DerlediklerimizGüncel

Nubar Ozanyan | NEMESİS

Bugün, gökyüzüne bakan herkes eğer gökyüzünün güneşi saklamadığını görüyorsa; Ebru gibi devrimcilerin yaşadığımız günün bedelini ödediği içindir.

Günlerdir, aylardır adalet için ölüm orucu direnişi sürdüren Ebru Timtik, eyleminin 238. gününde yaşamını yitirdi. Ağıtlar, deyişler, marşlar eşliğinde; direniş ve kavga sloganlarıyla sonsuzluğa uğurlandı. O, ömrünün bütün gücünü insanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadı. O, tıpkı adalet arayan Yunan tanrıçası Nemesis gibi adalet mücadelesinden bir an olsun vazgeçmedi. Dimdik, ayakta, görkemli duruşuyla adalet arayanlara bakıyor ve “Yüreğinizle anlayın beni” diye sesleniyor.

Onun yaşamını yitirmesi emek ve direniş bilinci taşıyan, onur ve özgürlük arayan kesimlerde önemli bir öfke yarattı. Sessizlik içinde düşünen, susan, konuşan her kesimden insanda ifadesi zor bir duygu fırtınasına neden oldu. Düşmana karşı asla dinmeyecek, bir an olsun sönmeyecek sınıf kini ekti yüreklerimize.

Açlığı bilmeyen, zulmü tatmayan Ebru Timtik’in direnişini ve onurlu duruşunu anlamlandıramaz. Anlamaya çalışsa bile yüzeysel bir duygusallıktan öteye gidemez. İnsanı kıvrandıran açlığı yaşamak, günlerce açlığı soluyup içmeye çalıştığın bir bardak suyun bile göğüs kafesini nasıl deldiğini bilmek önemlidir. Açlığı, geriye dönüşü olmayan yolda ölüme kilitlenmiş tarzı tanımak önemlidir. Ya da yanıbaşında ölüme gidenlerin ardından onları izlemenin insana ne kadar derin acılar tattırdığını yaşamak önemlidir.
Derin yoldaş sevgisi olanın, derin acıları olur.

Her ölüm orucu direnişçisi beni alıp geçmişe götürüyor. Anılarım beni hiç olmadığı kadar çekip eskiye götürüyor. 12 Eylül sürecindeki Amed ve İstanbul zindanlarına gidiyorum. Oradan İrlandalı özgürlük abidesi Boby Sands’ın bedenini ölüme yatırarak büyük ölüm orucu direnişine katılıyorum. Anılarım ve hayallerim beni “rahat” bırakmıyor. Canımı ve yüreğimi acıtan bir tarzda geçmişe gidiyorum. Direnen devrimcilerin sonsuzluk yolculuklarına katılıyorum. Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın susuz ve kuru beton hücrelerine gidiyorum. Açlığa ve zulme yenilmeyen yürek atışlarını dinliyorum. Bakışlarında düşmana olan kinlerini, biriken derin öfkeyi görüyorum.

Kemal Pir arkadaşın son nefesini verdiği günlerde zalimlere “Bırakın bari yoldaşlarımın yanında öleyim” seslenişi çınlıyor kulaklarımda. M. Hayri Durmuş’un beton üzerinde kıvranarak yatmaya çalıştığı tek battaniyesini hücresine yeni gelen yoldaşına verişi canlanıyor gözlerimin önünde. Ölüme giderken bile mağrur, bir o kadar onurlu ve bir o kadar fedakar ve direngen duruşları yoldaş yürüyüşleri geliyor aklıma.

Sonra Sakine Cansız’ın, Cafer Cangöz’ün, Hasan Hayri Aslan’ın, Müslüm Elma’nın ağır işkence sonrası bile düşman önünde eğilmeyen başlarını, direnişe devam kararlılıklarını anımsıyorum. Sonra yanıbaşımızda canını Kürdistan halkının özgürlüğü için feda etmekten bir an olsun tereddüt etmeden ölüme giden Sakine Arat ananın oğlu Cemal Arat arkadaşın son günlerinde yarı anlaşılır yarı anlaşılmaz son sözlerini dinliyorum. Orhan Keskin’in bilge babasının canından çok sevdiği oğlunu kaybettikten sonra bile bizler için nasıl çalıştığını, ölmememiz için nasıl didindiğini, yüreğinin nasıl bizler için yanarak çarptığını hissediyorum. Bir deri, bir kemik torbası kalan Cemal Miran’ı, annesine “Ölürsek bile beraberiz” diyen Recep Maraş’lıyı anımsıyorum. Bakmaya korktuğum “yaşayan şehit” Mustafa Karasu’nun iskelete dönüşen direngen bedenini görüyorum. Düşmana karşı sönmeyen öfkeli bakışlarıyla karşılaşıyorum. Nasıl bir direngenlik ve kararlılıktır ki her bir direnişin de Azrail’e selam verip gerisin geri yanımıza dönüyor.

5 Nolu Amed Zindanı’nda yaşadığımız vahşet dolu işkenceler karşısında boyun eğmeyen Kürdistanlı, Türkiyeli devrimcilerin kavga ve direniş içinde birlikte ilmik ilmik örüp yarattıkları yoldaşlığın nasıl filizlenerek bugüne kadar geldiğine tanıklık ediyorum. Her biri bedenini yan yana ölüme yatırarak halkların yıkılmaz sağlam kardeşlik köprüsünün temel taşlarını örüşlerini görüyorum.

Dersim’in gülen kızı Nergiz’imizin ölüme giderken metanetli gözleriyle karşılaşıyorum. O baş eğmez, boyun bükmez militanlığını anımsıyorum. Kavgamızın ve direnişimizin şehri İstanbul’da Ölüm Orucu direnişindeki haftalara-aylara-mevsimlere varan günlerle, sayısız kadın devrimcilerin kararlı duruşları bir bir geliyor aklıma. Sonra dönüyorum günümüzün çağdaş Nemesisi’ne yani Ebru Timtik’e bakıyorum. Adalet tanrıçası Ebru’nun, uğruna yaşamını feda ettiği adaletin yaşaması için korkusuzca sonsuzluğa yürüyüşünü görüyorum.

Özgürlüğü anlamayanlara, kabul etmeyenlere, uyuyanlara, duymayanlara verilmiş en güçlü yanıttır ölüm. Kürdistan dağlarında sayısız kadın özgürlük tanrıçası, zindanlarda sayısız adalet tanrıçası var artık. Her dağ, her meydan ve her sokak onların ölümsüz suretleriyle doludur. Geleceği yaşamak ve anlamak, utanç verici zulmü lanetleyip üzerine yürümek isteyenler onların mağrur ancak bir o kadar onurlu suretlerine baksınlar!

Bilinir ki; ölüm her zaman insanın karşısına çıkmaz. Kapıyı çaldığında içerde değil eşikte karşılayacaksın. Eğer direniş varsa ölüm yok olur. Öyleyse ölümden korkmak nedendir ki? Hükmeden konuştuktan sonra hükmettikleri konuşacaktır. “Kim cüret edebilir?” demeyin. “Zulüm nasıl durdurulabilir?” hiç demeyin. Kim yıkılmışsa, ayağa kalksın! Kim yenilmişse, dövüşsün! Bakın o zaman kim durdurabilir kendi bilincine varanı! Unutulmasın ki; kavganın kaçınılmaz yasasıdır bu.

Bugün, gökyüzüne bakan herkes eğer gökyüzünün güneşi saklamadığını görüyorsa; Ebru gibi devrimcilerin yaşadığımız günün bedelini ödediği içindir. Fikri, iradeyi, onuru, insanlığı, emeği, adaleti teslim almaya çalışanların olduğu topraklarda Nemesisler ölümsüz olarak halkımızın devrim hafızasında yazılı kalacaktır. (Yeni Özgür Politika, 08.09.2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu