Güncel

Marx 200 yaşında! Marx’ın düşünceleri yaşamaya devam edecek!

5 Mayıs 1918 tarihinde Almanya’nın Trier şehrinde doğan Marx, 1883 yılının 14 Mart’ında uzun süre yaşadığı Londra’da fiziksel olarak aramızdan ayrıldı.

5 Mayıs 1918 tarihinde Almanya’nın Trier şehrinde doğan Marx, 1883 yılının 14 Mart’ında uzun süre yaşadığı Londra’da fiziksel olarak aramızdan ayrıldı.

Marx’ın düşüncelerini burjuvazi her zaman tehlikeli bulmuştur. Marx, daha 1843 yılında doğduğu topraklardan sürülmüş ve önce Fransa’ya ve buradan sınırdışı edilince Brüksel’e ve tekrar Almanya’ya ve kısa bir süre sonra tekrar Fransa ve buradan da, en önemli eserlerini ürettiği ve ömrünün sonuna kadar yaşadığı Londra’ya yerleşmiştir.

Marx, mücadele yoldaşı ve fikir ortağı Engels ile 1844 yılında Fransa’da tanışır ve bu tanışma onları sonsuza kadar birlikte yaşatır. Engels ve Marx, Marksizm’in kurucuları, dünya işçi sınıfının dünya görüşünün yaratıcıları olarak birlikte yaşamaya devam ederler. Engels, “O birinci, biz ikinci kemandık” der ve Marx’ın yazması için tüm olanaklarını seferber eder. Hiç sevmediği babasının fabrikasında yıllarca çalışmayı, Marx’ın ve kendisinin geçimini sağlamak için katlanır. Marx’ın Kapital’in birinci cildinin bitirmesinden kısa bir süre sonra fabrikadan ayrılarak, Marx’ın yaşadığı Londra’ya taşınır.

Burjuvazi Marx’ı daha doğmadan öldürmek istemiştir. Çünkü Marx’ın düşünceleri, işçi sınıfı ve emekçileri sömüren burjuvaziyi hedef alırken, işçi ve emekçilerin ve tüm ezilen halkların ise özgürlüğünün yolunu gösteriyordu. Burjuvazi, Marx’ı yok saymak, öldürmek ve kişiliği de dahil düşüncelerini marjinalleştirmek istedikçe, o büyümüş ve dünyanın bütün işçilerini ve yoksullarını kurtuluş umudu, haksızlığa uğruyanların ışığı ve işçi sınıfının mücadelesinin yol göstericisi olmuştur.

21 Şubat 1848 tarihinde Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından sonra da burjuvazinin fazla yapabileceği bir şey kalmamış, Marx ve elbette Marksizm, bütün ülkelerin işçilerinin dünya görüşü olmuştur. Kaybedecekleri bir şeyi olmayan işçilerin, Komünist Manifesto ile kazanacakları özgür bir dünya vardır artık. İşçiler mutlaka, ama mutlaka bu dünyayı burjuvazinin elinden çekip alarak onu özgürleştireceklerdir.

Düşünceleriyle burjuva sistemini çözümleyen ve kitlelere, özellikle de işçi sınıfına kurtuluş yolunu gösteren Marx’ı 200 yıldır yaşatan ve daha da yaşatacak olan, toplumsal sınıflar içinde tartışmalara düşünceleriyle aktif olarak katılmasına neden olan, onun düşüncelerinden başkası değildir. Çünkü onun düşünceleri ölü bir dogma değil, yaşayan canlı bir organizmadır. Marx’ı, 200 yıldır yaşatan, tüm toplumsal sınıflar içinde -işçi sınıfı, küçük burjuvazi, büyük burjuvazi vd.- onun düşüncelerini günbegün tartıştıran, bu düşüncelerin kaynağının yaşayan toplum olmasında ve diyatlektik materyalist yöntemi kullanmasından kaynaklıdır. Burjuvazi istese de Marx’ı öldüremeyecektir. Marx, ta ki, sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya kurulana kadar içimizden bir olamaya devam edecektir. Ondan sonra da insanlık heykelini dikmeye devam edecektir.

Marksizm’in Kaynağı

Marksizm dünya işçi sınıfının bütünsel görüşüdür. Lenin’in de belirttiği gibi; “İnsanlığın en ileri üç ilkesince temsil edilen, klasik Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi” (1) Marksizm’i yaratan temel, ideolojik, felsefi, ekonomik kaynaklar olmuştur. İnsanın düşüncesi kendi maddi yaşamından kopuk değildir. İdealistler, düşünceyi maddeden ayırırken, belirleyici olanın düşünce olduğunu ileri süregelmişlerdir. Esasında bu düşünce, özel mülkiyetçi erkin, mülkiyete egemen olmasına uygun bir düşünce tarzıdır.

İlkel komünal toplumu bir kenara bırakırsak, idealist düşünce yoğunluğu ve topluma egemen olan düşünce tarzı özel mülkiyetçi egemen sınıfların düşünceleri olarak egemen olmuş ve kapitalizmle birlikte düşünce akımları daha bir netleşmiştir. Çünkü kapitalizm toplumu kesin ve keskin bir şekilde birbiriyle uzlaşmaz çıkarlara sahip esaslı iki sınıfsal kampa ayırmıştır. İşçiler ve burjuvalar. Bu, kapitalist ekonomik sisteme egemen olan üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Toplumun burjuvazi ve çoğunluğu oluşturan işçi sınıfı olarak esasta ikiye ayrılmasından sonra, bu iki sınıfı temsil eden düşüncelerde daha bir netleşmiştir. Kapitalist gelişmeyle birlikte, egemen düşünce tarzı olan burjuva düşüncelere karşı, işçilerin kendi yaşamlarından çıkardıkları düşünce tarzı. Bu başlarda ilkel bir şekilde, yer yer anarşizm, dogmatizm, ütopik sosyalizm vb. şekilde ortaya çıkmıştır. Paris Komünü bu düşüncelerin ürünü olarak doğmuş ve gerçekleşmiştir.

“Marksizm bütünlüklü bir toplumsal bilimdir. Toplumsal varlığın ulaştığı seviyesinin maddi gerçekliğinin en yüksek yansımasıdır. Marksist bilinç, kendiliğinden durup duruken ya da Marx’ın bir doğa gücüne sahip olmasından ve tanrının kulağına fısıldamasından değil, toplumlar tarihinin maddi üretiminin ve üretim ilişkilerinin bütünsel hareketinin yansıması olarak ortaya çıkmış toplumsal bilinçtir.” (2)

Marksizm, burjuva düşüncelerine karşı, işçi sınıfı içinden çıkan düşüncelerin daha ileriye taşınması ve diyalektik materyalist düşünceyle en üst bilimsel bir seviyeye çıkarılmasıdır. Bu bağlamda, Marksizm’i; insanlığın kapitalist toplumdan daha ileri yeni bir toplumsal sisteme geçişinin bilimi olarak tanımlayabiliriz.

Marx’ın Değeri

Marx’ın insanlığa bir borcu yok, ancak insanlığın Marx’a borcu var. Marx kapitalist sistemin analizinden yola çıkarak, insanlığa gerçek özgürlüğün yolunu göstermiştir. Gerisi insanlığa kalmıştır. Özgürce yaşamak istiyorsa Marx’ın analiz ve çözümlemesini yaptığı bilimsel yoldan giderek doğayı ve kendisini kuşatmış ve her geçen gün daha hızlı bir şekilde uçuruma götüren kapitalizmin zincirlerinden kurtularak doğal özgürlüğünü yaşayabilir.

Marx, analiz ve çözümlemelerini, insanlığın, özellikle de işçi sınıfı ve emekçilerin kendisine borçlu kalması için değil, bir insan olarak yapılması gerekeni yaptı. Özellikle belli bir bilince ulaşınca, burjuvazi ve diğer gerici düşüncelere karşı bilimsel bilgiyi egemen kılmanın mücadelesini verdi. Bu mücadele içinde ortaya koyduğu bilimsel düşünceleri, tüm çirkin saldırılara ya da çarpıtmalara karşın, onun 200 yıldır canlı bir şekilde aramızda oluşunu engeleyemedi.

Marx, öncelikle tarihsel materyalizmi buldu. Bu tarihsel önerme Komünist Manifesto’da hayat buldu. İnsan toplumları durağan değil, birbirini yadsıyarak takip eden ve sarmal bir şekilde ileriye doğru gelişen ve bu gelişmenin motorunun üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çatışmadan kaynaklanan ve sınıflar arası mücadelenin ürünü olarak devam etmiştir. Kapitalist toplum da bundan azade kalamayacaktır.

Ortada ezilenler ve ezenler vardı. Kapitalist toplumun ezen (egemen) sınıfı burjuvalar iken, ezilenleri ve sömürülenleri ise işçi sınıfıydı. Yani mülksüzleştirilmiş olan kesimlerdi. Ve bu mülksüzleştirilmiş kesimler (sınıf) burjuvazinin ücretli kölesi haline getirilmiş işçilerden ve de işsizlerden başkaları değildi.

Toplumlar, ilkel komünal, köleci, feodal ve kapitalist toplumlar olarak gelişme göstermişti ve kapitalist toplumdan sonra ise komünist toplum gelecekti. Tarihin bu materyalist anlayışını durdurmanın olasılığı yoktu ve kapitalist üretim ilişkileri bu gelişmenin tohumunu içinde taşıyor ve kendisinden sonra gelecek toplumsal yapının  doğumuna gebe haline geliyordu. Bu komünist toplumdan başka bir şey olmayacaktı.

İnsan toplumu, geriye doğru değil, ileriye doğru bir gelişme gösteriyordu. Çünkü bilinçli insan, kendini koşullandırılmış koşulları aşacak ekonomik ve siyasal (bilinç) güce sahipti. Ve her şeyden önce, insan düşüncesini belirleyen içinde yaşadığı toplumsal maddi koşullardı. Bu tarihsel materyalist anlayışın önüne zorla geçilemezdi.

Marx tarihsel materyalist anlayışını (bir nevi E = mc² gibi ) şöyle formüle eder:

“Ben ekonomi politiği incelemeye, Paris’te başlamıştım ve bu incelemeye, Bay Guizot’nun hakkımda verdiği sınır dışı edilme kararı sonucu göçmek zorunda kaldığım Brüksel’de  devam ettim. Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaştıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan, genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir:

Varlıkların toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilşkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapısının üzerinde yüksel diği somut temeli oluşturur.

Maddi hayatın –der Marx- üretim tarzı, genel olarak toplumsal siyasal ve entellektüel hayat sürecinin koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine onların bilincini belirleyen şey, toplumsal varlıklarıdır.”

Ve devam eder;

“Gelişmelerin belli aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilşkilerine ters düşerler. Üretici güçlerinin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı büyük ya da az bir hızla altüst eder.” (3)

Marx, kapitalist toplumun ekonomik işleyişini çözümlemek için, öncelikle kapitalist metanın niteliğinden yola çıktı. Ve bu araştırma onu artı-değeri bulmasına götürdü. Marx’ın kapitalist artı-değeri bulması, Darvin’in evrim teorisi gibiydi. Ya da daha sonraları bulunan atomun parçalanması neyse, artı-değerin bulunmasıyda oldu. Artı-değerin bulunması kapitalist toplumu şekillendiren sermaye üretiminin niteliğini, oluşumunu ve işleyişinide ortaya çıkardı.

Engels’in mütevazi bir şekilde dile getirdiği gibi; “Bu iki büyük bulguyu: tarihin materyalist anlayışı ile kapitalist üretimin gizeminin artı-değer aracılığıyla açıklanmasını, Marx’a borçluyuz. Onun sayasindedir ki, sosyalizm, şimdi bütün ayrıntıları üzerinde uzun uzun çalışılması gereken bir bilim durumuna gelmiştir.” (4)

Kapitalizmin analizi ve ekonomik, felsefi ve politik işleyişinin bilimsel olarak ortaya çıkarılması, insan toplumunun tarihsel gelişiminin de doğru bir biçimde ortaya konmasıydı. Çünkü Marksizm, salt artı-değer teorisi ve materyalist diyalektiği keşfetmesiyle oluşmadı. Bu temel üzerinden insanlığın bilimsel birikimini daha doğru bir rotada ilerlemesinin yolunu açtı.

Diyalektik ve Materyalizm

Marx, klasik Alman felsefesi’nden etkilendi, Hegel’in felsefesi genç Marx’ı en çok etkileyen felsefi akımdı. Ancak Marx, Hegel ile yetinmedi ve onun idealizmine karşı materyalizmi, “baş aşağı duran” diyalektiğine karşı ayakları üstünde duran bir diyalektik düşünme yöntemini gerçekleştirdi.

Marx ve Engels’e (Marksizm) kadar, felsefeye egemen olan düşünce yapısı idealizmdi. Düşünce her şey, madde ise taliydi. İdealist felsefecilere göre maddeyi yaratan düşünce ya da Hegel’in belirttiği gibi “Tin” idi. Hegel diyalektiğin yaratıcısı olmasına karşın, idealizmden bir türlü kendini kurtaramadığı içinde, onun diyalektiği, Marx’ın kendi deyimiyle, ayakları havada başı yerdeydi. Marx bunu düzeltti. Marx ve Engels’ten sonra diyalektik ayakları üstünde durmaya başladı ve bütün burjuva akımların en büyük saldırısı da Hegel’in ters diyalektiğinin Marx tarafından yerli yerine oturttulmasıydı. Çünkü bu burjuvazinin düşünce yapısına, felsefi idealizmine ve genel olarakda dünya görüşüne köklü bir saldırının başlangıcıydı.

Diyalektik neden önemliydi? Çünkü -der Engels- diyalektik; “ … doğanın insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka bir şey değildir.” (5) İdealist düşünce tarzına karşı diyalektik materyalist anlayışın yaratıcılar, maddenin hareketini esas almışlardır.  Çünkü bilimsel olan budur. Madde durağan değil hareket halinde ve değişim içindedir ve doğada olan her şeyin birbibiriyle ilişkisi vardır.  Ve bütün gelişmeler, küçükten büyüğe karmaşık bir gelişim seyri izlerler. Ve Mao, bunu daha özetliyerek, diyalektiği zıtların birliği ve mücadelsi olarak tanımlar. Doğada her şeyin bir karşıtı ve alternatifi vardır. Çözümsüz olan, karşıtsız olan hiçbir şey olmadığı gibi, doğanın varlığı ve yaşamı zıtların birliği ve mücadelesi üzerinde yükselir. İnsan toplumunun gelişimi ve hareketi de, doğanın bu diyalektiksel gelişiminden bağımsız değildir.

Toplumsal sistemlerde de sonsuz olan, hiç bir şey yoktur. Her toplumun doğuşu gibi bir de ölümü vardır. Kapitalizm öncesi insan toplumları nasıl yok oldularsa, kapitalizmde öncelli toplumların kaderini yaşamak durumunda kalacaktır. Toplumsal gelişmenin diyalektiği kapitalizm öncesi toplumlar için geçerli olduğu gibi kaptalizm içinde geçerli olacaktır ve bu aynı şekilde komünist toplum içinde geçerli olacaktır. Nitel değişimlere uğramadan hiç bir toplum ebedi olamayacaktır. Doğada ebedi diye bir şey yoktur. Çünkü hareket halindeki maddenin değişimi de sonsuzdur.

Günümüz burjuvazisi ne kadar çırpınsa da, kapitalist toplum sonsuz değil, geçicidir. Üretici güçlerin özgürce gelişmesi önünde engel olan üretim ilişkileri kaçınılmaz olarak yıkılacak ve gelişen üretici güçlerin niteliğine uygun yeni bir üretim ilişkileri yaşam bulacaktır. Tabi, bu kendiliğinden değil, gelişen üretici güçleri temsil eden ve toplum içinde en devrimci sınıf olan işçi sınıfı bu devasa değişimi gerçekleştirebilecektir. İnsanlar düşündükleri gibi değil, yaşadıkları gibi düşünürler. Düşünceleri belirleyen insanların yaşamlarıdır.

Tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmeleri ve değişimleri, toplumların alt-üst oluşlarla ileriye doğrı gelişimini, geçmiş ve günümüz idealist metafizkiçileri gibi değerlendirmez. Çünkü bu son saydıklarımız toplumların değişimini, büyük ölçüde reddettikeleri gibi bu değişimlerin sınıf mücadeleleri ürünü olduğunuda reddetmişlerdir. Ve burjuvazi, büyük bir kararlılıkla hala bu değişimlerin sınıf çatışmaların ürünü olduğunu kabule yanaşmıyor. Geçmiş ve günümüz bütün özel mülkiyetçi egemen sınıflar, tarihsel materyalizmin bu bilimsel belirlemesi karşısında yapacakları bir şey olmadıklarını bildikleri halde, tek bildikleri zora baş vurarak iktidarlarını korumaya çalışmaktır. Ancak, gerici zor karşısında devrimci zorunda tarihsel bir gerçeklik olduğunu unutarak ve her yeni toplumun ebesinin devrimci zor olduğunu gözardı ederek…

Burjuvazinin Üzerinde Dolaşan Komünizm Hayaleti

Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından sonra, işçi sınıfı kendisi için bir sınıf olduğu gibi, burjuvaziye karşıda derli toplu bir dünya görüşüne sahip olmuştu. Burjuvaziyi Marx’a karşı saldırganlaştıran ve onu küçük düşürmek için her yolu deneyen ve bütün paralı yazarlarını, Marx’ı teşhir için harekete geçiren, buna rağmen Marx’ın  (ve Marksizmin) yayılmasını ve kitleler içinde ete kemiğe bürünmesini engelleyememiştir. Engelleyemediği gibi, Avrupa burjuvazisi üzerinde dolaşan ve giderek bütün dünya burjuvazisinin üzerinde dolaşan bir komünizm hayaletiyle birlikte yaşamak zorunda kalmıştır.

Özellikle Marx’ın dev eseri Kapital’in birinci cildinin yayınlanmasıyla birlikte Marx’a yönelik burjuva saldırılar arttı ve Marx’ı adeta teslim almak ve pes ettirmek için bütün cephelerden saldırdılar. Ancak, burjuvazi karşısında işçi sınıfı ve emekçilerle içiçe olan ve onlardan destek alan bir bilim ve mücadele insanı olduğunu anlamakta zorlandılar. Galileo’yu yakanların Marx’ı da yakmasını beklediler. Ne var ki, koşullar değişmişti. Devrimler çağı başlamıştı. 1871 Paris Komünü, göğü zapt etmeye çıkmıştı. Proletaryanın bu ilk devrimi, 1917 Rus Devrimi’nin yollarını döşemişti. Komünistler, devrimlerden ders çıkartarak ilerliyordu. Proletaryanın öncüsü ve çelik disiplinli bir partinin varlığı, Paris Komünü’nün yenilgisinden çıkarılmıştı. Proleter dünya görüşünden sapmalara karşı mücadele verilmeden, proletaryanın zafer kazanamayacağı acı deneylerle görülmüştü.

Devrimin diyalektiği, doğanın diyalektiği gibiydi. “Gerçekte diyalektik, doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka bir şey değildir.” (6)

Komünist Manifesto’da söylenen, “Avrupa’da bir komünizm hayaleti dolaşıyor” belirlemesi, subjektif bir öngörü değil, içinde yaşanılan toplumsal koşulların çelişmelerine dayanan bir çözümlemeydi. Bu çok geçmeden, dünya burjuvazisi için “hayalet” olan, enternasyonal işçi sınıfı ve tüm ezilen halklar için ise kurtuluşun adı olan, eski toplumu yıkıp yeni toplumu kurma 1917de Rusya’da gerçekleşti.

O zaman, toplumsal gelişmenin diyalektiği, sınıflararası mücadelede stratejiksel ve taktiksel politikaların üretilmesine ışık tutmalıdır. Dogmatik ve subjektif değil, somut koşulların somut tahlilinden hareket etmek zorunludur. Bu Marksist bilimin abc’sidir. Yaşamı dondurmak değil, Engels’in de belirttiği gibi sosyalizmin bir bilim haline gelmesinden sonra, onu durağan, hareketsiz ve içinde yaşadığı koşullardan soyutlayarak değil, yaşayan bir canlı organizme gibi ele alıp ilerletmek gerekir.

“Doğa, diyalektiğin deneme tezgahı” (7) ise, toplumsal devrimlerin diyalektiğinin deneme tahtası ise sınıflı toplumda sınıflar arası çatışmaların ta kendisidir. Toplum içindeki çatışmaların sınıf çatışmaları ve bunun ise üretici güçler ile üretim ilişkilerinden kaynaklandığı net olarak kavranır ve bilince çıkarılırsa, toplumsal çelişmelerin diyalektiği ve buradan ise işçi sınıfının öncüsünün doğru taktikler üreterek, burjuvaziye karşı işçi sınıfı ve müttefiklerinin çok yönlü olarak silahlandırılması sağlanabilir.

Marx’ın düşünceleri yaşamaya devam edecektir. Burjuvazi istese de istemese de Marksizm, toplumsal varlığın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve o, toplumsal varlığın en üst düzeydeki bilincini temsilcisi olarak yaşamaya devam edecektir.

Burjuvazi, egemen olduğu toplumsal yapıyı ne denli gericileştirmeye çalışırsa çalışsın, gerici üretim ilşkileri karşısında daha ileri bir düzeye çıkan üretici güçlerin karşısında daha fazla dayanamayacağı gibi, üretici güçlerin gelişmesi önünde de daha fazla duramayacaktır.

İşçi sınıfı üzerindeki maddi ve kültürel baskılar, onun devrimci bilinçlenişi önünde daha fazla engel olamayacaktır ve işçi sınıfı kendi koşullarını burjuvazi tarafından biçimlendirilmesine dur diyerek, sınıfsal çıkarları doğrultusunda kendi koşullarını kendisi biçimlendirecektir. Marksizmin pratiksel güncelliğide buradadır.

1 ) Lenin, Marks, Engels, Marksizm, s. 18, Sol Yayınları, Dördüncü Baskı, 2006

2) Yusuf Köse, Marx’tan Mao’ya Marksist Düşünce Diyalektiği, s. 46-47, El Yayınları

3) Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 25-26, 4. Baskı, Sol Yayınları

4) Engels, Anti-Dühring, s. 80

5) Engels, Anti-Dühring, s. 240, İkinci Baskı, Sol Yayınları

6) Engels, Anti-Dühring, s. 240

7) Engels, age, s. 73

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu