GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | 2023 Yılı Biterken… Mücadele Mayalanıyor!

"Türkiye işçi sınıfı 2023 yılına eylemlerle girerken, yılı da eylemlerle uğurlamaktadır. 2023 yılına moto kurye emekçilerinin eylemleriyle giren işçi sınıfı, diğer işçi direnişlerinin yanında ön plana çıkan Agrobay ve Özak tekstil işçilerinin militan ve direngen eylemleriyle veda etmektedir"

İşçi sınıfı ve dünya halkları açısından geride bıraktığımız 2023 yılı, Covid 19 pandemisinin ardından 2022 yılında yükseltilen direniş ve mücadelelerin sürdüğü bir yıl oldu.

Dünya çapında emperyalist tekeller arasında rekabetin artmasına paralel, kapitalist sistemin ekonomik krizinin ve kapitalist kâr oranlarında düşme eğiliminin sürmesi; Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi yer yer silahlı çatışmalara dönüşmesi beraberinde emperyalist kapitalist merkezlerde enflasyon oranlarının yükselmesine neden oldu. Bu durum emperyalist kapitalist merkezlerde işçi sınıfı ve halklar açısından artan hayat pahalılığına, çalışma yaşam koşullarında yaşanan kötüleşmeye karşı eylem ve direnişler içerisinde olmasına neden oldu.

Kıta Avrupası başta olmak üzere ABD’den Asya’ya ve Çin’e kadar işçi sınıfının kendisine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına karşı eylemlerinin sürmesi, emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu durumdan bağımsız değildir. Ki bu eylemselliğin nedeni sadece kapitalist ekonomik krizin sürmesi değildir. Emperyalist tekeller arasında rekabetin keskinleşmesi beraberinde emperyalist tekellerin temsilcisi devletlerin eskisine oranla silahlanma harcamalarına daha fazla kaynak ayırmalarına neden oldu. Bu durum ise artan harcamalarının faturasının işçi sınıfı ve halka kesilmesiyle sonuçlandı.

Emperyalist tekellerin arasındaki rekabetin Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi silahlı çatışmaya evrilmesi, özel mülkiyet rejiminin doğasından kaynaklıdır. Özel mülkiyete dayalı bir rejim kendi içinde rekabete dayalıdır ve bir yerde bu rekabetin rakibini alt etmesi için silaha başvurması kaçınılmazdır. Kapitalist sistemin, sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesine paralel, emperyalist aşamaya ulaşması ve bunun da doğallığında savaşları doğurması kaçınılmazdır.

Lenin yoldaşın muhteşem emperyalizm çözümlemesinde bilimsel olarak ortaya koyduğu bu gerçek, pratikte I. ve II. emperyalist paylaşım savaşlarıyla da kanıtlanmıştır. Şimdi emperyalist tekeller üçüncü bir paylaşım savaşına hazırlanmaktadırlar. Bu hazırlığın faturasını ise her zamanki gibi işçi sınıfı ve halka çıkartmaktadırlar. Dahası olası bir üçüncü paylaşım savaşında da ilk fatura, işçi sınıfı ve emekçi halka çıkarılacaktır.

Nitekim Rusya’nın Ukrayna işgaliyle başlayan ve bir tarafında Rusya emperyalizmi ve onu destekleyen Çin sosyal emperyalizmi, diğer tarafında ABD öncülüğünde AB ve İngiliz emperyalistlerinin Ukrayna’da sürdürdükleri savaş, sadece Ukrayna halkının katledilmesine ve zorla yerlerinden edilmesine neden olmamakta, aynı zamanda silah tekellerinin depolarındaki silahları tüketme ve böylelikle kârlarına kâr katmalarına neden olmaktadır. Savaş uzadıkça, bölge halkları katledilmeye, dünya halkları ve özellikle de bağımlı ülkelerdeki ezilen haklar artan enflasyon sonucunda başta gıda ve enerji olmak üzere en temel insani ihtiyaçlara erişimde sıkıntı yaşamaktadırlar. Savaşın uzamasının emperyalist tekeller arasında böyle bir etkisi de vardır.

Öte yandan başta teknoloji, nükleer silahlanmada dahil olmak üzere aşırı silahlanmanın, ezilen halkların mücadelesini ve direnişini ortadan kaldıramayacağının son örneği ise 7 Ekim Filistin ulusal direnişinin “Aksa Tufanı” adını verdiği eylemde göstermiş durumdadır. Emperyalizm destekli siyonist varlığın, Filistin halkına yönelik on yıllardır süren işgal ve göç ettirme saldırısı, gelinen aşamada milyonlarca Filistin’in Gazze Şeridi denilen “açık hava hapishanesi”nde tecrit ve ambargo altında yaşamalarına neden olmuştu.

Siyonist varlığın, Filistin ulusal hareketine dayattığı Oslo Teslimiyeti karşısında Filistin Ulusal Hareketi’nin anda ön plana çıkan İslamcı çizgideki Hamas önderliğinde gerçekleştirilen 7 Ekim eylemi, Filistin ulusuna dayatılan “sessiz ölüm”ü parçalamakla kalmadı aynı zamanda FHKC, FHKD ve FHKC-Genel Komutanlık gibi devrimci örgütlerinde yer aldıkları “ortak operasyon odası”yla, işgalci Siyonist varlığın Gazze’ye yönelik işgal saldırısına karşı direnişine neden oldu.

Siyonist varlığın Filistin ulusal direnişin karşısında 7 Ekim’de yaşadığı şok, emperyalist kapitalist efendilerinde, “dünyanın efendileri”nde derin bir kaygı ve korku yaratırken, ezilen dünya halklarında umut ve moral yarattı. Siyonist İsrail yaşadığı şok karşısında en iyi bildiği şeyi yaptığı ve aralarında çocukların da olduğu 20 binin üzerinde Filistinlinin katledildiği ve katledilmeye devam edildiği saldırılarına, emperyalist kapitalist devletlerin büyük çoğunluğu destek verirken aralarında emperyalist kapitalist merkezlerde yaşayan halklar da olmak üzere, ezilen dünya hakları, Siyonist varlığın ve ona destek veren kendi hükümetlerine tepki gösterdi. 7 Ekim sonrasında Siyonist varlığın ve emperyalizmin bütün medya kampanyalarına rağmen seksenden fazla ülkede, İsrail’i kınayan ve Filistin halkını destekleyen eylem ve gösteriler yapıldı.

Filistin ulusal hareketinin 7 Ekim silkinişi de açıkça gösterdiği üzere emperyalistler ve onlarla işbirliği içinde hakim sınıflar, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ezilen hakların işgallere, katliamlara yönelen direniş ve mücadelelerini bastıramayacaklardır.

Filistin ulusal direnişinde dönemin koşulları gereği ön planda olan Hamas’ın gerici çizgisi, İslamcı karakteri, ezilen ulusların mücadelesinde talidir. Esas olan ezilen ulusun ezen ulusa, somutta Filistin ulusunun Siyonist varlığa ve onu destekleyen “batı emperyalistleri”ne karşı mücadelesidir. Bu mücadelede Filistin ulusunun başta gerici İran Molla rejimi gibi güçlerden destek alması dahası “direniş ekseni” adı altında başka bir gerici güce tabi olması, Filistin ulusal hareketinin kendi iç sorunudur ve komünist devrimciler açısından onun zaafına işaret eder. Filistin direnişinin yanında olmak, Hamas’ı ve onun ideolojik siyasi çizgisini olumlamak demek değildir. Tıpkı geçmişte Filistin ulusal hareketini desteklemenin önderliğini yapan burjuva milliyetçi çizgileri olumlamamak anlamına geldiği gibi.

2023 yılı enternasyonal proletarya, emperyalist kapitalist merkezlerde yaşayan ve çalışan haklar ve ezilen dünya halkları açısından sınıfsal ve ulusal mücadelelerin tüm hızıyla sürdüğü bir yıl oldu. Dahası bu mücadeleler, önümüzdeki yıllar açısından birer damla olarak, fırtınaya dönüşmenin adımlarını oluşturdular.

 “Türkiye Yüzyılı”: Mücadelenin yüzyılı!

2023 yılı TC devletinin yüzüncü yılıydı. Türk devleti yüzyıllık tarihinde, Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye halkına yönelik uygulayageldiği halk düşmanı politikaları 2023 yılında da devam ettirdi. Ancak tarihsel olarak geride bıraktığımız yılda iki önemli gelişmenin ön plana çıktı. Bunlardan birincisi 6 Şubat ve sonrasında yaşanan depremler, ikincisi ise cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerdi. Bu gündemler coğrafyamızda sınıflar mücadelesi açısından önem taşıdı.

6 Şubat tarihli birbiri ardına yaşanan depremler başta Türkiye Kürdistanı olmak üzere 11 il ve ona bağlı yerleşim yerlerinde büyük bir yıkıma yol açtı. Resmi açıklamalara göre depremlerde ölen insan sayısı 50 bin olarak açıklanmışken bu sayının çok üstünde bir katliam yaşandığı açıktır. Bir doğa olayı olan ve gerekli önlemler alındığında az bir hasarla atlatılacak olan deprem gerçeği, coğrafyamız koşullarında, Türk devletinin niteliği ve Türk hakim sınıflarının çıkarları nedeniyle on binlerce insanın hayatını kaybetmesine, yüzbinlerce insanın yaralanmasına ve milyonlarca insanın kalıcı psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.

Deprem coğrafyamızın bir gerçeğidir. Ne var ki bu konuda bir önlem alınmamakta, bu gerçeğe uygun bir yerleşim politikası izlenmemektedir. Bilim insanlarının nokta yer göstererek açıklama yapıp önlemler alınması çağrılarına rağmen, başta deprem bölgeleri olmak üzere, Türk devleti merkezi ve yerel yöneticilerle birlikte daha fazla kâr elde etmek ve rant uğruna, gerek yapılaşmanın yapıldığı alanlarda imar izinlerinin verilmesi ve gerekse de “imar affı” gibi, deprem coğrafyası olduğu halde benzeri ancak Türkiye gibi ülkelerde olabilecek “katliam politikaları”yla, on binlerce insanın göz göre katledilmesine neden olmuşlardır.

Üstelik deprem anında ve sonrasında, enkaz altında kalan insanlara yardım ulaştırmak için devlet harekete dahi geçmemiş, enkaz altında kalanları ölüme terk etmiştir. Devletin deprem sürecinde en iyi yaptığı şey, camilerden sela okutmak ve yardıma gidenleri engellemek olmuştur. Bu katliamın birinci dereceden sorumlusunun devlet olması, onun halk düşmanı sınıfsal niteliği ile uygundur. Dahası devlet deprem felaketini bir fırsat olarak görmektedir.

Deprem sonrasında “deprem gerekçesi”yle atılan adımlar, “rezerv alan” yasası gibi gelişmeler, Türk hakim sınıflarının sadece artı değer sömürüsü ile zenginleşme pratiklerini değil aynı zamanda rant politikalarıyla servet elde etme pratiklerini göstermektedir. Ki esasen bu yeni ve sadece AKP’yle sınırlı bir “krizi fırsata çevirme” politikası değildir. Hatırlanırsa ’99 depremi sonrasında, “depreme hazırlık” adı altında halktan toplanan ve süreklileştirilen vergi gelirleri, depreme hazırlık için değil, yol, köprü yapımları için “yandaş müteahhitlere” peşkeş çekilmişti. Şimdi de benzer bir adım atılmakta, “rezerv yasası”yla kâr ve rant getirileceği düşünülen yerlere çökülmesinin önü açılmış durumdadır.

Geride bıraktığımız yılın bir diğer önemli gelişmesi ise cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri oldu. Türk hakim sınıfları deprem gibi milyonlarca insanı doğrudan etkileyen, on binlerce insanın katledildiği bir felaketin etkileri orta yerde dururken, kendi aralarındaki iktidar mücadelesinin ürünü olarak apar topar seçimlere gittiler. Bunun nedeni elbette Türk hakim sınıflarının deprem felaketini kendi iktidar mücadeleleri için kullanmaktı. Nitekim iktidar deprem felaketinin hemen ardından enkaz kaldırma ihaleleri dağıtıp, yoğun bir propaganda eşliğinde konut yapma vaatlerine girişti. Burjuva muhalefet ise, deprem nedeniyle ortaya çıkan öfke ve kızgınlığı kendi arkasında yedeklemeyi hedefledi.

Seçimler R.T.Erdoğan’ın kazandığının ilan edilmesiyle sonuçlanmasına rağmen, seçimin hemen ertesinde hakim sınıflar arasında bu kez de Mart 2024’te yapılacak olan “yerel seçim”ler tartışılmaya başlandı. Gerek iktidar gücünü elinde tutan ve gerek de muhalefette olan burjuva kliklerin sözcüsü partilerin seçim öncesinde ve sonrasında yaptıkları pazarlıklar, imzaladıkları protokollerinde gösterdiği gibi, hakim sınıf klikleri açısından temel mesele halkın çıkarları değil, kendi temsil ettikleri burjuva kliklerin çıkarlarıdır.

AKP önderliğinde izlenene ekonomi politikasının zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yaptığı koşullarda, halk kitlelerinin tepki ve eylemlerinin iktidarı hedeflemesinin önünü kesen, “sokağı değil de sandığı çözüm olarak” propaganda eden burjuva muhalefetin, gerçek amacının esas olarak rejimin aksayan kimi yönlerinin tahkim edilmesi olduğu daha net görüldü. Ne var ki aralarında demokrat, devrimci hareketlerinde olduğu dikkate değer bir kesimin “AKP gitsin de ne olursa olsun” diyerek burjuva muhalefetin adayının arkasına yedekleme siyasetinin doğru olmadığı ortaya çıktı. Ancak buna rağmen bu pratik deneyimden bir ders alınmadığı, yaklaşan yerel seçim sürecinde yapılan açıklamalardan, alınan tutumlardan anlaşılmaktadır.

Türkiye koşullarında seçimlerin devrimci mücadele açısından ancak ve ancak tali bir araç olarak işlev görebileceği, seçimlere olduğundan fazla bir anlam yüklemenin son tahlilde iktidarıyla muhalefetiyle hakim sınıfların sınıfsal çıkarlarına yarayacağı, kurulu düzenin bekasına kan taşıyacağı açıktır.

Her şey bir yana kendi yasalarına bile uymayan bir devlet gerçekliğin bahsettiğimiz bilinmelidir. Seçilmiş milletvekili Can Atalay örneğinde olduğu gibi kendi anayasasına bile uymayan, kendi mahkeme kararlarını takmayan ya da belediyeler kayyum atamaktan bir an olsun vazgeçmeyen bir rejim gerçekliği içinde seçimler ancak ve ancak göstermelik bir “demokrasi şöleni” olarak işlev görmektedir. Faşizmin sadece parlamentoyu değil hemen her kurumu kendini maskelemek için kullandığı bir ortamda, bu türden araçlara gerektiğinden fazla bir önem atfetmek doğru değildir. 2023 yılında başta seçimler olmak üzere yaşanan gelişmeler bu gerçeği bir kez daha teyit etmiştir.

Fırtınada damla olmak için örgütlenmek!

Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı açısından geride bıraktığımız yıl sadece katliamlar ve kayıplarla geçmedi. Aynı zamanda direniş ve mücadeleyle geçti.

Türkiye işçi sınıfı 2023 yılına eylemlerle girerken, yılı da eylemlerle uğurlamaktadır. 2023 yılına moto kurye emekçilerinin eylemleriyle giren işçi sınıfı, diğer işçi direnişlerinin yanında ön plana çıkan Agrobay ve Özak tekstil işçilerinin militan ve direngen eylemleriyle veda etmektedir.

Kadınlar kendilerini katleden ataerkil sisteme karşı, öfke ve tepkilerini sokaklara çıkarak meydanlara inerek göstermeye, LGBTİ+lar kendilerine yönelen nefret söylemine ve politikalarına karşı söz söylemeye devam ettiler. Halk gençliği kendisine dayatılan barınma sorunu başta olmak üzere, ekonomik koşullara, ırkçı-şoven ve faşist saldırılara, geleceksizleştirmeye karşı tepkilerini gösterdiler. Köylüler Akbelen’de olduğu kendi doğalarının kapitalist rant uğruna katledilmesine karşı eylemdeydiler. Aleviler kendilerine dayatılan hakim inanç sistemine ve politikalarına karşı meydanlara çıktılar. Kürt ulusu, kendisine dayatılan ulusal baskıya karşı sözünü silahlı ve silahsız eylem biçimleriyle yanıtlamayı sürdürdü.

Kısaca 2023 yılında dünyada ve coğrafyamızda “Marks’ın köstebeği” kazmaya ve yerüstüne çıkarak fırtına olma hazırlığına devam etti. Önümüzdeki süreçte kopacak fırtınaya hazırlanmak, fırtınada damla olmak için örgütlenmek yarının değil şimdinin görevidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu