DerlediklerimizGüncel

Pakrat Estukyan | Dile dair takıntılar

"Devlet aklının ‘Kürdistan’ dememek için başvurduğu ‘ohal bölgesi’ ifadesini, ‘eyalet valisi’ veya ‘işgal valisi’ dememek için kullanıma soktuğu ‘ohal valisi’ tanımını normalleştirmemek, sıradanlaştırmamak ve kullanıma sokuldukları karanlık dönemde bırakmak gerekirdi"

‘Bulaşmak’, ‘bulaştırmak’, ‘bulaşıcı’, ‘bulaşık’ gibi sözcüklerle yakın akraba ‘bulaş’ sözcüğü, Coronavirus karantinası altında yaşadığımız şu günlerde kullanıma sokuldu; TTB’nin açıklamaları veya kamu spotları da dâhil olmak üzere pek çok metinde karşılaştığımız bir kavram haline geldi.

Batı dillerinde ‘epidemik’, salgın hastalık anlamında kullanılıyor; ‘bulaş’ın da, bu yalın haliyle, bulaşıcı salgın hastalık anlamında kullanılabileceği düşünüldü herhalde. Böylece, bulaşmak fiilinin tekil emir kipi, bağımsız bir sözcük olarak zuhur etti.

‘Sıkıyönetim’ dememek için uydurulmuş olan ‘olağanüstü hal’ ibaresinin kısaltılmasıyla elde edilen ve son yıllarda sıkça kullanılan ‘ohal’ de, benzer bir ucube sözcük. Oysa o tuhaf tanımı icat edildiği 90’lı yıllarda bırakmak çok daha iyi olurdu.

Devlet aklının ‘Kürdistan’ dememek için başvurduğu ‘ohal bölgesi’ ifadesini, ‘eyalet valisi’ veya ‘işgal valisi’ dememek için kullanıma soktuğu ‘ohal valisi’ tanımını normalleştirmemek, sıradanlaştırmamak ve kullanıma sokuldukları karanlık dönemde bırakmak gerekirdi.

Dilin canlı bir organizma olduğu, sabit durmadığı, güncelin ihtiyaçları doğrultusunda değişimlerden geçtiği, tartışamayacağımız, itiraz edince gülünç duruma düşeceğimiz bir gerçek.

Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, değişim ile yozlaşmanın birbirinden ayrı şeyler olduğu. Dil, güncel gereksinimler karşısında tabii ki yeni sözcükler üretir. Ama bu üretimin, her dilin yapısal özellikleriyle şekillenen kuralları vardır. ‘Tanım’ ile ‘kelime’ arasındaki fark, türetilen yeni sözcüğün doğallığını-yapaylığını belirleyen en önemli unsurdur.

Son dönemde yaygınlaşmış bir başka sözcük de, ‘kanka’. Nişanyan Sözlük’te Çingene diline atfedilse de yaygın olarak ‘kan kardeşi’nin kısaltması olduğu düşünülüyor ve bu anlam yüklenerek, samimi arkadaş, sırdaş anlamında kullanılıyor, özellikle ergenler ve gençler arasında. Metaforun gerçekle yer değiştirmesinden kaynaklanan, çocukça bir ritüele dayanır ‘kan kardeşliği’: “Madem kardeş olmak için aynı kandan gelmiş olmak gerekiyor, ellerimize birer kesik atıp, sızan kanı birbirine sürterek kardeş olabiliriz biz de!” Bu ritüelin uzantısı olarak da, ‘kanka’ diye bir uydurma, sanki özgün bir şeymiş gibi dilimize bulaştı.

Askerî terminolojide ağır makineli tüfeğin namlusuna eklenen delikli koni ‘alev örten huni’ olarak tanımlanır. Türkçeyi ordunun ‘Ali okulu’ olarak bilinen kurumunda öğrenen garip, bu tanımı doğru algılamakta güçlük çekince, duyduğunu kulağında kalan haliyle, ‘alafortanfoni’ olarak telaffuz eder.

Pek çok kimse alev örten huninin ne anlama geldiğini bilmese de, sözcüklerin toplum içinde yaygınlaşma kapasitesinin ilginç bir tezahürü olarak, tanımın bu yabancılaştırılmış halini bilir. Ne olduğunu anlatmakta zorluk yaşanan eşyalar için kullanılan ‘zamazingo’ veya ‘zımbırtı’ da vardır söz dağarcığında.

İlginç bir şekilde, ‘alafortanfoni’ ve ‘zamazingo’ örnekleri, ‘bulaş’, ‘ohal’ ve ‘kanka’ gibi sakil de gelmiyor kulağa. Çok daha eskilere dayanan iki ‘uyduruk’ kelime de dile tutunmuş; belli ki hâlâ bir dilsel gereksinimi karşılıyorlar ve yadırganmıyorlar. ‘Sakil’ dediklerimin akıbeti ne olur bilinmez ama umarım kulaklarımız alışmaz bunlara.

Yazının sonuna doğru, bir zamanların ünlü mizah dergisi ‘Gırgır’ın sayfalarından çıkıp Türkçeye giren ve yerleşen iki örneği anımsayalım: ‘Maganda’ ve ‘zonta’… Görgüsüz bir hödüklüğe işaret eden bu sözcükler de olağanüstü bir kabulle argo dağarcığımıza girebildi.

Bu hafta içimizden gelmediği için, hoyrat siyasetimize değinmeyen bir yazı sunuyoruz okura. Helin Böke’nin cenazesine dahi tahammül edemeyen, usulüyle defnedilmesine izin vermeyen polisleri yazmak gelmiyor içimizden. Ya da, olur olmaz her şeyden işkillenen bir içişleri bakanının hoyratlığına dair konuşmak, Meclis’in önce komisyonlarından, ardından da genel kurulundan kaçırırcasına geçen infaz yasasından konuşmaya mecalimiz yok.

Haddimizi aşıp dilbilimcilerin sahasında at koşturmuş olduysak ne diyelim, dilbilimciler affetsin. “Bir daha yapmam” demeyi de pek gerçekçi bulmuyorum. Sonuçta bu köşe de bizim çöplüğümüz, düşündüğümüzü burada da söyleyemeyeceksek, neye yarar.

Yeni Yaşam  Nisan 6  2020

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu