliği” bu şekildedir. Görüldüğü gibi bu özellikleri varmış gibi ön plana çıkarılması bu özelliklere sahip olduğu için değil, bu konularda halk kandırılmaya çalışıldığı içindir. İşte bundan dolayı Kılıçdaroğlu’nun sadece bir Kılıçdaroğlu olmadığı ortaya çıkıyor. Onun şahsında sistem, tıkanma noktalarını ötelemeye çalışarak; halkın değil ama sistemin umudu olduğu görülüyor.

Demek ki CHP’de genel başkanlık değişimi de basit bir genel başkanlık değişimi değildir. Sistemin kendisini yeniden üretmesinin bir adımıdır. Bundan sonra CHP’deki gelişmelere, AKP-CHP ilişkilerine dikkat etmek lazım. Belki de Kılıçdaroğlu ve CHP, ciddi bir bunalıma girecek olan Türk burjuva politikasına nefes aldıracaktır. AKP-CHP kapışmasının göreceli olarak daha uyumlu hale gelmesi yaşanırsa şaşırmamak gerekir. Bu gelişmeler, gündemdeki bir dizi konuyu da yakından ilgilendirecektir. Kürt sorunundan Ergenekon davalarına kadar önemli gelişmeler yaşanabilir. Daha şimdiden Balyoz davası sanıkları tahliye edildi, Kürtlere dönük imha operasyonları hız kazandı. Yazımızın baş tarafında CHP’nin ve TC’nin kurucu ideolojisinden önemli noktalara değinmiştik. Uzun yıllar bunları yeniden üretemediler, elbette üretmeyi yenilenmek olarak söylemiyoruz. Halkı kandırmada yeni argümanlar bulmaları olarak ifade ediyoruz. Özellikle Deniz Baykal’lı süreçte çok kaba bir söylemle laiklik-cumhuriyet ele alındı, teklik üzerine kurulu şovenist söylem, ilk kuruluş yıllarındaki gibi katı bir şekilde ele alındı. Kuruluşundan bu tarafa askeri ve yargı bürokrasisi ile içli dışlı durumu tüm çıplaklığı ve pespayeliği ile alenileşti. Bütün bu yaşananlar bir anlamda CHP’yi halk nezdinde hiç olmadığı kadar teşhir etti. Elbette teşhir olan CHP nezdinde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve temel kurumlarıydı. Bütün bunlardan burjuvazi de ders çıkararak, özü yaşatmak için biçimde bazı değişiklikler yapmanın bir adımı olarak Kılıçdaroğlu hamlesini yaptı. CHP’nin temel felsefesinin yaşatılması için ve daha güçlendirmek için Kılıçdaroğlu söylem değişikliği ile ortaya çıktı.

Daha ilk baştan da anlaşıldığı gibi bu söylemlerden bile öze ilişkin bir değişimin olmadığı, hatta biçimdeki değişimin de çok sınırlı olduğu görünmektedir. Bundan sonra “güçlü muhalefet” söylemine uygun olarak Kılıçdaroğlu halkçı söylemle bolca vaatlerde bulunarak, halkın en yakıcı sorunlarını dillendirmeye devam edecek. Halkımız bu kadar sorunla boğuşurken bu sorunların dillendirilmesi bile hoşuna gidip alanlarda onu dinleyecek. Ama Kılıçdaroğlu çözüm olarak tek bir şey söyleyecek; yıllardır diğer düzen partilerinin yaptığı gibi, iktidara kendilerinin getirilmesi! Sorunların çözümü için “CHP iktidarı” diyecek. Ama geçmişte kendilerinin ve diğer düzen partilerinin yaptığı gibi hükümet olduğunda hepsini unutacak, Türk hakim sınıf politikacılarının duayeninin dediği gibi “dün dündür, bugün bugündür” diyecek. İşçiler, işsizler, emekçiler, yoksullar, köylüler, emekliler bir kez daha kandırılacaktır. Elbette bu sürece devrimci ve komünistler müdahale edip bunların gerçek yüzlerini teşhir etmezse, bu tıkanmayı da ekonomik krizleri aştıkları gibi aşacaklardır. Kemalist ideoloji Kılıçdaroğlu ile kendini yenilemeye çalışıyor. Ama bunun anlamı yalnızca CHP’nin yenilenme çalışması olarak da anlaşılmamalı. Bunun içinde AKP’nin de olduğu, söylemlerden anlaşılıyor. Sistem kendini yenilemeye çalışıyor. Başarılı olup olmayacakları ise başka bir sorun.

Bu süreçte kayıkçı dövüşü gibi AKP ve CHP’nin birbirlerine diklenmeleri de halkımızı şaşırtmamalıdır. Ama Deniz Baykal dönemi gibi tıkanma durumları, “gerginlik” politikalarına daha az rastlamamız olasılık dahilindedir. Kürt sorununda ve Alevi sorununda yakın bir zamanda önemli bir değişim pek olası gözükmemektedir. Ancak genel seçimlerden sonra oluşacak tabloya göre yeni hamleler beklenebilir. AKP-CHP ikilisi oluşturulabilirse onların dışında iki uçlaşma oluşturulmaya çalışılabilir. Bir tarafta MHP diğer tarafta BDP olmak üzere. Sözde bu iki uç dışında sorunu çözüyorlarmış gibi bir görüntü oluşturabilirler. Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP sistemin yaşadığı tıkanma noktalarında daha aktifleştirilecektir. Pratikte bunun nasıl şekil alacağını konjonktür belirleyecektir. Elbette ki halkımızın ve halkın örgütlü güçlerinin süreçte ne yapacakları esasta belirleyici olacaktır.

Sonuç: Türk egemen sınıflarının “aile meclisleri”nde partilerini yeniden dizayn etme kararı aldıkları anlaşılıyor. Bunun ilk uygulamasını CHP’de Deniz Baykal’ın genel başkanlıktan uzaklaştırılıp genel başkanlığa K. Kılıçdaroğlu’nu getirerek yaptılar. Anlaşıldığı kadarıyla CHP’yi Kemal Kılıçdaroğlu ile iktidara, o da ol[1] koalisyon hükümetlerinde yer almaya hazırlıyorlar. Sistemin AKP eliyle yürüttüğü ama tıkanan politikaları bu şekilde aşmayı zorlayacakları-deneyecekleri anlaşılmakta. CHP’deki imaj yenileme operasyonu da buna uygun tarzda yapılmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun yoksulluk söylemleri, “Kürtlüğü” ve “Aleviliği” bundan dolayı anlam kazanmaktadır. Kılıçdaroğlu şahsında halkımıza karşı bir operasyon yapılmıştır. Bu operasyonun hedefi başta emekçiler, yoksullar, Kürt halkı, Aleviler olmak üzere tüm ezilenlerdir. Fakat Kılıçdaroğlu bu kesimlere bir umut olarak gösterilmeye çalıştırılarak beklentiye sokulmaktadır. Halkımız oynanan oyuna kanmamalı, Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzünü görmelidir. Düzen partilerinin birbirinden farkı yoktur. CHP’nin MHP ve AKP’den ezilenlere uyguladığı politikalarda farkları yoktur. Kılıçdaroğlu ile yalnızca CHP’ye bir makyaj yapılmaya çalışılmaktadır. Ama makyajın arkası kokuşmuş olan düzen ideolojisidir. M. Faraç, Süheyl Batum, Nuray Yıldız’ın CHP PM’ne alındığını göz önüne aldığımızda o makyajın gerçek niyeti de ortaya çıkmaktadır. Yani Türk milliyetçiliğinin provokatör ve militanları Genelkurmay Başkanlığı’nın akıl hocaları CHP Parti Meclisine alınmıştır. Makyajın arkasında bu gizlidir.

CHP Kemalist diktatörlüğün kurucu faşist partisidir. Genel başkanları da kuruluşundan bugüne Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden halkımızın düşmanlarıdır ve elleri halkımızın kanıyla boyanmış faşist katliamcılarıdır. İşçilerin, köylülerin, emekçilerin, yoksulların, Kürt halkının ve Alevilerin yaşadığı sorunlar burjuva-feodal sistemden kaynaklıdır. Dolayısıyla sorunu yaratanlar ve sorunun kaynağı olanlar sorunları çözemezler. Ezilen halkımızın yaşadığı sorunları Kılıçdaroğlu ile veya onsuz CHP çözemeyeceği gibi hiçbir düzen partisi de çözemez. Çözüm, bu talan ve sömürü düzeninin ortadan kaldırılması ile gelecektir. O zaman halkımız bu düzeni ortadan kaldırması için düzen partilerinin bayrakları altına gitmemeli, bu düzeni yıkmayı hedef alan komünistlerin bayrağı altında örgütlenmelidir. Sömürü düzeni ortadan kaldırıldığında çeşitli konularda yapılan baskılar da ortadan kaldırılacaktır. Umut olarak gösterilmeye çalışılan Kılıçdaroğlu şahsında düzenin ta kendisidir. Burjuva sistem halkımızın umudu değildir, umut dağda, umut şehirlerde komünistlerdedir. Halkımız CHP’ye Kılıçdaroğlu şahsında, sistemin ömrünü uzatmak için gitmemeli. Destek vermemeli, sistemi yıkmak için komünist parti saflarında örgütlenmelidir. Sözlerimizi Ahmet Arif’in dizeleri ile bitirelim:

Bunlar engerekler ve çıyanlardır

bunlar ekmeğimize aşımıza

göz koyanlardır.

Tanı bunları

tanı da büyü…”

 

Yararlanılan kaynaklar:

1) Louis Bonaparte’nin 18 Brumaire’i, K. Marks, Sol Yayınları

2) Seçme Yazılar, İ. Kaypakkaya, Umut Yayımcılık

3) Kürt isyanları, A. Kahraman, Evrensel Basım Yayın

4) Yakınçağ Türkiye Tarihi 1-2, Milliyet Yayınları

5) Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Mete Tuncay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları

6) Resmi İdeoloji Sözlüğü, Editör F. Başkaya, Özgür Üniversite Yayınları

7) Resmi Tarih Tartışmaları 6. Kitap, Editör İ. Beşikçi, Özgür Üniversite Yayınları

MAKALE | Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu