Manşet

Saflar Tahkim Edilirken!

1 Kasım’da yapılacak “yeniden seçim” için milletvekili adayları açıklandı. 1 Kasım seçimleri Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran seçim sonuçlarını kabullenememesinin sonucu olarak şekillendi. Bu durum Türkiye’de seçim ve parlamentonun hiç olmadığı kadar kitlelerin gözünde meşruluğunu yitirmesine ve sorgulanmasına yol açtı. Halk kitlelerinin önemli bir çoğunluğu 1 Kasım seçimlerinin T. Erdoğan ve AKP’nin tek başına iktidar olabilme hamlesi olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle de halkın önemli bir kesimi estirilen devlet organizeli şovenist dalgaya mesafeli durmuş, özelliklede ölen asker ve şehit cenazelerinde, eskisine oranla hiç olmadığı kadar, devleti ve iktidarı sorgulayan tutumların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

T. Erdoğan ve AKP kaybetmektedir. Bu nedenle son bir umut olarak 1 Kasım seçimleri devreye sokulmuştur. Seçimleri kazanmak için başta Kürt ulusu olmak üzere ilerici devrimcilere yönelik faşist saldırı dalgası başlatılmış, rakip burjuva kliklere yönelik tam saha pres uygulanarak, kendi saflarını tahkim etmeye koyulunulmuştur. Olası bir yol kazası T. Erdoğan ve AKP kliği açısından kabul edilemezdir. Çünkü işin sonunda iktidarı kaybetmenin yanında yargılanma tehdidi de vardır. Bunun için 1 Kasım seçimlerinin ne pahasına olursa olsun kazanmaları gerekmektedir.

Bu amaçla T. Erdoğan önce partisi AKP’yi dizayn etmiştir. AKP 5. Kongresi bir tasfiye kongresi olarak tarihe geçerken, T. Erdoğan saflarını tahkim etmiştir. Ahmet Davutoğlu’nun kukla rolünün altı kongre kararlarıyla bir kez daha çizilmiş durumdadır. Bununla birlikte AKP’nin milletvekili adayları daha geniş bir kesime hitap etmek için esnek tutulmuştur.

Faşist T. Erdoğan ve kliği, “yeniden seçim” çalışmalarında bununla sınırlı kalmamış, sokağa salınan “Osmanlı Ocakları” gibi çakal gruplarıyla başta Kürtler olmak üzere, ilericiler devrimciler üzerinde linç tehditleriyle terör estirilmeye, “teröre karşı” bayrak mitingleriyle halk kitleleri genelde faşizmin özelde de T. Erdoğan kliğinin arkasında tahkim edilmeye çalışılmaktadır. T. Erdoğan ve AKP kliğinin seçim kampanyasını “teröre karşı devlet-millet bütünleşmesi” olarak planlandığı anlaşılıyor. Ama yaşananlar halkın bu plana prim vermediği, ortaya konulan faşist saldırganlığın ve savaş siyasetinin bir “sarayı kurtarma” savaşı olarak algılandığını göstermektedir.

Faşist saldırganlık sadece halk kitlelerine yönelik değildir. Türk hakim sınıfları arasındaki dalaşta da devreye sokulmuş, Türk hakim sınıflarının en önemli sözcülerinden olan Hürriyet gazetesi basılarak ve yazarları tehdit edilerek gözdağı verilmiştir. Bu yayın grubuna “terör” soruşturması açılmıştır. Bu hamlelerden amaçlananın bir program yapımcısının da açıkça ifade ettiği gibi HDP’lileri ekrana çıkarmamak olduğu anlaşılmaktadır. Böylelikle 1 Kasım seçimleri öncesinde HDP’ye yönelik medya sansürünün artarak devam edeceği açığa çıkmaktadır. İktidar bununla kalmıyor ve T. Erdoğan kliğine doğrudan bağlı olan havuz medyasının kimi kalemleri köşelerinde ve TV ekranlarında iktidara biat etmeyenlere yönelik öldürme ve dayak atma tehditlerine devam etmektedir.

Benzer bir şekilde Cemaate yönelik operasyonlar tüm hızıyla sürdürülmektedir. Bir zamanlar “Anadolu Kaplanları” olarak parlatılan Boydak’lara yönelik operasyon hakim sınıf kliği içindeki çatışmanın ve çelişkilerin aldığı boyutu göstermektedir. Yaşananların özellikle dış basında Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye benzediği ya da anayasal düzenin askıya alınma ihtimalinin ortaya çıktığı biçiminde değerlendirilmesi, Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları duruma ve yönetememe krizine işaret etmektedir.

Mesele sadece T. Erdoğan ve AKP’nin tek başına iktidar olma hırsıyla açıklanamayacak kadar derindir. Elbette T. Erdoğan’ın kaybetme ihtimalinin belirginleşmesi onu karşı hamlelere itmekte, saflarını tahkim etmeye zorlamaktadır. Bu nedenle 1 Kasım seçimlerinde T. Erdoğan’ın ve AKP’nin kazanması için her şey yapılacaktır. Ancak bu hakim sınıfların krizini çözmeyecektir. Çünkü yaşanan kriz geçici bir siyasal kriz değil bir “devlet krizi” yani yönetememe krizidir. Kökleri de çok eskilere dayanmaktadır. Bu krizin 1990’ların başından itibaren derinleşmesinin temel sebebi ise Kürt ulusal ayaklanmasıdır.

İktidar saflarını tahkim ederken savunmadadır ve kaybetme korkusu içinde hemen her tarafa saldırmaktadır. T. Erdoğan’ın safları tahkim etme hamleleri, bitişin hamleleridir ve sonuç alması mümkün değildir. Her türlü faşist saldırganlık ve dalavereyle birlikte, 1 Kasım seçimlerinde tek başına iktidar olması bile, onun ve temsil ettiği hakim sınıf kliğinin ülkeyi sorunsuz yönetmesine olanak tanımayacaktır. Dolayısıyla T. Erdoğan ve AKP’nin daha şimdiden kaybettiğini söyleyebiliriz.

cizre420130426213731 2E41 60CD 8F0CHalk saflarını tahkim etme görevi

Hakim sınıf klikleri kendi saflarını tahkim ederlerken, halkın da kendi saflarını tahkim etmesi gerekir. Halkın özelliklede Kürtlerin ve devrimcilerin kaybedecekleri bir şey yok. Bu anlamıyla iktidarın kendi saflarını tahkim etmesiyle, halkın kendi saflarını tahkim etmesi arasında fark vardır. İktidar kaybetme korkusuyla bu hamleleri yapmakta, halk ise direnme ve kazanma duygusuyla saflarını sıklaştırmaktadır. Bunu Kürt Ulusal Hareketi’nin son süreçteki açıklamalarından da anlayabiliriz. T. Erdoğan ve AKP muhiplerinin her açıklamalarında, korkunun, çaresizliğin ve sıkışmışlığın izleri varken, Kürt ulusal hareketinden “tahkim edilmiş ateşkes” çağrıları yapılmaktadır.

Faşist devlet 1 Kasım seçimlerini kazanmak için Cizre gibi örneklerde olduğu gibi sivil halka yönelmekte ve deyim yerindeyse Kürt Ulusal Hareketini topyekün bir savaşın içine sokmaya çalışmaktadır. Gerilla mezarlıklarına yönelik saldırılarda bu kapsamda değerlendirilmelidir. Faşist saldırganlıkla, şovenist histerileri kampanyaları ve ölen asker ve polis cenazeleriyle oy devşirmeyi amaçlamaktadır. Bunun için Kürt halkına saldırmakta, kelimenin gerçek anlamıyla Kürt Ulusal Hareketini tahrik ederek savaşı boyutlandırmak istemektedir. Kürt Ulusal hareketi ise saldırı pozisyonunda değil haklı ve meşru bir biçimde kendini savunmaktadır. Kimi “liberal aydınların” anlamadığı nokta burasıdır. Onlara göre “Kandilin silahta ısrar etmesi, HDP’nin önünü kapamaktadır.” Bu nedenle Kürt Ulusal Hareketi’nin 1 Kasım seçimleri öncesinde “tek taraflı ateşkes” yapması istenilmektedir. Bu bir yatıştırma siyasetidir ve böyle bir durumda kazanan daima saldırgan olacaktır. Faşizme anladığı dilden yanıt verilmezse, daha da azgınlaşacağı tarihsel tecrübelerle sabittir. Bu “aydın”ların anlamadığı nokta, faşist saldırganlığın devlet tarafından başlatıldığı ve buna karşı direnmenin yanlış olmadığıdır. Eğer direnilmezse hata olacaktır. Bu açıdan faşist teröre karşı Kürt Ulusal Hareketi’nin silaha başvurmasını eleştirmek, hakim sınıfların saflarını tahkim etmesine harç olmaktır. Kürt hareketi kendisini savunmazsa, daha büyük kayıplar vermesi kaçınılmazdır. Kaldı ki böyle bir siyasetin T. Erdoğan ve kliğine moral üstünlük sağlayacağı, “terörü ezdik, bitirdik”, propagandalarına yol açacağını ön görmek gerekir.

Öte yandan faşizmin saldırılarının gerilla güçlerinden çok özyönetim ilan eden şehirlere/mahallelere dönük olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Devletin “hendek kapatma” bahanesiyle Kürt hareketinin güçlü olduğu alanlara saldırması, karşılığında ise doğal olarak direnişle karşılanması, beraberinde faşizmin kayıplarını arttırmıştır. Kürt hareketinin olası tek taraflı ateşkes yaklaşımının bu bölgelere/şehirlere yönelik seçim sonuçlarını da hedefleyen yeni tutuklama operasyonlarının devreye sokulmasını kolaylaştıracağı açıktır.

Bu noktada devrimci komünistlerin özelde Kürt genelde tüm halka karşı sorumluluklarını hatırlatmak yararlı olacaktır. Özellikle meselenin sadece 1 Kasım seçimlerinde HDP’yi desteklemek olarak algılanmaması ve bununla yetinilmesi gerekir. Her şeye rağmen 1 Kasım seçimlerinde HDP’yi desteklemek önemlidir ancak yeterli değildir. Denilebilir ki bu görev sadece işin bir yönüdür. Daha da önemli olarak Kürt halkıyla her anlamda birlikte olmak, dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltmek gerekir. Faşist saldırganlığa karşı sadece seçim sandıklarında değil, her alanda yanıt olmak bugün devrimciliğin en önemli göstergelerinden biri olarak alınmalıdır. Bulunduğumuz bütün alanlarda, ortak ya da kendi güçlerimizle bir eylemlilik süreci içine girmek anın ertelenemez görevidir. Saflarımızı ancak böyle tahkim edebilir, halkla ancak böyle bütünleşebiliriz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu