GüncelManşet

İrademize saldıranlara karşı cevabımız ortak mücadele hattımız olacak!

4 Kasım günü HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile 11 HDP’li milletvekilinin tutuklanmasıyla Kürt ulusunun iradesine yönelik saldırılar yeni bir aşamaya ulaştı. Sokağa çıkma yasağı ile birlikti yakıp yıktığı ve katliam politikalarını uyguladığı T. Kürdistanı’ndaki kentlere, kayyum atamalarıyla başlattığı “irade savaşı”nı meclis ayağında da sürdüren hakim sınıf temsilcilerinden AKP, HDP eş genel başkanlarını tutuklayarak TC devletinin mayasında olan tekçi anlayışın siyasetteki karşılığını ortaya koydu.

“Çözüm süreci” adı altında başlattığı müzakere sürecinde bile savaş hazırlıklarını sürdüren, kalekollarla T. Kürdistanı coğrafyasını abluka altına alan TC devletinin, bu süreçte Kürt Ulusal Hareketi’ni siyasi ve askeri alanlardan tasfiye etme girişimi boşa düşünce bildiğimiz üzere 7 Haziran genel seçiminin hemen öncesinde savaş konsepti devreye konuldu. “Çözüm süreci” ile KUH’u siyasi ve askeri alanlardan tasfiye etme girişimi boşa düşen, tam tersine ezilenlerin ortak mücadele hattının gelişmesine neden olan süreç, Gezi İsyanı ve Kobanê Serhildanı’nın ardından 7 Haziran genel seçiminde milyonların bir araya gelmesiyle devam etmiştir.

HDP’nin 6 milyon kişinin oyunu alarak meclisin 3. Partisi haline gelmesinden sonra savaş konseptinin ağırlaştırılmış haliyle devreye koyulması, salt AKP’nin “Başkanlık Sistemi” hayallerinin suya düşmesi ile alakalı değildir. Asıl olarak korkulan şey gerçekleşmiş, TC devletinin temelini dayandırdığı tek din-dil-ulus anlayışı zarar görmeye başlamıştır. Tekçi anlayıştan beslenen ve şovenizm unsuruyla bu anlayışı koruyan devlet, ezilenlere enjekte ettiği bu zehrin etkisinin Gezi, Kobanê ve 7 Haziran genel seçim süreçleri ile beraber aşındığını görmüştür. Yaşanan bu kırılma, devletin devamlılığına zeval getireceğinden 7 Haziran’ın hemen sonrasında başlayan ve bugünlere değin artarak devam eden bir saldırı dalgası ile karşı karşıyayız.

AKP’nin Kürt Ulusal Hareketi ile yaptığı ‘’barış’’ görüşmelerinden çekilmesinin ardından tüm gücüyle başta KUH olmak üzere silahlı gücü bitirme planları yaptı. Askeri harekatlarını artıran faşist diktatörlük, T. Kürdistanı’nda topyekûn bir saldırıya geçti. Erdoğan kaymakamlarla yaptığı toplantıda, “yeri geldiğizaman koyun mevzuatı bir kenara” diye sesleniyor, bunun gereklerinin yerine getirmesini istiyordu.

 

Korku imparatorluğu yaratma girişimleri

Saldırıların başlamasıyla Kürt illerindeki şehir direnişleriyle başlayan karşı koyuş aylar sürdü. Devlet güçleri aylarca direnişin olduğu ilçelere giremedi. Ancak toplu katliamlar, sokağa çıkma yasakları ve abluka sonucunda bu ilçeler ele geçirilebildi. TC devletinin son 14 yıldır temsilcisi olan AKP, DAİŞ aracılığıyla patlattığı bombalarla, T. Kürdistanı’nda yaptığı katliamlarla binlerce insanı katletti. Kentler yakıldı, yıkıldı; katliamlar gerçekleştirildi; böylece ezilenlere yönelik “korku imparatorluğu” yaratma politikası devreye sokuldu.

Kürt ulusuna dönük topyekûn düşmanlığını Cerablus işgaliyle ortaya koyan AKP, Rojava işgaline de hazırlanırken 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından OHAL ile birlikte toplumsal muhalefeti tamamen sindirme girişiminde bulundu-bulunuyor. Tarihi darbe ve darbe girişimleri ile örülü olan TC devletinde, hakim sınıflar arasındaki klik dalaşının esas olarak hedefinde ezilenler ve ezilenlerin ortak mücadelesi olmuştur. Nitekim 15 Temmuz darbe girişimin hemen ardından “kazanan” tarafın kim olduğu önemli olmaksızın yine ezilenler hedef tahtasına konulmuştur. Başarıya ulaşamayan darbe girişiminin sonrasında “demokrasi” söylemiyle, Cemaat’ten temizlenme adına başlatılan OHAL, kısa sürede esas hedefine yöneldi, başta Kürt kurumları olmak üzere, devrimci ve demokratlara yöneldi. Binlerce kamu emekçisi, sağlık çalışanı, öğretmen açığa alınarak işlerine son verildi. Neredeyse tüm muhalif gazete ve televizyonlar kapatıldı, gazeteciler tutuklandı.

 

Bu saldırı, milyonların iradesine yönelik!

OHAL’le birlikte göstermelik olan meclis tamamen devre dışı bırakılarak ülke kararnamelerle yönetilmeye başlandı. Tüm yetkilerin Erdoğan’da toplandığı gayri resmi bir başkanlık sistemi uygulamasıyla Erdoğan’ın her söylediği bir kanun sayılarak yürürlükteki yerini aldı. Savaşın yeniden kıra çekilmesiyle taktik üstünlüğü yeniden ele geçiren KUH karşısında faşizm çaresiz kalmıştır.

Saldırıların giderek yoğunlaştığı bu dönemde psikolojik bir üstünlük elde etmek ve topluma ne kadar güçlü olduğunu göstermek isteyen faşizm, HDP’nin iki eş başkan olmak üzere toplam 11 milletvekilini tutukladı. Bu plan yeni değildir. Uzun bir süredir HDP milletvekillerinin tutuklanmasının önünün açılması için gündeme getirilen dokunulmazlıkların kaldırılması CHP ve MHP’nin de oylarıyla bir süre önce yürürlüğe konmuş ve dosyalar tek tek açılmaya başlanmıştı.

Kısacası tarih yeniden tekerrür etmiştir. 2 Mart 1994 tarihinde dönemin başbakanı Tansu Çiller’in isteği üzerine TBMM’de dokunulmazlıkları kaldırılan DEP milletvekilleri Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak TBMM çıkışında tutuklanarak yargılanmış ve 10’ar yıl hapis cezasına çarpıtılmışlardı. Aynı oyun bir kez daha,  bu sefer AKP tarafından sergilenmiştir. Açık olan bir durum var ki; tıpkı bundan 22 sene önce olduğu gibi HDP milletvekillerinin gözaltına alınması yalnızca bu isimlere yönelik bir saldırı değildir. Bu saldırı Kürt halkı başta olmak üzere milyonlarca kişinin iradesine yönelik saldırıdır.

Bu gözaltı furyasıyla yalnızca 12 milletvekili gözaltına alınmamıştır. HDP’ye oy veren 6 milyon insana dönüktür bu gözaltı furyasıdır… Sadece HDP Genel Merkezi ya da milletvekillerinin evleri değil demokrasi mücadelesine, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine inanan, gönül veren, bedel ödeyen ve seçimle oranı belirlenemeyecek olan halkın evlerine baskın gerçekleşmiştir. Ve açıktır ki bu topyekûn saldırı burada kalmayacak, faşizm AKP eliyle toplumdaki tüm direniş noktalarına saldırılarını devam ettirecektir. Nitekim bu durum, 11 Kasım günü İçişleri Bakanlığı tarafından 370 derneğin kapatılması ile kendini yeniden ortaya koymuştur.

 

Ortak mücadele hattını geliştirmek, OHAL’e boyun eğmemek…

Bütün bu saldırıların sebebi ise TC devletinin girmiş olduğu ve gittikçe derinleşen yönetememe krizidir. Yönetememe krizini topyekün saldırılarla bertaraf etmek isteyen faşist diktatörlük açıktır ki battıkça batacaktır. Ancak bu batışın, ezilenler açısından bir doğuşa sebep olabilmesi için  mücadele yürüten herkese düşürdüğü görev ortak mücadele hattını geliştirmek, OHAL’e boyun eğmemektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu