GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Meral Yakar’dan Nubar Ozanyan’a DİRENİŞ DAİMA!

"Anın devrimci görevi bulunduğumuz her alanda, birleşebileceğimiz bütün güçlerle ortak eylem birlikleri temelinde birleşerek yaşanan faşist saldırganlığı karşılamak, denizde damla olup okyanusla buluşmaktır"

7 Ocak’ta, İzmir Banliyö Taşımacılığı Sistemi Ticaret AŞ’ye (İZBAN) bağlı iş yerlerindeki 342 işçinin Türkiye Demiryolu İşçileri Sendikası’yla başlattığı grev, “şehir içi toplu taşıma hizmetlerini bozucu nitelikte görüldüğünden” 60 gün süreyle “ertelendi.”

İZBAN grevi ve yaşananlar TC devletinin hükümeti ve muhalefetiyle işçi sınıfına yaklaşımına dair oldukça net bir ders vermiş durumdadır.

İZBAN greviyle birlikte 2003-2018 yılları arasında AKP hükümetleri döneminde 200 bin işçiyi ilgilendiren 16 grevin “ülke güvenliği ve kamu hizmetleri” gerekçesiyle yasaklanmış durumdadır.

İZBAN grevi karşısında CHP’li belediyenin aldığı tutum, bazıları eski sendikacı CHP’li yetkililerin açıklamaları vb. düşünüldüğünde işçi sınıfına karşı hükümeti ve muhalefetiyle birlikte bütün düzen partilerinin birleştiklerine tanık oluyoruz. Bu anlamıyla İZBAN grevi ve grevin yasaklanması, kendisine İslamcı diyenden “sol”cu diyene kadar herkesi birleştirmiş durumdadır.

CHP’nin “sol”culuğunun İbrahim Kaypakkaya’nın tezlerinden beridir nasıl bir solculuk olduğu bilinmiyor değildir. Ancak halen AKP’ye yemin billah düşman olan ancak söz konusu CHP olduğunda “İZBAN grevinin AKP’nin oyunu” olduğu propagandası yaparak, işçi sınıfına ve onun mücadelesine saldıran “sol”cuların varlığı dikkat çekicidir.

Kendisini Kemalizm’le tanımlayan ya da en genel tabiriyle “Cumhuriyet’in değerlerini” savunanlarla, kendisini İslamcı olarak tanımlayanlar işçi sınıfının hak alma mücadelesi karşısında birleşmiş durumdadır. Bu gerçek bize yüzyıla yaklaşan TC tarihinin özü ve özetini vermektedir. Dolayısıyla gerçek bir solculuktan bahsedilecekse bu solculuğun ilk önce Kemalizm’i mahkum etmekten başlaması gerektiği bir kez daha kendisini göstermiş durumdadır. Kemalizm faşizmdir.

CHP de faşist bir partidir ve söz konusu işçi sınıfı ve mücadelesi olduğunda saflar nettir. AKP ile CHP aynı sınıfsal pozisyonda birleşmektedir. Diğer bir ifadeyle hangi renkten olursa olsun söz konusu işçi sınıfının ve halkın çıkarları olduğunda, Türk hakim sınıflarının bütün sınıf klikleri kendi sınıf çıkarlarında ortaklaşmaktadır.

Benzer bir ortaklaşma genelde Kürt halkına özelde ise Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesine karşı da yaşanmaktadır. Hatta düşmanlık o derecedir ki sınırları aşmakta ve Rojava’yı işgal tehditlerinde de ortaklaşmaya varmaktadır. TC devletinin Afrin’i işgal saldırısında CHP’nin ve bir kısım kendinden menkul solcunun AKP’nin arkasında dizildikleri unutulmamalıdır.

Nitekim Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın Rojava’ya yönelik işgal tehditlerinde sıraya girenlerden ve olası işgal saldırısına destek vereceklerini açıklayanlardan biri de CHP olmuş durumdadır. Kürt ulusuna ve onun mücadelesine karşı yaklaşım TC devletinin kurulduğu günden beri “kırmızı çizgisi”dir ve bu politikaların “başarıyla” uygulanmasında CHP’nin rolü ortadadır.

1.Kemal’in faşist diktatörlük dönemini bırakalım, kısa bir süre önce Selahattin Demirtaş’ın tutuklanmasının önünü açan “anayasa değişikliği”ne onay veren, Kürt ulusunun demokratik alandaki mücadelesine karşı AKP hükümetinin uygulamaya koyduğu faşist saldırganlığı, gözaltı ve tutuklamaları destekleyen bir partiden bahsettiğimiz ortadır. İslamcı faşist AKP’nin karşısında Kemalist faşist CHP bir alternatif değildir. Her iki sistem partisi de TC devletinin bekası için vardır ve savundukları politika buna hizmet etmektedir.

Bütün bu gerçekler orta yerdeyken yerel seçimlerde “AKP’yi geriletmek” adına özellikle batı illerinde alttan alta CHP adaylarının desteklenmesi propagandası eğer bir akıl tutulması değilse bile son derece yanlış bir taktik politikadır ve Türk hakim sınıflarının sınıfsal çıkarlarına kan taşımaktadır.

 Rojava İşgaline Karşı Durmak Anın Devrimci Görevidir!

ABD emperyalizminin askeri gücünü Rojava’dan çekme açıklaması ve özellikle de Kürt Ulusal Hareketi’nin ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist koalisyon güçleriyle DAİŞ’le mücadele adına sahada geliştirdiği taktik ilişkiyi, Kürt Ulusal Hareketi’nin emperyalizm işbirlikçisi olarak göstererek mahkum edip, Türk hakim sınıflarının safında/yanında durmak, işgale karşı hayırhah bir tutum takınmak devrimcilik olarak adlandırılamaz.

Bu çizgi olsa olsa Kürt ulusal mücadelesi karşısında sosyal şoven bir çizgidir ve kesinlikle mahkum edilmelidir.

ABD emperyalizminin sözcüsü D. Trump, resmi twitter hesabından yaptığı son açıklamada; “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz. 20 millik (32 km) güvenli bölge oluşturulabilir. Aynı zamanda Kürtlerin Türkiye’yi provoke etmesini istemiyorum” (14 Ocak) diyerek gerçekte Türk hakim sınıflarının eline bir koz vermiş görünmektedir.

Eğer kapalı kapılar arkasında ABD emperyalizmi ile faşist TC arasında, Rojava’nın işgali konusunda somut bir anlaşma varsa (ki TC devleti NATO üyesidir), bu açıklama ile ABD emperyalizmi NATO “müttefiki”ne, ülke içinde yaşanan başta ekonomik kriz olmak üzere bütün sorunların adresi olarak ABD emperyalizmi gösterilecektir.

Kuşkusuz ki Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin nedenlerinden biri de özelde ABD, genelde emperyalizmdir. Emperyalist yağma, talan ve sömürü politikalarıdır. Ancak unutulmamalıdır ki; emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak bu politikaları hayata geçirenler, Türk hakim sınıflarıdır.

Günümüzde AKP hükümetidir. Dolayısıyla bu türden açıklamalar, Türk hakim sınıflarının eline propaganda açısından malzeme olmakta ve başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına yönelik saldırganlık geliştirmek için koz vermektedir. Üstelik bu saldırganlık “Amerikan emperyalizmine karşı durmak” olarak propaganda edilmektedir.

Faşist TC devletinin Kürt ulusuna ve onun kazanımlarına yönelik saldırganlığının arkasına, “anti-emperyalizm adına” yedeklenmek devrimcilerin politikası değildir.

Devrimcilerin bu noktada doğru çizgisi İbrahim Kaypakkaya’nın Şeyh Said İsyanı ve “İngiliz emperyalizmi parmağı” değerlendirmesinden hareketle nettir.

Komünist hareket “Kürt milletinin kendi geleceği hakkında kendisinin karar vermesi, ..ve Türk hâkim sınıflarının bastırma, ezme, müdahale, politikasını kitlelere teşhir eder, ona karşı aktif olarak savaşır.” Bugün bizlerin Faşist Türk devletinin hangi gerekçeyle olursa olsun Rojava işgaline yönelik tutumu budur; kitlere teşhir etmek ve ona karşı aktif olarak savaşmak. Dün de Rojava’da yaptığımız buydu, bugün de yapacağımız budur.

 

Denizde Damla Olup Okyanusla Buluşmak!

Faşist TC devletinin bu saldırganlığının hemen her alanda sürdüğünü, meselenin sadece Kürt Ulusal Hareketi olmadığını, ülkede ve bölgede bütün ilerici devrimci komünist güçlere yönelik olduğunu bilince çıkarmak önemlidir. Böyle olduğu içindir ki, faşizmin saldırganlığına karşı devrimci komünist hareketin Kürt Ulusal Hareketi’yle dayanışması, faşizme karşı savaşta ortak mevzilerde durması yaşamsaldır.

Faşist TC devletinin “Kürtlerin hamisi” olduğunu bir kez daha hatırladığı bu zamanlarda bu görev daha da acildir. Çünkü bizler tarihsel tecrübeyle de biliyoruz ki, faşizm her sahiplikten bahsettiğinde Kürdün payına katliam, zulüm olmadı zorla göç düşmektedir.

Halihazırda Kürt yurtsever tutsaklarının tecrit işkencesine karşı başlatmış oldukları açlık grevleri faşizme manevra yaptırmak zorunda bırakmıştır. Bu durum direnişin ve teslimiyeti kabul etmemenin kazanımıdır.

Hapishanelerde faşizm tarafından ısrarla sürdürülen tecrit işkencesi ve teslim alma saldırısına karşı tutsakların filli direnişlerinden açlık grevlerine kadar direniş içerisinde olması politik anlamda son derece değerli bir duruştur ve yarınlar adına tarihe not düşülmektedir. Van F Tipi Hapishane’de iki devrimci tutsağın 120’li günleri geride bırakan eylemi de benzer bir damla olarak denize düşmüş okyanusla buluşmuş durumdadır.

İçinden geçtiğimiz süreç faşizmin içte ve dışta azgın saldırganlığına tanık olsa da, bu saldırganlığa karşı direniş içinde olmak, devrim ve komünizm bayrağını elden düşürmemek; hatalarımızdan, eksikliklerimizden dersler çıkarmak önemlidir.

Faşizmin ağır saldırıları altında var olan faşist ablukayı dağıtmak için dayanacağımız güçlerden birisi kitlelerse diğeri de kavgada ölümsüzleşenlerimizdir. Komünizm ve devrim şehitlerini andığımız bu günlerde onların mücadelesinden öğrenmek, özellikle de yaşam karşısındaki duruşlarını örnek almak, partiye ve devrime bağlılıklarını bir kez daha hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.

İçinden geçtiğimiz sürecin hem öznel hem de genel durumu, yönümüzü kitlelere ve bu kavgada kaybettiklerimize dönmemizi koşulluyor. Geleneği anda ve yeniden üretmekten bahsederken, bu kavgada ölümsüzleşen şehitlerimizin mirasından güç almak, bu mirası kitlelerin mücadelesinde bir silah olarak kullanmaktan bahsettiğimiz bilinmelidir.

Sürecin ağırlığı, faşizmin saldırganlığının boyutu bizleri yanıltmamalıdır. Doğru bir politika izlendiğinde, kitlelere güvenilip yönelindiğinde ve bizi biz yapan şehitlerimizin mirası sürdürülüp yeniden üretildiğinde kazanmamız kaçınılmazdır. Sürecin içte bize dayattığı buyken dışta da, mümkün olduğunca birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek, kitlelerin talep ve eleştirileriyle yürümek gerekir.

Bu gerçeklik kendisini işçi sınıfından, Türk Kürt ulusları ve çeşitli milliyetler ve inanç gruplarından yana olanlara bir şeyler anlatmalıdır. Kendisine devrimciyim, solcuyum, demokratım diyen her kesim ve çevrenin de -tıpkı hakim sınıfların sınıf tavrında olduğu gibi- asgari temellerde ortaklaşması ve faşizme karşı birleşik devrimci mücadeleyi zorlaması olmazsa olmazdır.

Hiçbir şey yapılmasa bile düşmandan öğrenmek gerekir. Faşizmin böl parçala yönet taktiğini çok iyi kullandığı bilinmiyor değildir. Bu nedenle anın devrimci görevi bulunduğumuz her alanda, birleşebileceğimiz bütün güçlerle ortak eylem birlikleri temelinde birleşerek yaşanan faşist saldırganlığı karşılamak, denizde damla olup okyanusla buluşmaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu