Makaleler

(Makale)İRAN ZİYARETİNİN GERÇEKLERİ

Faşist T.C’nin sahte kabadayı “ niteliğindeki gayrı meşru fiili başkanı kritik dönemde gerçekleşen çok önemli ziyaret”  söylemleri eşliğinde, 7 Nisan Salı günü İran’a bir ziyaret gerçekleştirildi.  Her ne kadar ziyaretin kritik bir dönemde gerçekleşti, bölgemizde ki önemli gelişmeler düşüldüğünde, bir açıdan doğruysa da “çok önemli”  vurgusuyla birlikte verilmek istenen anlamın ve yapılmak istenen propagandanın bir karşılığı yoktur.

Çünkü faşist TC ve en başta da onun gayrı meşru fiili başkanı Erdoğan, Amerika başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin çıkarlarına hizmet temelinde, izlediği dinci ve mezhepçi siyasi çizgiyle, bölgedeki gelişmeleri, bırakın iddia ettikleri gibi olumlu yönde belirlemeyi, etkileme olanağını kaybedeli çok olmuştur.  Ve zaten aynı çizgi bu ziyaretinde, daha gerçekleştirilmeden, ölü doğumuna yol açmıştır.

Ankara’da Başka Söyler, Tahran’da Şaşar

Daha bir hafta kadar önce, Suudi Arabistan’ın başını çektiği suni-Arap gericiliğinin Yemen’e doğrudan askeri müdahalesini, Faşist T.C Dışişlerinin yaptığı açıklama ile desteklemiştir. Ama Erdeğon bununla yetinmeyip, bu destek açıklamasının üstüne bir de mezhepçi nefretini söylem ve tavır düzeyinde açık ederek, “ İran’ın haddini aşıp sınırları zorladığını buna sessiz kalmayacağını” belirttiği, İran’ı hedef  tahtasına koyup, düşmanlaştıran bir açıklama da bulunmuştur.

Tabii buna, İran’dan çeşitli düzeylerde tepkiler almakta gecikmemiştir. Önce İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi ve İran Meclisli Araştırma Komisyonu Başkanı Muhammed Mehdi Zahidi tepki göstermiştir. Ziyaretin ön günlerindeyse, 69 milletvekili İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye bir mektup yazarak Erdoğan’ın özür dilemesi için baskı yapmasını istemişlerdir.

Siz bakmayın Erdoğan’ın gelen tepkilere “muhatabım değillerdir” diyerek ertelemesine. Bu sözünü sakınmama, özü-sözü bir olma, dik durma abidesi, efsanenin tersine, İran’da ki açıklamalarıyla tepkileri yatıştırma kıvraklığını göstermeye çalışmıştır. İran’da artık onun için önemli olan “ne Şii’dir nede Suni’dir.” O İslami ve Müslümanları bir bütün olarak dert edinmektedir. Mezhepçiliğe de düşmandır.

“Kaderin üstünde bir kader var” ya da “ Şu kaderin işine bak adama neler söyletiyor” diyeceğiz ama biliyoruz ki olan bitenin gayet dünyevi bir açıklaması vardır.

İran’da Nemalanma Arzusu

Faşist T.C ve Erdoğan, gelişmelerin baskısı altında yalpalamaktadır. Bu gelişmelerin başında ekonomideki olumsuz gelişme gelmektedir. Erdoğan’ın o dillere destan liderliğinde ki faşist T.C ‘nin, dış borcu artmış, ekonomik büyüme durma eşiğine gelmiş, ihracatı azalmış, parası dolar karşısında değer kaybında dünya rekoru kırmış, işsizlik ve yolsuzluk olayları almış başını gitmiş durumdadır. Üstelik ekonomisi için hayati noktada olan enerji alanında, önemli oranda bağımlı olduğu ülkelerden biri de İran’dır.

Ayrıca İRAN, nükleer çalışmaları konusunda Batılı ülkelerle ön anlaşmaya varmıştır. Her ne kadar geçtiğimiz günlerde yapılan karşılıklı açıklamalarda bu ön anlaşmanın Haziran’da nihai bir anlamaya varıp varmayacağı konusunda ciddi şüpheler olmuşsa da, ortaya çıkardığı ihtimal ağızları sulandırmaya devam etmektedir.  Bu anlaşma, İran’a bölge politikasında elini kuvvetlendirme olanağı sunduğu kadar, aynı zamanda kendisine önemli zararlar veren ambargolar belasından kurtulma şansıda vermektedir. Ekonomik alanda sıkışmış faşist T.C ve Erdoğan, işte buradan nemalanmak için şimdiden yalanmaktadır.

Hevesi Kursağında Kalmak

Faşist T.C ve Erdoğan’ın heveslenmelerine paralel bir sonuç almadıkları anlaşılmaktadır. Öne çıkan iki istekleri olmuştur. Biri enerji alımında fiyat indirimi, diğeri de iki ülke arasında ki ticaretin yerel paralarla yapılması.

Dolar karşısında parası bu kadar değer yitirmişken, ticaretin yerel paralar üzerinden yapılmasının kabulü elbette ki faşist T.C’nin ve Erdoğan’ın lehine bir gelişme olurdu. Hem İran’da aynı dertten muzdariptir. İran’ da dolar karşısında değer yitirmektedir ve doların uluslar arası ticaretteki rolünden rahatsızdır. Ancak hem bu gerçekliğin salt bir tercih sorunu olmadığını bilmektedir, hem de faşist T.C ile ekonomik ilişkileri ve özelliklede enerji ticareti söz konusu olduğunda, dolar üzerinden işlerin yürütülmesinin kendisine sağladığı çıkarın doğaldır ki farkındadır. Aynı şekilde enerji ticaretinde Erdoğan’ın istediği oranda fiyat indiriminin, kendi lehlerine hiçbir yanının olmadığını kavrayacak kadar ticaretten anlamaktadırlar. Faşist T.C’ nin ve Erdoğan’ın “ babasının hayrına” davranacak değillerdir.

Bu yüzden de faşist T.C ve Erdoğan, ziyaretten esasta eli boş, hevesleri kursaklarında kalarak dönmüşlerdir. Yapıldığı söylenen çok sayıda ki ekonomik anlaşmanın detaylarına ilişkin basına pek bir şey yansımamıştır. Eğer bu ekonomik anlaşmalar gerçekten kendileri için dişe dokunur yada daha ciddi oranda başarılar getirseydi şüphesiz ki günlerce, sanki halklarında bir çıkarı varmış gibi, başımıza kakarlardı. Anlaşılan İran, faşist T.C’nin ve Erdoğan’ın Yemende ki gelişmeler sonrası gösterdikleri “sivrilikleri” , en azından bir süre için kısman törpüleyecek kırıntılar atmakla yetinmiştir.

Kırıntılar Neyi Halleder

Yapılan ortak açıklamada, Yemen’de ki sorunun barışçıl yollarla çözülmesi çağrısı yapılmasına faşist T.C’nin ve Erdoğan’ın tavrına bir ayar verilmiş olmasını böyle değerlendirmek doğru olur. Ancak, Faşist T.C ile İran gericiliğinin ilişkilerini, birbirlerinden daha çok bölgede ki gidişat belirleyecek gözükmektedir.

Bu perspektiften bakıldığında el ele verilen “beraber yürüdük biz bu yolarda” görüntünsün uzun bir ömrü ve pek bir anlamı yoktur. Gerçi Erdoğan’ın cumhuriyet veya monarşi olmalarına aldırmadan, teokratik niteliklerinden ötürü bütün bölge gericiliğini samimiyetle sevdiğini söylemek mümkündür. Gerisi onun gözünde önemsiz detaylardır zaten.

Bunlara takılmamak gereğini, cumhuriyetle monarşiyi sentezleyen Türk işi, Erdoğan işi başkanlık sistemi çalışmalarından çıkmak zor değildir. Ama onun bu teokrat severliğinin, İran söz konusu olduğunda, geleceği pek yoktur. Ruhani ile el ele verilen tablonun, gırtlak gırtlağa bir tabloya dönüşme ihtimali kuvvetlidir.

Esad’dan hiç kimseyi şaşırtmayacak böyle bir dönüşümü koşullayan, bölge gericiliğinin Suudi Arabistan ve İran liderliğinde ki saflaşma ve karşı karşıya gelişinin devam ediyor oluşudur. Son olarak İran, 9 Nisan’da, yani ziyaretten 2 gün sonra Adan Körfezi ve Babu-i Mendebe lojistik destek gemisi ve destrasyonlardan oluşan, askeri filo göndermiştir. Filonun gönderiliş amacı “İran gemilerinin deniz yolu güvenliğinden sağlanması ve İran’ın açık denizlerde ki çıkarlarının korunması” olarak açıklanmışsa da, işin daha somut bir hedefe yönelik olduğunu anlamak için Yemen’de ki gelişmelerden haberdar olmak yeterlidir. Zaten, Suudi gericiliğinin “karanlık fırtınası” adını verdiği Yemen’e dönük saldırganlığının sözcüsünün bu gelişme üzerine yaptığı, “militanlara silah veya yardım ulaştırılması durumunda koalisyonun, uygun cevabı verme hakkının doğacağı” açıklaması, mesajın ve hedefin anlaşılacağını da belli etmektedir. Tabii belli ettiği tek şey, İran’ın mesajının ve hedefinin anlaşılması değildir. Aynı zaman da filoya yönelik askeri müdahale tehdidi ile, en iyi durumda bir çatışma ihtimalini de açık etmiştir.

Bilindiği gibi kısa bir süre önce yapılan 26. Arap Birliği Zirvesi’n de Arap liderlerin ortak askeri güç oluşturma konusunda fikir birliğine vardığı duyurulmuştur. Kimileri buna Arap Nato’su demektedir. Kimileri de Nato’nun Arap gücü demektedir. Belli açılardan, her ikisi de doğrudur. Bu “Arap Nato’sunun” Yemen’de ki gelişmeler sonrası gündeme gelmesi tesadüf değildir. Tersine bu askeri güç, İran’la benzer karşı karşıya gelişlerde ki bir çatışma ve gelişebilecek bir savaş ihtimali kaynaklıdır. Böyle bir ihtimal gerçekleşir ve Batı’lı Emperyalistlerle İsrail’in bölgede ki çıkarının sopası olacak böyle bir “Arap Nato’su” kurulursa T.C’nin kimilerinin yanında saf tutacağı bellidir. Göbekten bağımlı olduğu bu güçlerin yanında saf tutmakta gecikmeyecektir. Bunun İran’la direkt yada dolaylı olarak, boğaz boğaza gelmeye yol açması da kaçınılmazıdır.

Sonuç Olarak

Bölgemizi bir gerici savaşlar arenasına döndürenlerden: Barış, siyasi işbirliği, sorunların uzlaşma ile çözümü gibi “Erdemler” beklemenin bir karşılığı yoktur. Zira söz konusu olan erdemli olup olmamak değildir. Onlar, bu ziyarette Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı “sınır güvenliği” maskesi ile yapacağı söylenen işbirliğinde olduğu gibi, halklara düşmanlıkta anlaştılar. Kendi aralarında ise esas olan, rekabet ve zaman zaman savaşlar biçimini alan mücadeledir.

Bundan dolayı, bugüne kadar olduğu gibi, bölgemizin geleceğini emperyalist-kapitalizm, ekonomik temelli, bir bütün sistemsel krizin olacağı hal belirleyecektir. Emperyalist-kapitalizm her krizinde yada bunalımında, zengin enerji kaynaklarını ve Pazar alanlarını barındırdığından dolayı, bölgemizin emperyalistlerle onların yerli işbirlikçilerinin çıkarlarının çatışma ve savaş alanına dönüşmüştür. Bugün de bir yandan başını ABD emperyalizminin çektiği Batı’lı emperyalistlerle, onların işbirlikçisi İsrail ve Suudi Arabistan-Mısır gibi bölge gerçekliğinin bir kısım güçleri, diğer yandan Rusya ve Çin emperyalistlerinin işbirliğinde ki İran ve Suriye gibi gerici güçte her geçen gün daha fazla karşı karşıya gelmektedir. Emperyalist-kapitalist sistem, son olarak 2008’de başlayan ve krizle durgunluk(iklimi kapitalist ve yeni sömürge ülkelerde bunalıma dönüşen) sonrasında, derde deva olmayan kısa süreli iyileşmelerinin mola arasında, salınmaya devam ettikçe bu durumun farklılaşma ihtimalinden söz edilemez. Ve hatta bugün bahsedilebilecek daha kuvvetli bir ihtimal, bir bölgesel ve emperyalist savaş ihtimalidir. Çünkü emperyalist-kapitalizm, başlıca alan olan, ekonomisinin geleceğinde bir ışık görüyor değildir. Böyle olunca, dincilik, mezhepçilik, milliyetçilikle kılıflandırılmış çalışmalar üzerinden, giderek artan karşı karşıya gelişlerin bölgeyi sürükledikleri “kader” bellidir.

Bu “kaderi” değiştirecek tek güç bölgenin işçi sınıfı önderliğinde ki ezilen halkları ve uluslarıdır. Yalnız onlar işçi sınıfının ideoloji-politik hattını izleyerek dincilik-mezhepçilik-milliyetçilik tuzağını aşma başarısı gösterirlerse, bölgemiz bir kan deryasına dönüşmekten kurtulabilir. Gözlerin çevrilmesi ve kilitlenilmesi gerekilen nokta budur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu