GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM |  İşçi Sınıfı Yol Gösteriyor!

"Trendyol işçilerinin fiili ve meşru direnişi, sendika bürokratlarına bel bağlamayan, haklılığı ve meşruluğundan taviz vermeyerek, sokağı esas alan bir pratiğin nasıl da kazandırdığına da iyi bir örnek oluşturmuştur."

Gerek dünya çapında ve gerekse de ülkemizde yeni bir mücadele yılına girerken, geride bıraktığımız yıldan devralınan çelişki, çatışma ve elbette mücadeleler varlığını koruyor. Koronavirüs pandemisinin etkisiyle, emperyalist kapitalist sistemin yaşamış olduğu kriz daha derinleşiyor.

Burjuva ideologlar bu gelişmeyi “tedarik zincirin kesilmesi” olarak tanımlasalar da yaşanan elbette kapitalist sistemin aşırı kâr hırsına ve sömürüye dayalı fıtratından kaynaklıdır. Dolayısıyla kriz, pandemi nedeniyle “tedarik zincirleri”nin kopması değil, bir sistem sorunudur. Kapitalist uygarlık her açıdan insanlığın geleceğini tehlikeye atmakta, “iklim krizi”nin yanında pandemi de dahil olmak üzere yeni yeni tehditler insanlığın karşısına çıkmaktadır.

Kapitalist sistemin bu krizi, Türkiye gibi emperyalizme göbekten bağımlı ülkelerde daha derinden hissedilmektedir. Her ne kadar R.T.Erdoğan başta olmak üzere Türk hakim sınıflarının temsilcileri yaptıkları açıklamalarda, pandemiyi fırsata çevirip, “tedarik zinciri”nde yer kapma açıklamalarında bulunsalar da, bunun bir “saray propagandası” olduğu açıktır. Türk burjuvazisinin çapı ve gücü, emperyalist kapitalistler karşısında ortadadır. Nitekim “Çin modeli”nden başlayan tartışma, “Türkiye modeli”ne evrilmiş gelinen aşamada ise Türk lirası yerine döviz kuru esas alınmıştır. Diğer bir ifadeyle “mevduat korumalı hesap rejimi”ne geçilmiştir! Kendi parasının değerini başka paralara bağlayan bir iktidarla karşı karşıyayız. “Beka sorunu”ndan bahsedenler ABD emperyalizminin Merkez Bankası’nın açıklayacağını ilan ettiği faiz artırma kararı sonrasında gerçeklerle daha fazla yüzleşeceklerdir.

Türk hakim sınıfları ve onların temsilcileri kendi halkını el çabukluğu ile soyan birer dolandırıcı gibi hareket etmişlerdir. Dolayısıyla günümüzde çokça bahsi geçen “liyakat” meselesinin bir anlamı yoktur. Özellikle muhalif burjuva kliğin sıklıkla dillendirdiği liyakat meselesi, gerçekte bir bütün olarak Türk hakim sınıflarının hepsi için geçerlidir. Emperyalist mali sermayeye bağımlı Türkiye ekonomisi, yönetimde kim olursa olsun esas olarak emperyalist mali sermayenin çıkarlarını, sonra da kendi klik çıkarlarını önceleyen sınıfsal bir tutum içinde olmayı getirir. Nitekim yapılan da budur.

Ancak yine de kabul etmek gerekir ki, haddinden fazla bir halk düşmanlığı söz konusudur. Örneğin sadece Ocak ayında ülkemizde 2 milyon kişi Covid-19’a yakalanmış, resmi açıklamalara göre 5.500 insan ölmüşken ve dahası 32 milyon insan aşısızken ve günde 100 bin vaka açıklanırken, Sağlık Bakanı salgınla mücadele yerine “Virüs eski gücünde değil. Artan sayılar sebebiyle endişelenmeye mahal yok. Büyüklerimizi ve kronik hastalıkları olanları koruyup, kişisel tedbirlere uyarak normal hayatımıza devam edeceğiz” açıklamasında bulunabilmektedir. (28 Ocak)

Tıpkı yoğun kar yağısı nedeniyle yıkılan İstanbul Havalimanı kargo binası için Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun, “Zaten yıkılacaktı. Havalimanını ilgilendiren bir durum yok” demesinde olduğu gibi. (28 Ocak)

 

Faşizm, iktidarı ve muhalefeti ile halk düşmanlığına devam ediyor!

Tam bir halk düşmanlığıyla karşı karşıyayız. Bu düşmanlığa, arsızlık, pişkinlik, yüzsüzlük de eklenmiş durumdadır. Bu halk düşmanlığı geçtiğimiz hafta yaşanan ve bütün ülkeyi etkileyen kar yağışı karşısında iktidarı ve muhalefetiyle burjuva klik temsilcilerinin gösterdikleri performansta da açığa çıkmış durumdadır.

Kar yağışının yoğun olacağı daha önceden bilinmesine rağmen hiçbir önlem alınmayarak milyonlarca insan mağdur edilmiştir. Bu mağduriyete rağmen iktidardaki ve muhalefetteki burjuva klik temsilcileri, “İstanbul” üzerinden kavgaya tutuşmuşlardır. Son yılların moda deyimiyle birbirlerine yönelik “algı operasyonu” gerçekleştirmişlerdir. Boğaz’da yemekten mobese görüntülerine, halkın yaşamış olduğu mağduriyetle alakasız bir dizi gelişme yoğun olarak tartışılmıştır ve tartışılmaya da devam etmektedir.

Bu tablo, iktidarı ve muhalefeti ile rejimin nasıl bir gerçeklik içinde olduğunu net olarak göstermiştir. Türk hakim sınıfları iktidarı ve muhalefetiyle halk düşmanıdırlar. Kar yağışında yaşananlar bu gerçeği bir kez daha teyit etmiş durumdadır. Halkın yaşamak zorunda bırakıldığı sorunla ilgilenmek yerine kendi sınıf çıkarlarının önceleyen suni gündemleri ön plana çıkarmışlardır.

Ekonomik kriz tüm hızıyla sürerken AKP-MHP iktidarı, faturayı işçi sınıfına ve emekçi halka kesmeyi tüm hızıyla sürdürüyor. Başta temel ihtiyaç maddeleri olmak üzere neredeyse her şeye zam yapılıyor. Halk daha ucuz ekmek alabilmek için saatlerce kuyrukta beklemek zorunda bırakılıyor. Elektrik ve doğalgaz başta olmak üzere temel gereksinimlere yönelik fahiş zam, işçi sınıfı ve emekçi halkın yaşam koşullarını giderek daha da katlanılamaz hale getirirken, iktidar ve “muhalefet”in gündemi “boğazda yemek ve mobese görüntüleri” olmuştur.

İşçi sınıfının ve emekçi halkın gündemi ise bellidir. Bu gündem çarşı pazarda yaşanan öfkeli seslerden, ucuz ekmek kuyruklarında yaşanan “biz bunları hak etmedik” söylemlerinden rahatlıkla anlaşılabilir. Hakim sınıfların bütün klikleri kendi aralarında dalaşırken, işçi sınıfı ve emekçi halk işsizlikle, yoksullukla ve hatta giderek açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmış durumdadır. Yüksek enflasyonun etkisiyle işçi sınıfı ve emekçi halkın alım gücü düşerken, uygulamaya konulan politikalarla halkın sadece bugünü değil geleceği de çalınmış durumdadır. Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo, “İnanılmaz derece okulunu terk eden gençler var. Pandemide liseyi terk eden ve eve katkı sağlamak için çalışmaya başlayan gençler var. Bu durum bütün Türkiye’de bu şekilde. … 2021-2022 öğretim yılı için söylüyorum tam bir yıl içerisinde 155 bin 938 öğrenci okulu bırakmış” ifadelerini kullanmaktadır. (28 Ocak)

Hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşı tüm hızıyla sürerken, ekonomik krizin işçi sınıfına ve halka fatura edilmesinde ortaklaşılmaktadır. AKP-MHP iktidarı havuz medyası aracılığıyla yaşanılanları tersyüz eden propagandalarına devam ederken, burjuva muhalefeti ise “ekonomik kriz”den medet ummakta ve “ilk seçimde gidecekler” beklentisini kitleler içinde yaymaktadır. İktidar ve muhalefetin farklı söylemlerle de olsa “kitlelerin sokağa çıkmaması”nda ortaklaşmaları, bu yönlü açıklamalarda bulunmaları dikkat çekicidir ve elbette kitlelerin içinde bulundukları duruma ilişkin bir göstergeye işaret eder.

Hakim sınıflar “seçim”e hazırlanıyor!

Ekonomik krizin işçi sınıfı ve halka fatura edilmesi sonucunda, uygulanan ekonomi politikalarının da etkisiyle yüksek enflasyonla birlikte alım gücünün düşmesi, yoksullaşmanın daha da artması beraberinde burjuva muhalefeti umutlandırmış görünmektedir. “Millet İttifakı” erken seçim çağrısı yapmakta ve yapılacak seçimde “iktidar” olarak düzenin “güçlendirilmiş parlamenter sistem”le yeniden restorasyonunu önermektedir. Bu “çözüm”ün, işçi sınıfı ve halk açısından gerçek bir çözüm olmayacağı açıktır.

Her ne kadar seçimlerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği tartışmaları olsa da TC açısından ister başkanlık, ister parlamenter sistem olsun, seçim meselesi önemlidir. Birincisi faşist diktatörlük, kendisini “seçim” yoluyla meşrulaştırmayı istemektedir. İkincisi hakim sınıflar, ister başkanlık ister parlamenter sistem olsun “seçim” yoluyla kitlelerin rızasını almış görüntüsünü vermek zorundadır. Burjuva anlamda dahi olsa “demokrasi”lerde bu türden mizansenlere ihtiyaç vardır. Kısacası seçim şu ya da bu şekilde yapılacaktır.

“Cumhur İttifakı”da seçimlere hazırlanmaktadır. AKP içinde yaşanan son gelişmeler, başta Adalet Bakanı’nın değiştirilmesi olmak üzere bir dizi yeni atama, iktidar içinde dalaş ve tepişmeye işaret etmekle birlikte, seçime hazırlık olarak da görülmelidir. AKP Genel Başkanı olarak R.T.Erdoğan’ın kendisine tamamen biat etmiş kişileri bu nedenle atamaktadır. AKP’nin yeni bir “sopalı seçim” stratejisi izleyeceği, buna uygun kendini örgütlediği anlaşılmaktadır.

Dahası başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, yaşanan tartışmalar, R.T.Erdoğan’ın bir kez daha Abdullah Öcalan’a gönderme yapması, Kürt oylarının en azından tarafsız kalmasının sağlanması ve HDP’nin kapatılma davasının hızlandırılması bu gelişmeler içinde değerlendirilebilir.

Bu gelişmelere ek olarak kontrgerilla da gözden geçirilmektedir. MHP’li mafyatik katillerin özel afla salınmasının yanında, başta IŞİD olmak üzere cihatçı çetelerin içerde ve dışarda yeniden örgütlenmesi ve yine kontrgerilla unsurunun Ukrayna’dan getirilmesi ve işkenceye uğramış görüntüsünün basına servis edilmesi, kontrgerilla başta olmak üzere devlet aygıtı içinde karşı devrimci vurucu güçlerin yeni bir dalaşına-hareketlenmesine işaret etmektedir. Bu kontrgerilla unsurunun özellikle Suriye savaşında, IŞİD başta olmak üzere cihatçı katillerin silahlandırılmasında rol aldığının açık olarak bilinmesi, başta R.T.Erdoğan olmak üzere iktidar sahiplerinin gelecekte olası yol kazalarına karşı kendilerince bir önlem alması anlamına da gelmektedir.

Faşizmin yeni bir sürece hazırlandığının bir başka işareti de R.T.Erdoğan imzasıyla yayınlanan medya genelgesinde de görülebilir. Genelgede “ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli tüm tedbirler gecikmeksizin alınacaktır” denildikten hemen sonra devrimci yayınların sitelerinin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından “milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması” gerekçesiyle kapatılması, bu hazırlığın bir başka örneğini oluşturmakla birlikte, önümüzdeki sürecin nasıl geçeceğini de göstermektedir.

TC’nin gerçekleştirdiği her saldırı ilk önce ilerici ve devrimcilere yönelmektedir. Bu tarihsel tecrübeyle sabittir. Önümüzdeki süreç ve özellikle seçim sathı mahalline girildiği süreçte ilericilere, devrimcilere ve halka yönelik saldırılar daha da artacaktır. Haziran ve Kasım 2015 Genel Seçimi öncesinde yaşananlar bilinmektedir.

“Birleşirsek Kazanırız”da ısrar etmek!

Elbette “seçim” sonucu ne olursa olsun düzeni değiştirmeyecek, işçi sınıfı ve emekçi halkın sorunlarına çare olmayacaktır. Hakim sınıfların seçim gündemi de dahil olmak üzere kendi aralarındaki dalaşı sürekli takip etmek, bu dalaştan işçi sınıfı ve emekçi halk yararına devrimci politikalar üretmek gerekir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, hakim sınıfların kendi gündemlerin peşinde değil, işçi sınıfının ve emekçi halkın sınıfsal çıkarlarını esas alan devrimci çizgide ısrar etmektir. Bu anlamıyla “Üçüncü Yol” gibi kavramsallaştırmalar, dahası çeşitli ittifak girişimleri vb. seçim odaklı çalışmalardır. İşçi sınıfı ve emekçi halkın kendi yolu, “ikinci yol”dur. Hakim sınıfların her iki ittifakına karşı “ikinci yol”da ısrar etmek, bu devrimci çizgide ısrarla sebat etmek gerekir.

Yapılması gerekenin ne olduğunu, yürünmesi gerekenin hangi yol olduğunu işçi sınıfı yine kendi pratiğinde göstermeye devam etmektedir. Geçtiğimiz hafta yaşanan BBC Türkçe emekçilerinin grevi ve kazanımı buna örnektir.

Yine Trendyol işçilerinin filli ve meşru direnişleri ve bu direnişin geniş bir toplumsal destek bularak kazanımla sonuçlanması son derece önemlidir. Özellikle Trendyol işçilerinin direnişi önümüzdeki süreçte işçi sınıfının direniş pratiğine yönelik son derece zengin derslerle doludur.

Unutmamak gerekir ki, Trendyol gibi işletmeler kapitalizmin neo-liberal politikalar aracılığıyla kapitalist sermayeyi iş kanunlarının işçilere verdiği kimi kısmi haklardan kurtarmak için “kendi işinin patronu ol” sloganı ile taşerondan bile daha aşağı duran bu çalışma biçimini yaygınlaştırmasının ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında gerçekleştirilen filli ve meşru direniş, kitlesellik ve kararlılık patrona geri adım attırmıştır. Dahası Trendyol işçilerinin direnişi aynı sektördeki başka işçileri de harekete geçirmiş, onlar da direnişe geçmiştir. Bu bize önümüzdeki süreçte ekonomik krizin etkisiyle işçi sınıfının fiili ve meşru direnişlerinin artacağını göstermektedir.

Trendyol işçilerinin fiili ve meşru direnişi, sendika bürokratlarına bel bağlamayan, haklılığı ve meşruluğundan taviz vermeyerek, sokağı esas alan bir pratiğin nasıl da kazandırdığına da iyi bir örnek oluşturmuştur. İşçi sınıfı ve emekçi halk, kendisine hakim sınıflar tarafından yaşam ve çalışma koşullarına karşı bu örnekten öğrenmelidir. Direnen işçiler yenilebilirler ancak direnmeyenler daha baştan yenilmişlerdir.

Birleşik Mücadele Güçleri örneği de süreci iyi incelemelidir. Karşımızda işçi sınıfının değişen koşullara rağmen kazanmış olduğu bir sınıf mücadelesi pratiği vardır. Bir yıl önce kuruluşunu ilan eden ve bu süre içinde kimi yetmezliklerine rağmen başarılı bir çalışma yürüten Birleşik Mücadele Güçleri, “Birleşirsek Kazanırız”da ısrar etmeye devam etmelidir. Şimdi bu pratiği daha da güçlendirmek ve büyütmek göreviyle karşı karşıyayız.

Bu anlamıyla 6 Şubat’ta İstanbul Kadıköy’deki buluşma önemlidir. Devletin tıpkı kuruluş açıklamasında olduğu gibi yoğun ilgiyle karşılayacağının kesin olduğu bu çalışma aynı zamanda önümüzdeki süreçte izlenecek devrimci çizginin, sokağı esas alan fiili ve meşru pratiğinin örneğini de oluşturacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu