GüncelMakaleler

OCAK AYI | SÖYLEŞİ: “Ölümsüzleşenlerimizde kitlelerle kaynaşma ve yoldaşlığı yaşama biçiminde ciddi bir umut ve yapıcılık görüyoruz.”(3)

Devrim ve Komünizm şehitlerini andığımız Ocak ayında son dönem gençlik çalışmalarının örgütleyicisi, omuzlayıcısı ölümsüzleşen Partizanlara ilişki bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bilindiği üzere Ocak ayının son haftası 1978 yılından bu yana devrim mücadelesinde ölümsüzleşenler ve proleter hareket saflarında komünizm uğruna toprağa düşen komünist devrimcilerin anıldığı bir zaman dilimi olarak ele alınıyor.

Ocak ayı içinde Alman burjuvazisi tarafından Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, coğrafyamız komünist hareketi açısından ise TKP’nin kurucusu ve önderi Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı ile Maria Suphi, Halk ordusunun ilk komutanı Ali Haydar Yıldız, proletarya partisinin ilk kadın şehidi Meral Yakar, Atilla Özkan ve daha pek çok devrimci ve komünist mücadele bayrağını ardıllarına devrederek ölümsüzleşmiştir.

Ekim devriminin komünist önderi, Marksizm’in ustası Lenin 21 Ocak 1924’te ölümsüzleşmiştir.

Ocak ayı, devrim ve komünizm şehitlerini anma çalışmaları bu yıl, ölümsüzlüğünün 100. yılı dolayısıyla dünya işçi sınıfı ve halklarının yaşayan önderi Lenin’e atıfla yapılmaktadır.

Bu süreç içinde gerçekleştirilen ziyaret, anma ve etkinliklerde devrim ve komünizm şehitlerini anarken, yaşam ve ideallerinden öğrenmeyi esas alıyoruz. Yarattıkları değerlerin büyüteceğine dair de sözümüzü de yinelendiğimiz bir süreç olmaktadır.

Ölümsüzlüğünün 100. yılında Komünist usta Lenin’in mücadele yaşamı, Rusya’da gerçekleştirilen devrimin önemi ve anlamı, Lenin yoldaşın Marksizm’e katkıları, komünist parti anlayışı, emperyalist savaşlara ilişkin analizi ve daha pek çok başlıkta bir araştırma ve yoğunlaşma içinde olmak bizi de geliştirecek ileri taşıyacaktır.

Ölümsüzleşenlerimizi daha yakından tanımak, mücadele içindeki duruşlarından, deneyimlerinden öğrenmek davamızın yarını ve başarısı açısından büyük önem kazanmaktadır.

Bu amaç doğrultusunda toprağa düşenlerimizi tanıyan, bilen mücadele arkadaşları, yoldaşlarıyla söyleşiler gerçekleştirdik. Düşenlerimizin kanı ve canıyla, emeği ve alınteriyle karakterini, yaşamdaki duruşunu ortaya çıkardığı hareketimizin geçmişinden öğrenmek, geleceği kazanma mücadelesinde daha güçlü adımlar atmamıza katkı sunacaktır.

**

“Hakan yoldaşta kendi yaşamını örgütsel ihtiyaçlar, çalışmalar üzerinden şekillendirme hali vardı.”

-Hakan’a dair neler söylemek istersin?

Çok az konuşan yoldaşlardan bir tanesiydi. Böyle daha çok yaptıklarıyla falan hatırlayacağım bir yoldaş. Hem görevlere yaklaşım anlamında hem genel devrimci yaşamdaki sadelik, tutarlılık anlamında hafızamda yer eden bir yoldaş. Herhalde görev değişikliğine, alan değişikliğine falan en hızlı adapte olmaya çalışan ya da en hızlı olumlu refleks veren yoldaşlardan bir tanesiydi.

Buradaki faaliyetine son vermeden önce çok kısa bir zaman dilimi içerisinde 3 tane faaliyet alanı değiştiren bir yoldaştı. Erzincan’dan Malatya’ya oradan Dersim’e…

Bunu bugünün gençlik profiliyle düşünüyorum da zor.

Şehir değiştiriyorsun, bilmediğin yerler ve hepsi de hazır bir faaliyetin ya da hazır bir örgütlülüğün içerisine gittiğin durumlar değil. Gidişin tamamen orayı var etmeye, örgütlemeye ya da organize etmeye dair bir görev.

Doğal olarak bu ağır bir sorumluluk anlamına geliyor ama onların birçoğunu böyle korkusuz ve kaygısız karşılayanlardan bir tanesiydi. Mesela onda dönemsel plan diye bir şey yok aslında.

Bireysel planına uyuyorsa çalışma, adapte olmaya çalışıyorsun ama yoksa adapte olmak güçleşebiliyor. Bunun aksine Hakan yoldaşta kendi yaşamını örgütsel ihtiyaçlar, çalışmalar üzerinden şekillendirme hali vardı.

Hem gazete dağıtıyordu, büroya bakıyordu. Erzincan faaliyetini örgütlüyordu hem gençlik faaliyetini, bir yandan da çalışıyordu, tarlalara gidiyordu. Bir dönem fabrikada, madende çalışıyormuş mesela ve çok ağır ve mesaili bir işti.

O zamanlarda bile o işten çıkıp o yoruculuktan çıkıp yürüyerek çalıştığı yerden merkeze gelip çalışmanın içerisine dahil oluyordu. Bazen bisikletle bazen yürüyerek gidiyormuş mesela.

Ciddi bir emekçi yönü de var ve bunu devrimcilikle birleştiren bir bilinci de vardı.

“İçi halk sevgisiyle dolu olan yoldaşlardan biriydi”

– Haydar’da kendine has özellikleri olan biri…

-Haydar yoldaşın adını duyunca benim aklıma gelen ilk şey “halk sevgisi dolu göğüs kafesi” dizesi oluyor.

Onunla yaptığın bütün işlerde, yaptığın sohbetlerde ya da tartışmalarda en belirgin hissedilen şey gerçekten buydu. Hem yaşamına hem mücadeleye bakışına yön veren şeyin bu duygu olduğunu hissediyorsun.

İçi halk sevgisiyle dolu olan yoldaşlardan biriydi. Bu bugün daha özel olarak dikkatimi çekiyor. Önceden daha gençliğe özgü olan yönleriyle hatırlardım onu. Bugün sanırım bunun ön plana çıkmasının nedeni genel içinde bulunduğumuz durum.

Devrimcilerin, işçi sınıfının, ezilenlerin durumu, devletin yaklaşımı gibi daha toplu bakınca devrimci olmanın, devrimci kalmanın halk sevgisiyle ilişkisinin en fazla zayıfladığı ya da bu bağın belki yer yer hiç kurulamadığı dönemlerden bir tanesinden geçiyoruz.

Bireysel şeylerin ön plana çıktığı, örgütlenirken bile daha bireysel problemlerin ya da çelişkilerin ön plana çıktığı bir zaman diliminin içerisindeyiz.

Ama o hiç böyle değildi.

Bireysel herhangi bir şey hatırlayamıyorum ona dair. Ya da akılda kalması falan çok güç şeylerdi. Bir bakıyorsun küçücük bir çocukla kocaman gülümsüyor, bir bakıyorsun çok yaşlı birisiyle kocaman gülümsüyor. Ya da kendi yaş grubundaki herkesle yoldaşlık edebiliyordu.

O yüzden onun en belirgin özelliklerinden bir tanesi gerçekten halk sevgisi ona bağlı olarak yoldaş sevgisiydi.

Korkunç sade bir insandı. Yani üzerinde ikinci bir tişörtü görmek için bile saatlerce tartışmak zorunda kaldığımız yoldaşlardan bir tanesiydi. Böyle şeyler biriktirmiyordu ya da böyle şeyleri yük etmiyordu kendine.

Mesela Cengiz yoldaş, sırt çantası için “evim” derdi. Haydar yoldaşın evim diyebileceği bir sırt çantası bile çoğunlukla olmazdı. Hem sade düşünen hem de sade yaşayan yoldaşlardan bir tanesiydi.

Bir diğeri ne iş yaptığı belli olmayan yoldaşlardan da bir tanesiydi aynı zamanda. Şimdi bu da bizim en fazla zorlandığımız şeylerden bir tanesi. Yapılacak işler ya da görev skalasının üst düzeyde genişlediği, bazen o genişlik

içerisinde yönümüzü ve ne yapacağımızı bulmakta zorlandığımız bir dönem. Haydar yoldaşın burada mücadelenin bir parçasıyken yaşadığı durum da biraz buna benzer.

Gençlik çalışması, yer yer kurum, gazete çalışması, faaliyet yürüttüğü bölgenin ekstradan yüklemiş olduğu bütün görevler, hatta bazen kadın çalışmasının yüklediği görevler…

Bütün bunların hepsini yapma çabası vardı gerçekten. Ya da bir iş, bir şey tartışılırken, “bu da fazla, bunu da yapamam” demiyordu. Ki mesela bütün o karmaşanın içerisinde genel olarak gençliğe dair daha bütünlüklü düşünme, daha bütünlüklü yön verme ya da harekete geçirme sorumluluğu olan yoldaşlardan bir tanesiydi.

Bunun kendisi bile o dönemki durumumuz açısından başlı başına ağır bir sorumluluk ya da büyük bir görev zaten. Ama ona eşlik eden başka bir sürü görev almaktan imtina etmiyordu.

Ve yapmaya da çabalıyordu.

Bahanelere, yapılmamış şeyleri nedenselleştirmeye dair ciddi bir tahammülsüzlüğü vardı. Çünkü mücadelede gerçekten çok ciddi, köklü ve aslında çok daha büyük sorunları bir taraftan görüyor, onu yaşıyor ve onlara yetişmeye çalışıyor, çözmeye çalışıyor.

Bir taraftan da çok daha basit -göreceli olarak tabii- şeylerin olmaması onun en dayanamadığı şeylerden bir tanesiydi. O dönem gençliğin konferansına taşıdığı bir örnek var buna dair.

Ona dair yerelde bir tartışma yürütmüş, eleştiri haline getirmiş konuyu sonra yapmadığımız şeylere çok rahat bahaneler üretebilmenin bir örneği olduğu için konferans tartışmalarımıza taşımıştı, bütün alanlara mal olan bir tartışma haline de getirmişti.

Faaliyet yürüttükleri yerelde gazete dağıtılmıyor, nedenine dair tartıştığında ya da sorduğunda da oradaki o dönemki yoldaşlar çok fazla karın yağdığını, dağıtma koşullarının olmadığını söylüyor.

O da hem faaliyet yürüttükleri bölgenin özgünlüğü, orada kitle çalışması için ne bedeller ödendiği ile ilişki kurarak tartışıyordu. O tabi çok daha keskin ve net tartışıyordu.

Konferans salonunun kısa bir süre buza kestiğini söyleyebilirim. Düşman karşısında ya da bir mitingde konuşurken cüssesi büyüyor gibi, ifadeleri sertleşiyordu.

Ama aynı yoldaşımız mesela yoldaşlarına karşı acayip güleç, samimi ve rengârenk aslında. Bu tarz şeylerde arıyordu belki de çok yönlülüğü. Biçimsel değil de hem geleceğe bakış hem de yaşama biçimindeki derinlikte arıyordu. Bireyselliğe bayağı bir cephe almış ve birçok yerde bunu net vurgulayan yoldaşlarımızdan biriydi.

Bir kere kulaklık kullanmamak gerektiğini söylemişti. Bir yerden bir yere giderken kulaklık kullanımının birçok nedenden ötürü kötü bir özellik olduğunu söylemişti.

İnsanı hem dış dünyadan soyutlaması hem bireyi kendi içine hapsetmesi ve insanın olup bitenden haberdar olmasını engellemesi açısından. Bunun yerine kolektifle çoklu yapılabilecek şeyleri daha fazla yapmamız gerektiğini vesaire söylemişti.

Haydar yoldaşla Dersim-Elazığ arası çalışan minibüslerde de bir anımız var. Şoförle amansız bir kavgaya girmişti. Dersim’e giden minibüs şoförleri festival zamanları bilmeyen insanlardan daha fazla para alıyorlardı.

Biz bilmeden daha fazla para vererek gitmiştik ve dönerken de onunla birlikte dönüyorduk. Yine bölgeyi bilmeyen bir profilimiz olduğu için şoför bizden fazla para almıştı.

Önce arabada şoförle tartıştı. Sonra indik yazıhanede şirketle tartıştı. Bazı “yoldaşlar yeter artık bu kadar abartmana gerek yok” diyordu. Ama onun hedefi fazla verdiğimiz parayı geri almak. Fazla parayı zaten o şoförle tartıştığı sırada başka bir yoldaş vermişti. Bu onu daha fazla sinirlendirmişti.

Şaşkınlık içindeydik, sürekli güldüğünü sandığımız yoldaşın içinden başka biri çıktı sanki. Sonra işte yazıhanedekilerle tartıştı, diğer yoldaş yine araya girdi. “Uzatmanı gerektirecek bir şey yok” dedi, ona göre artık konuyu kapatıp gitmemiz gerekiyordu.

Haydar yoldaş fazla verdiğimiz parayı aldı tartışmanın sonucunda. Sonra da orada bu başka bir tartışmaya neden oldu. Değerlerimizi, olanaklarımızı heba etmeme, çarçur etmeme tartışmasına neden oldu onun açısından. Birçok yaklaşımında bu vardı gerçekten.

Boşa harcamama duygusu onda çok güçlüydü. İkinci bir tişörtünün olmamasının nedeni de buydu sanırım. O gün o şoförle, yazıhane ile kavga edip fazladan verdiğimiz parayı alırken de onu harekete geçiren duygu buydu.

(Bitti)

OCAK AYI | SÖYLEŞİ: “Ölümsüzleşenlerimizde kitlelerle kaynaşma ve yoldaşlığı yaşama biçiminde ciddi bir umut ve yapıcılık görüyoruz.”(2)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu