GüncelManşetYeni Çıkan Kitaplar

Nisan Yayımcılık’tan “Nenemin Masalları”

TC’nin azınlık politikaları deyince aklımıza ilk gelenlerden birisidir Ermeni Soykırımı.  Emperyalizmin Türkiye’ye girişi ve aynı zamanda ulus devlet ideolojisinin oluşum evresinde gerçekleştirilen ve bu yıl 100. yılına vardığımız Ermeni soykırımı, toplumsal hafızada yer edinen ve halen kanayan yaramızdır. Bu yara halen hâkim sınıflar tarafından kanatılmaktadır. Hrant’la, Sevag’la Marisa ile kanayan bu yaramız, bugün aynı zamanda mücadele yeminimiz olmuştur.

Soykırıma dair yazılanların kuşkusuz bu toplumsal hafızanın kimi yanlarını betimlemektedir. Bugün en azından dile getirdiğimiz ve hakkında sokağa çıktığımız, ancak bir zamanlar ismini dahi anamadığımız Ermeni soykırımının ilk cüretlerinden olan “Nenemin Masalları” isimli kitap Nisan Yayımcılık tarafından tekrar okuyucuları ile buluşturuluyor. Uzunca bir süredir baskısı bulunmayan kitap, tarihsel olarak sadece bir anlatı değil varlığı ile dönemde bir çıkış olarak tarif edilebilir.

1980’de Diyarbakır Cezaevi’nde TKP/ML TİKKO davasından tutsak olan ve idam hükümlüsü olan Serdar Can tarafından kaleme alınan kitap aynı zamanda katliam ve vahşetleri ile gündeme gelen Amed zindanlarında yazılması ile de bir önem taşımaktadır. Katliam ve işkencelerin içinde üretilen bu kitabı yazar Serdar can şu şekilde anlatmaktadır.

Ermeni Katliamı, 20. yüzyılın dünya çapındaki ilk ve en büyük insanlık kırımı. Bir tarafta ırkçı ve kafatasçı Turancı bir cellatlık, diğer tarafta ise köylüsü, rençperi ve zanaatkârıyla bir halk. İnsanlık düşmanı bir milliyetçi akım, kültürü bin yıllara dayanan, ağası, beyi dâhil çoluğu çocuğuyla bir milleti topraklarından sürüyor. Ülke boydan boya bir insan mezbahasına dönüyor. Her taraf kan, her taraf kıyamet. Atasının, dedesinin topraklarından köpek gibi kovuluyor insanlar. Bir yılan, bir çıyan gibi başı eziliyor insanlığın. Böylesine büyük ve utanç verici bir rezalet varken, ortada bunun edebiyat literatürüne girmemiş olması da aydınlar için ayrıca bir utanç vesilesidir. Bu çok büyük bir eksiklikti. Öte yandan, beni bu konuyu yazmaya iten kişisel hikâyemden de bahsedeyim. Anneannem katliam zamanında yani bizim Kürtlerin ‘qefle’, Türklerin ise ‘tehcir’ dediği olaylar esnasında 13-14 yaşında imiş. Dedemin üçüncü eşi oluyor. Anneannem tam olarak nerelidir bilmiyorum. Yer isimleri de değiştirilince hepten kaybettik izini. Ama Bitlis Ermenilerinden olduğunu söylerdi hep. Ermenice adı Xelat imiş. Daha sonra Rindê oluyor ismi. Dedemle evlendiğinde ise bu defa Ayşe olarak değiştiriyor adını. Orda bu isimde bir dağ da varmış. Çocuk yaşta alıkonulduğu için iyi hatırlamıyordu. Ailesinden zorla alınıp bir adama verilmiş. Bir abisinin duvar ustası olduğunu ve ortağı Kürt usta tarafından öldürüldüğünü söylerdi. Biz sekiz kardeştik ve nenem bizi büyüttü. 1970’te, doksan yaşında iken vefat etti. Ben o zaman on yaşındaydım. Onun Türkçesi yoktu, biz de iyi Kürtçe konuşamadığımız için sağlıklı bir iletişimimiz de olmadı maalesef. Nenem başından geçenleri sürekli anlatırdı, hayal meyal aklımda kalmış bazı şeyler. Bir de o dönemde geleneksel aile ortamında sürekli bu mesele konuşulurdu. Diyarbakır’da hangi ortama girsen mutlaka Ermeni Katliamı konuşulurdu. Kürtlerin bu soykırıma nasıl alet edildikleri anlatılırdı…

İdam cezası almıştım. Her an asılacağımızı düşünüyorduk. Bu Ermeni meselesinin kalıcılaşması gerektiğini düşündüm. Bir tarafım Kürt, bir tarafım Ermeni idi. Bunun toplumsal düzeyde özeleştirisini yapmak gerekir diye düşündüm. Bu yüzden 1985’ten itibaren hikâyeleri toplamaya başladım. Benim koğuşta Urfalı, Muşlu, Vanlı Kürt arkadaşlarım vardı. Hepsinden çokça soykırım hikâyesi dinledim. Sonra bazı isim ve yerlerin adlarını değiştirerek edebi bir formda kurguladım. Beni yazmaya iten temel neden cezaevinden çıkamayacağımı düşünmemdi. Zaten öleceğim, bari bu konuda bir yazılı belge kalsın istedim. Ermeni toplumuna karşı bir Kürt olarak özeleştiri sunmak istedim. Kitabı yazarken dili ile çok uğraştım. Mümkün olduğunca bir edebiyatçı duyarlılığı ile yaklaştım. Tekrarlardan kaçındım. Kitabı yazdığım esnada aynı zamanda kaçmak için tünel kazıyorduk. Geceleri tünel kazmayla geçiyordu. Gündüz yorgunluğa rağmen ara ara kitabı yazmaya çalışıyordum. Tüneli bitiremeden bizi Adana Ceyhan’a sürgün ettiler. Kitabı orada bitirdim. Zaten 1985’ten itibaren notlar tutmaya başlamıştım bu konuda. 1991’de son haline kavuşturup yayınladık… (Agos gazetesi10/04/2015)

Soykırıma dair çeşitli yazınsal ve resim çalışmaları ile Recep Maraşlı’nın da kitaba dair özel bir çalışması bulunmaktadır. Nenemin Masalları’nı ilk okuyanlardan biri olan Maraşlı, kitabın hazırlık aşamasına kitabın içeriğine uygun bir resim çalışması ile katkı sunuyor.  Soykırımın yaşandığı bölgelerden biri olan Dersim Festivali’ne kadar kitap yayınevimiz tarafından kamuoyuna sunulucak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu