GüncelMakaleler

SENTEZ | Ekonomide Yeni Dönem: Tarımda Yeni Borç Yükü!

Çiftçilerin bankalara borcu 151 kat artarken kamudan (Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan) aldığı destek yıldan yıla azalmıştır. 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca GSMH’nin en az yüzde 1’i çiftçiye tarımsal destek olarak verilmesi zorunludur.

Türkiye’de üretim ve tüketimde sanayiden tarıma ekonominin piyasaların büyük ölçüde ithalata bağımlı olması nedeniyle döviz kurunda yaşanan her artış ülke içinde tüm mal ve hizmetlerin pahalanmasına neden oluyor.

Seçimler sonrası emperyalist-kapitalist piyasanın, emperyalist mali sermayenin talebine uygun olarak İngiltere’de uluslararası finans kuruluşlarının has çalışanı Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilmesi ve ona bağlı olarak benzer bir şekilde ABD’de yine uluslararası finans kuruluşlarının bir başka çalışanı olan Gaye Erkan’ın da Merkez Bankası’nın başkanlığına atanmasının ardından döviz kurunun yükselmesini baskılamak için uygulanan uygulamalar bırakılınca doların TL karşısındaki yükselişi bir anda 25 TL bandını geçmeye doğru ilerledi.

Bu durumun piyasaların “serbest piyasa ekonomisi” kurallarına geri dönüşün sonucu olduğunu, ekonominin “doğal denge”sini bulana kadar kurun yükseleceğini ve buna bağlı olarak enflasyonun artacağını, tüm ekonomik birimlerin bundan etkileneceğini buradan belirtmeliyiz. Bu da AKP ve Erdoğan’ın uyguladığı heteredoks politikaların ne boyutta nasyonalite dışı (ekonomik gerçekliğin ve kapasitenin) olduğunun açık-net kanıtıdır.

AKP iktidarının uygulamış olduğu ekonomik-siyasal politikaların sonucu döviz kurunda yaşanan dalgalanmalardan en fazla etkilenen alanların başında tarım ve gıda ürünleri gelmektedir. Tarımsal üretimde tohumda, gübrede, zirai ilaçta, mazotta ve diğer tüm tarımsal girdi kalemlerinde a’dan z’ye yabancı piyasalara olan bağlılık bizzat AKP eliyle yaratılmıştır. Neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikasının uygulamaya sokulduğu tarih 1980’ler olmuş olsa da bu politikaların esas anlamda hayata geçirilmesi yirmi yıllık rötarla 2000’ler sonrasına denk gelmektedir. Kuşkusuz bunun mimarı da son 21 yıldır iktidarda olan AKP iktidarı ve onun siyaset arenasında temsil ettiği yerli ve yabancı sermaye sınıflarıdır.

AKP sık sık ekonomide bağımsızlık vurgusu yaparak IMF’ye boyun eğmedikleri ve onlarla işbirliği yapmadıklarını söylese de icraatları aksi yönde olmuştur. Türkiye tarihindeki hiçbir iktidar tarımı bu denli uluslararası piyasaların inisiyatifine terketmemiştir. AKP yapılamaz denileni yaparak endüstriyel tarım-gıda tekellerinin hayallerini gerçek kılmış ve iç pazara egemen olmalarını sağlamıştır. 2000’lerde (ve hemen öncesi başlamış olan) IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar sonucunda tarımsal üretim alanında yapısal dönüşümler başlatılmış ve özellikle 2000’lerin ilk yıllarında çıkartılan Tarım Kanunu ile köylü/küçük aile üreticiliği hedefe konularak tasfiye programının odağına yerleştirilmiştir.

IMF, 1 Ocak 2000’de başlatılan stand-by programıyla ekonomiye ve tarıma el koymuş 2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı Dünya Bankası aracılığıyla tarımda uygulandı. Bankanın hazırladığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak üretimle bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmesi, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını bazılarında ise üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu.” (Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi, Necdet Oral) Bu politikaların harfiyen uygulanması neticesinde uğun Türkiye kırsalı çökertilmiş duruma getirilmiş bulunuyor.

 

Uluslararası piyasalar endüstriyel tarım-ilaç tekellerinin hâkimiyetinde

AKP iktidarının çıkardığı tarım kanunları ve sonuçlarına yakından baktığımızda Tarım Reform Uygulama Projesi’nin (TRUP) hayata geçirildiğini görüyoruz. TRUP programı içinde yer alan tarımsal kredilerin serbest piyasa seviyelerine getirilmesi, kamu bankalarının tarımsal destek için kredi vermeyi sonlandırması veya sınırlandırması, tarımsal KİT’lerin ve diğer kamu kuruluşlarının tarımsal desteklerini sonlandırması, tarımsal desteğin üretim desteği yerine doğrudan gelir desteği olarak verilmesi ve sınırlandırılması IMF ve Dünya Bankası’nın talepleri arasında yer alıyordu.

Dünyanın her yerinde tarımsal üretim doğrudan kamu tarafından desteklenmediği takdirde üreticilerin altından kalkamayacağı kadar külfetli bir faaliyet haline gelmektedir. Bu nedenle tarımsal üretim desteğe ihtiyaç duyuyor. Buna buğday üzerinden örnek verebiliriz. Siyasal iktidar Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) buğday alım fiyatını çiftçi kayıt sistemine (ÇKS) kayıtlı üreticiler için destek ödemesiyle birlikte ton başına 9 bin 250 lira olarak açıkladı.

Tarımsal üretimde girdi maliyetleri ithalata bağımlı olduğundan bu ekonomik kriz ve enflasyonla da birleştiğinde maliyet çok yükseliyor ve özellikle bu kuru tarım yapan küçük üreticinin bir sonraki üretim sezonunda üretim yapabilmesi için köylünün, çiftçinin buğdaydan kâr elde edebilmesi gerekiyor, bunun için de buğday alım fiyatı en az 13 bin lira olması gerekiyor. Köylünün/küçük aile üreticisinin kâr edebilmesi için buğdayını en az 13 bin liradan satması gerekirken TMO buğdayı ÇKS kayıtlı üreticilerden ton başına destek ödemesiyle birlikte 9 bin 250 liradan olacak. Fakat şu an “yurtdışı piyasalarda buğdayın tonu 250 dolar (TMO Genel Müdürü, 14.06.2023) Bu şu anlama geliyor. Uluslararası piyasalardan ithal edilen buğdayın tonu 5 bin 500 lira civarına gidiyor. Türkiye’de ise bir ton buğdayın üretim maliyeti neredeyse bunun iki katı.

Uluslararası piyasalar endüstriyel tarım-ilaç tekellerinin hâkimiyetinde. Özellikle yarı sömürge ülkelerde küçük çiftçiler, köylüler iç pazarın küresel düzlemde uluslararası piyasalara entegre edilmesi sürecinden sonra sanayileşmiş tarım yapan büyük şirketler karşısında savunmasız bırakıldı. Bir yanda gelişen teknolojinin tüm imkânlarını (seçeneklerini) üretimin her aşamasında kullanan şirketler ve onların belirlediği biçimde yapılan üretim diğer yanda “ortak Pazar”da eşit olmayan koşullarda borç batağı içinde bin bir güçlükle üretim yapan küçük üreticiler. Bu eşitsizlik gittikçe boyutlanıyor tarımsal artı-değer bir yanda büyük zenginlikler yaratırken bir yanda da büyük yoksulluklar, açlıklar, sefaletler yaratmaktadır. Gıda erişilebilirliği ve gıda güvenliği riskleri bu eşitsizliğe bağlı olarak her geçen sürede katlanarak artmaktadır.

Emperyalist tarım tekellerine ve komprador şirketlere karşı köylünün üretimde kalabilmesi için destek politikaları zorunluluk derecesinde bir durumdur. Fakat AKP iktidarı, ekonomi ve Tarım Bakanlıkları bunun tersini yapıyor. IMF ve Dünya Bankası’nın tarımsal destekler azaltılsın, kamu bankaları tarım kredisinde sınırlamaya gitsin ve piyasa şartlarında kredi versin vb. türü tüm talimatlar AKP tarafından yerine getirilmiştir ve çiftçilerin Mart 2023 itibariyle bankalara olan tarım kredi borcu 363.4 milyar liraya ulaşmıştır.

2002 yılında çiftçilerin bankalara olan kredi borcu 2.4 milyar liraydı. 21 yılda 151 kat artmıştır. Bir diğer nokta kredi hacminde özel kesimin pay oranlarıdır. Orada da durum vahimdir. “2000 yılında bankalar tarafından tarıma verilen kredilerin hemen hemen tümü kamu bankaları tarafından sağlanıyordu; özel bankaların payı yalnızca binde 4 civarındaydı. 2000-2018 yılları arasında yerli ve yabancı özel bankaların toplam payı yüzde 30’a ulaşmıştır.” (Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi, Necdet Oral)

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz

Çiftçilerin bankalara borcu 151 kat artarken kamudan (Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan) aldığı destek yıldan yıla azalmıştır. 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca GSMH’nin en az yüzde 1’i çiftçiye tarımsal destek olarak verilmesi zorunludur. (Bu yüzde 1’lik oran çok yetersizdir. Gıda egemenliğinin teminatı olan köylü/küçük aile üreticiliğinin güvenceye alınması için bu oran yüzde 3 seviyesinde olmalıdır.) AKP kendi çıkardığı yasaya bile uymamış, çiftçiye-köylüye hiçbir yıl yüzde 1’lik destek dahi vermemiştir. Destekleme 2018’e kadar ortalama yüzde 0.6 civarında olmuş, 2018’de başlayan ekonomik krizden sonra ise yüzde 0.3 ile 0.4 seviyesine kadar gerilemiştir.

Ekonominin başına Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in getirilmesi ve Merkez Bankası’nın da başına Gaye Erkan’ın atanması doğrudan uluslararası piyasalara biat mesajı anlamına gelmektedir. Halkımız söylem ve pratik arasındaki ayrım için “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” deyimini kullanır. AKP ekonomi yönetiminin, Mehmet Şimşek’in de ayinesi yaptıkları işlerdir. Ekonomi yönetimine getirilen bu iki isim 2001 krizi sonrası uluslararası piyasaların isteği doğrultusunda dönemin (DSP-MHP-ANAP) hükümetinin ekonominin başına Kemal Derviş’i getirmesinden öz itibariyle pek farklı değil. Meselenin sermayenin üretiminde ve dolaşımında yaşanan tıkanıklıkların aşılmasında emperyalist mali sermayenin süreci doğrudan yönetmesine dayanıyor. 2001’de Kemal Derviş bunun simgesiydi. 2023’te de Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan olduğu görülmektedir.

Ekonomi alanında 21 yıl boyunca uluslararası tarım tekellerinin çıkarlarının öncelendiği bir politik hat izlenmiş, bu hat doğrultusunda Türkiye kırsalı çökertilmiştir. Mehmet Şimşek’in “ekonomide nasyonal politikalara döneceğiz” sözü tarımsal desteklerin azaltılması, çiftçilerin bankalara olan kredi borcunun artacağı sözüdür. Kredi faiz oranlarının artışı (rasyonal politika gereği) otomatikman dönem sonu faiz ödeme yükünün de artışı anlamına geldiğinden aynı zamanda kâr payının da daralacağı görülmektedir. Tüm bu durumlar mevcut tarım politikalarının Türkiye emekçilerinin çıkarlarıyla hiçbir ilgisi olmadığının kanıtıdır. Sorun Bakanlarda değil uygulanan vahşi kapitalist sömürü sistemindedir…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu