DerlediklerimizGüncel

TEMEL DEMİRER | Demagoji Değil, Ezilenlerin Anayasası[*] 

"Anayasa, kapitalist sınıflarla, kapitalizmin eklemlendiği üretim tarzlarının sınıflıları arasındaki, temel ekonomik siyasi çelişkilerin (egemenlik ve sömürü ilişkilerinin) yeniden üretiminin yasal güvencesini sunar, olan rejimlerin sürekliliğini korumayı amaçlayan, “güçler ayrılığı” sisteminin yasal çerçevesini oluşturur."

“Yasama, yürütme ve yargı

iç içe geçmişse,

özgürlükler garantide değilse,

anayasa yok demektir.

Kuvvet kimdeyse o hâkimdir.”[1]

Durmadan, anayasa tartışılır coğrafyamızda, ulu orta ve konjonktürel dalgalanmalara bağıntılı olarak. Anayasa tartışması “İyi” midir? Halkın ihtiyaçlarına yanıt verdiği sürece; “kötü” müdür, nafile özellikler yüklenilip, içeriği boşaltıldıkça!

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz’un, “Putinvari rejimin taşları döşeniyor”[2] notunu düştüğü ya da Doğan Soyaslan’ın, “Anayasayı ihlâl edenler”den,[3] Önder Tekin’in, “Anayasayı tanımayan yargı”dan[4] söz ettiği veya İbrahim Ö. Kaboğlu’nun, “Anayasal düzen mi, çeteleşme mi?”[5] sorusuyla “Sözde anayasacılık” tanımlamasıyla, “Pseudo (Grekçe pseudés “yalancı”) sıfatını kullanarak, anayasacılık ve ‘yalancı’ anayasacılık ayrımı”[6] yaptığı güzergâhta, “Nasıl” mı?!

“Yargıtay açılışında Diyanet İşleri Başkanı’nın Cumhurbaşkanı ile yan yana fotoğraf vermesi boşuna değildi,”[7] notunun düşüldüğü tabloya ilişkin olarak, “Anayasayı tartışmaktan kurtulamadık gitti”[8] saptaması boşuna değildir. Çünkü coğrafyamızda anayasa hiçbir zaman anayasa olmadı…

Bununla bağıntılı olarak, Cumhuriyet döneminde siyasal İslâmın pratiklerini bir “mevzi savaşı” olarak görebiliriz. Bu, önceleri “yeraltında”, ama muhafazakâr partilerin kanatları altında ilerleyen bir süreçti. 12 Eylül darbesinin, solu/işçi hareketini bastırarak açtığı meşruiyet alanında, liberal “yararlı salakların” desteğiyle ilerleyen açık bir sürece dönüştü. Siyasal İslâm, 1990’larda İstanbul ve Ankara belediyelerini (kaynaklarını) ele geçirdi, ardından 28 Şubat’ın (burada NATO ordusu ve BOP bağlantısını kurabiliriz) açtığı alanda partileşti; ilk genel seçimlerde, hükümet kurarak devleti dönüştürmeye başladı. Böylece, “mevzi savaşı”, bir “pasif karşıdevrim” sürecine, o da ilerledikçe “süreç olarak faşizme” dönüştü.

Siyasal İslâm, bu “mevzi savaşı” tarihi içinde biriktirdiği deneylerle, CHP’yi, (onun devleti “yüce nesne” olarak algılayan, “devlet aklı” gibi fantezileri sayesinde) “pasif karşıdevrimin” meşrulaştırıcısı konumuna hapsetmeyi de başardı. Bu kısa tarih siyasal İslâmın, rejimini/devletini yönetenlerin “işlerini bildiklerini” gösteriyor.

Ne yazık ki devleti “yüce nesne” olarak algılama hastalığı, “devlet aklı” fantezisi etkilerini hâlâ sürdürmeye, siyasal İslâm da yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

Eğitimde laiklik tasfiye ediliyor: Devlet okullarında, “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum” (ÇEDES) Projesi hayata geçirildi; “manevi danışman” tanımı altında imam, vaiz kadroları okullarda “beyin yıkamaya” (pardon, eğitim vermeye diyecektim) başladı.

Tarikatlar meşrulaştı: Milli eğitim bakanı, tarikat ve cemaatleri STK olarak niteledi, bunlarla yapılan protokolleri savundu; bu yapılarla işbirliğinin süreceğini söyledi. Böylece siyasal İslâmın egemen sınıfının unsurlarını, ideolojisini üreten yapılar fiilen meşrulaştılar.

Anayasa ve hukuk devleti kadükleşti: Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararının “hukuki değeri olmadığına ve uyulmamasına” karar vererek AYM’nin otoritesini fiilen ilga etti. Böylece: 1) Yasal düzen anayasa güvencesini kaybetti. 2) Rejim kendi yaptığı yasalara dahi uymuyor. Bu ikincisi, artık bir “açık diktatörlüğe” geçildiğini söylüyor.

Halifelik talebi meşrulaştı: İsrail ile ticaret bütün hızıyla devam ederken Filistin’i savunmak bahanesiyle, İstanbul’un en işlek noktasında hayatı durduran bir miting yapıldı, hilafet bayrakları açıldı, halifelik talebi dile getirildi. “Seküler hilafet” tartışması canlandı, “hilafet talebi” konuşulabilir oldu. Yararlı salaklar yine “ütüleyici” (“aslında istemiyorlar” filan) olarak görev başında.

Rejim yeni mevziler kazanmaya devam ediyorken;[9] ‘Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’ (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Cumhuriyetin 100’üncü yılına özel kutlama etkinliğinde konuştu. “Toplumsal ittifak için kutuplaşmaya son vermeli ve toplumun her kesimini harekete geçirmeliyiz,” vurgusuyla, “Cumhuriyeti cumhuriyet yapan değerleri yeniden parlatma”[10] çağrısı yaptı.

Söz konusu hâllerde, herkes çubuğu kendine göre bükerken emeğin hakları, Kürtler ve kadınlar, laiklik ve özgürlük “es” geçiliyor.

Öne çıktığı hâliyle “yeni anayasa”dan önce; olsa olsa bu ceberut iktidardan kurtulmaya, başta mevcut Anayasa olmak üzere yasalarca (uluslararası da dâhil) güvence altına alınmış haklara ve özgürlüklere saygı duyan, demokratik halkçı bir yönetime ihtiyaç varken; altını çizmeden geçmeyelim!

“Daha kötüsünü görmeyiz” dediğimiz an, daha beterini göreceğimiz kaygısına kapılıp gittiğimiz bir dönemdeyiz. Küresel çapta adaletin zaten hiç var olmadığını bilmemize karşın günümüz dünyasındaki eşitsizliğin, vahşetin, acımasızlığın boyutu hepimizin içini yakıp geçiyor. Bununla birlikte faşist söylemler de tırmanışta. Coğrafyamızda, uluslararası sistemin çürümüş yapısına karşı Edward Munch’un “Çığlık” tablosundaki hissiyat hangimizde yok ki…

“Nasıl” mı?

1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde, “Bir ülkede temel hak ve özgürlükler güvenceye alınmamışsa ve kuvvetler ayrılığına yer verilmemişse o ülkenin anayasası yoktur” denmekteyken; anayasadan söz eden Cumhur İttifakı’nın siyasal yelpazede yerini belirlemek için faşizmin özelliklerine göz atmak gerekir. Çünkü “Cumhur İttifakı, faşizmin çoğu özelliğiyle örtüşür. Lider altında hiyerarşik örgütlenme, yasama organının ve parlamentonun işlevsizleştirilmesi, yargının, yürütmenin güdümünde olması, medyanın baskı altında tekelleşmesi, karşıt görüşlerin cezalandırılması ve tasfiyesi, milli ve manevi değerler söylemi ile totaliter/ataerkil bir toplumsal düzene yönelme, sermaye ile karşılıklı destek devlet denetiminde kapitalist düzen oluşturma yönlerinden dolayı Cumhur İttifakı, faşizm ile örtüşür. Aynı şekilde faşizm, otokrasi ile benzer özellikler taşır,”[11] der Öztin Akgüç..

O hâlde örgütlü bir emek özgürlük hareketi olmadan anayasa sihirli değnek olarak görülmemelidir.[12]

Anayasa krizi

“Anayasa”lar iki anlamda tarihseldirler! “Anayasa” tarihsel olarak kapitalizmle, feodal egemenin (adamın, hanedanın) egemenliğini sınırlama arzusu ile bireysel ve ekonomik özgürlükleri genişletmekle ilgilidir. İkincisi, bir anayasa o toplumun, belli bir tarihsel “durumundaki” sınıflar matrisinin çelişkilerini, kültürel birikimini, sosyoekonomik “bütünlüğündeki” gerginlikleri, kapitalizminin gelişmişlik ve başka üretim tarzlarıyla “eklemlenmişlik” düzeyini, hatta kapitalist/emperyalist sistem içindeki konumunu yansıtır.

Anayasa, kapitalist sınıflarla, kapitalizmin eklemlendiği üretim tarzlarının sınıflıları arasındaki, temel ekonomik siyasi çelişkilerin (egemenlik ve sömürü ilişkilerinin) yeniden üretiminin yasal güvencesini sunar, olan rejimlerin sürekliliğini korumayı amaçlayan, “güçler ayrılığı” sisteminin yasal çerçevesini oluşturur. Kısacası anayasa kapitalizmin ekonomik siyasi kültürel yeniden üretim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Ve anayasalar da miadını doldurup, krizle yüzleşebilir; bizde olduğu gibi!

Orta yerde farklı yorumlarla da olsa, hemen herkes bir anayasa krizinden söz ediyorken; bunun iki yönü var: İlki, kırılgan dengelerini sağlam zemine oturtmak. İkincisi de Cumhur İttifakı’nın tepeden tırnağa dikensiz gül bahçesini yaratmak.

Hatırlatalım: Carl Schmitt’e göre anayasa bir dizi hukuk normu değil, bir siyasi topluluğun biçimini, kimliğini belirleyen bir siyasi karardır. Anayasa, normal hukuk düzeninin askıya alınmasını gerektiren kriz veya acil durum hâli kararını verebilen en yüksek otorite anlamına gelen egemenlik ilkesine dayanır… Egemen, “istisna kararı” verme, bu karar mevcut yasalarla çelişse bile, ortak iyiliğin adına hareket etme gücüne sahip olandır. Schmitt, egemenin herhangi bir rasyonel veya ahlâki kriterle bağlı olmadığını savunur.

Tıpkı Almanya’daki tek adam Adolf Hitler’in, “Alman halkının en yüksek yargıcı (Oberster Gerichtsherr) ben oldum. Gelecekte herkes şunu iyi bilmeli, devlete el kaldıracak olan kimsenin payına düşecek şey ölümdür!”[13] ifadesinde ya da Adalet müşaviri ve Alman hukuk lideri Dr. Hans Frank’ın, 1936’da yargı mensuplarına Nazi döneminde yargının nasıl işlediğini ve yargıçların görevlerini, “Nasyonal sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: ‘Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?’…”[14] ifadesiyle açıkladığı gibi.

“Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinin ayaklar altına alındığı söz konusu hâl coğrafyamız açısından sizlere bir şeyler anlatmıyor mu?!

Nedir?

“Kuvvetler Ayrılığı”nın bilimsel temellerini Montesquieu atarak, “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasi kuvveti elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, kuvvetin kuvveti denetlemesi gerekir,”[15] demişti.

Bu bağlamda anayasalar egemenlik haklarının kullanımını belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Bu bakımdan devletin temel örgütsel yapısı, kurumları ve bu kurumlarının işleyişleri, temel hakların, özgürlüklerin sınırları anayasalarla belirlenir.

Anayasalar toplumların egemenlik hakkının ve bunun hangi koşullar altında devlet tarafından kullanılabileceğinin belirlendiği ilkelerin başında temel hak ve özgürlükler, topluma karşı yükümlülükler, kuvvetler ayrılığı gelir. Kuvvetler ayrılılığının yok sayılması, anayasaların kâğıt üzerinde kalması demektir.

Çağdaş anayasacılığın tarihini XVIII. yüzyıldan başlatmak mümkündür. Yükselen burjuvazi sahip olduğu hakları güvenceye alabilmek için tek adam olan kralın gücünü sınırlayacak, hak ve özgürlükleri güvence altına alacak düşünce ve düşünceyi gerçekleştirebilecek eylemler içinde yerini alır, mutlak gücü sınırlamak için yazılı ana metinler oluşturur. Bu metinler süreç içerisinde gelişir ve zenginleşir. MÖ XXIV. yüzyılda Lagaş Kralı Urukagina’nın emirnamesi ile başlayan süreçte, Hammurabi Kanunları, Solon Anayasası, Roma hukukunun temel kaynağı olan 12 Levha Kanunları, 1215’te kabul edilen ve ilk kez kralın yetkilerinin sınırlandığı Magna Carta, 1628 Haklar Dilekçesi, 1689 Haklar Beyannamesi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile anayasalcı düzenin ilkeleri şekillenecektir.

Osmanlı’da durum biraz karışıktır. 1808 tarihli Sened-i İttifak tam bir anayasal metin olarak kabul edilmemesine karşın, Tanzimat sürecindeki beyanname ve fermanlar anayasalaşmaya giden yolun başlangıcı olarak düşünülebilir. I. Meşrutiyet’le birlikte 1876’da kabul edilen Kânûn-ı Esâsî padişaha geniş yetkiler tanır ve 1878’de II. Abdülhamit tarafından askıya alınır. İttihatçıların müdahalesiyle 1908’de II. Meşrutiyet’le yeniden yürürlüğe girer.[16]

Anayasal gelişme açısından Osmanlı İmparatorluğu’nda beş önemli hareket vardır. Bunlar tarih sırasına göre: 1808’de Sened-i İttifak, 1839’da Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu), 1856’da Islahat Fermanı idi. İlk anayasa 1876 tarihli Kânûn-ı Esâsî’yken; 1909’da II. Meşrutiyet’te, Kânûn-ı Esâsî’de değişiklikler yapılmış ve 1909 değişikliklerle de Osmanlı Devleti meşruti (sınırlı) anayasal monarşi durumuna dönüşmüştü.

Açarak ilerlersek: Osmanlı’da 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 “Islahat Fermanı” ile devleti yeniden yapılandırma süreci başlarken, kişisel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler de yapılmış, can ve mal teminatı getirilmiş, 1876 Anayasası’nın hazırlanması süreci başlamıştı.

1876 Anayasası’nın özü, zayıf parlamentoya karşı padişah kişiliğinde toplanan güçlü yürütme erkidir. Padişah, meclisi feshetmeye dağıtmaya yetkilidir. Heyeti Vükela’yı (Bakanlar Kurulu) atar. Bakanlar Kurulu padişaha karşı sorumludur. Bakanlar Kurulu kararı padişahın onayı ile uygulanır. Padişah, yasa gücünde kararnameler, yönetmeliklerle düzenlemeler yapmaya yetkilidir. 1909’da yapılan değişiklikle padişahın yetkileri kısıtlanmış, sürgüne gönderme yetkisi kaldırılmış; Bakanlar Kurulu’nu oluşturma yetkisi başbakana verilmiş; padişahın yetkisi onay düzeyine indirilmiş; Bakanlar Kurulu’nun parlamentoya karşı sorumluluğu esası getirilmiş, bir anlamda başkanlıktan parlamenter sistem geçilmiştir.

1876 Anayasası (Kânûn-ı Esâsî) yargı bağımsızlığı konusunda da düzenlemeler yapmıştır. Bunlar yargıç güvencesi açısından, hâkimlerin azledilememesi, olağanüstü yargı mercilerinin kurulamaması, yargılamanın açık olması, herkesin her tür hukuki olanaklardan yararlanmalarına yönelik düzenlemelerdi.[17]

Cumhuriyet döneminde başlıca anayasal hareketler 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası, 1982 Anayasası, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş olarak özetlenebilir.

Unutulmamalıdır ki, anayasalar birer yapboz değildir; onlar toplumun bir arada yaşam koşullarını belirleyen, toplumsal hak ve özgürlükleri tanımlayarak güvence altına alan, kurumların ve hukuk rejiminin demokratik işleyiş ilkelerini belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarının en geniş olduğu bir anayasal rejim kurma amacı toplumsal mücadelelerin en önemli taleplerinden birisidir.

Anayasanın ruhunu ve içeriğini belirleyen anayasa yapım süreçleri, topluma egemen olan sınıf çatışmalarından, sömürü ilişkilerinden, demokratik işleyişten ve toplumsal muhalefetin örgütsel gücünden bağımsız değildir. Toplumsal muhalefetin örgütlü ve güçlü olmadığı, anayasa tartışmalarının yürütülebileceği özgürlükçü ve demokratik ortamların oluşmadığı, baskı ve zorbalığın topluma egemen olduğu ortamlarda yürütülen anayasa tartışmaları mevcut hak ve özgürlükleri geriye götüren, iktidarın gücünü pekiştiren sonuçlar yaratır.

Fransızca’da “kuruluş” anlamına gelen “la constitution” sözcüğünün kökü “constituer” fiilinden yani “meydana getirmek, oluşturmak, kurmak”tan gelir. Fransızca ifadesiyle, “bir devletin ‘constitution’u devleti kuran siyasal sözleşmedir”. Yani “Kurucu Sözleşme”…

Bu kurucu sözleşme devletin varlık ve hayatında savaş yenilgisi, ihtilal, hükümet darbesi olmadığı sürece ölmez, toptan bozulmaz ve devam eder. Örneğin 1789’daki Fransa anayasası, türlü şekilde devletin yapısı değiştiği için her olaydan sonra değişikliğe uğradı.

13 Mayıs 1958’de Cezayir başkaldırısı ile IV. Cumhuriyeti sona erdi. 1 Haziran’da IV. Cumhuriyet’in son hükümeti komünistlerin oyu ile çoğunluk sağlamasına karşın meclis ordunun baskısı altında hükümet başkanlığını General de Gaulle’e devretti ve ona yeni bir anayasa yaptırmak yetkisi verdi. Hazırlanan anayasa, 28 Eylül 1958’de halkoyu ile onaylandı ve 4 Ekim 1958’de yürürlüğe girdi. Bu suretle V. Fransa Cumhuriyeti doğdu.[18]

Özetle Karl Marx’ın da altını ısrarla çizdiği gibi tümüyle sınıfsal özellikler taşıyan anayasa, politik (ve hukuki) değişimi, dolayısıyla toplumsal dönüşümü, ekonomik ilişkilerin belirleyiciliğinde gerçekleşirken; bir toplumun iktisadi, sosyal ve siyasal tüm alanlarına yön veren ve yasal normlar hiyerarşisinde piramidin tepesinde yer alan düzenleyici bir sözleşme olmakla birlikte, temelde yasal bir düzenlemeden ibarettir. Bu anlamda iktisadi bakış açısıyla tüm düzenlemeler veya regülasyonlarda olduğu gibi anayasa değişikliği de, mülkiyet haklarını yeniden tanımlamaktan ve refahı yeniden dağıtmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Tam da bunun için nihai kertede anayasa(lar), devletin bahşettiği ve bu nedenle “gerek duyduğunda” geri alabildiği haklar ve bu sistemi sürdüren bir yapı öngörmekten öteye gitmedi; Aysel Çelikel’in, “Anayasa, devletin temel kuruluşunu, işleyişini, kişilerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen ana kanun olarak, bir toplum sözleşmesi niteliği taşır. Bu açıdan bakıldığında anayasanın toplumda yer alan her siyasi örgütlenmenin, her kesimin, grubun, kişinin benimseyebileceği bir metin olmalıdır,”[19] satırlarındaki sanrıya rağmen!

1921 ile 1961 anayasası dikotomisi

Bilinir ama tekrarda fayda var: Dikotomi bize ikililik durumunu anlatır. Yani bir bütünün iki eşit parçaya bölünmesi durumudur da diyebiliriz. Bir başka şekilde açıklayacak olursak dikotomi, büyümesi için bir bütünün parçalanması ya da dallanması olayıdır.

Malum üzere coğrafyamızda anayasa deyince ya 1921’e ya da (1924’ü unutmadan) 1961’e atıf yapılır. Bunlar birbirinden nitel olarak farklı mıdır? Zannetmiyorum! Her ikisi de coğrafyamıza hükmedenlerin iktidar belgesidir…

Bilmeyen var mı? Hâlâ varsa çok yazık!

İlk anayasa Kânûn-ı Esâsî, 1914-1918 arasında 6 kez değiştirildi. Abdülhamit’ten İttihat ve Terakki’ye Osmanlı’yı yönetenler, anayasaya uymak yerine hep anayasayı kendilerine uydurmaya çalıştılar; Cumhuriyet dönemi de bundan farklı değildi.

Ya o, ya bu kıskacından kurtularak Andrew Vincent’in, “Anayasacıların öncelikle önemsedikleri şey, otorite ve gücün sınırlandırılması ve dağıtılmasıdır. Bu sınırlamalar felsefe ve ahlâki tartışmaların geniş alanından beslenir…”[20] uyarısı ile “Bolivya’nın Anayasa Dersleri”ne[21] kafa yormakta yarar var

1921 diyenler[22] “Bugün, 2024 yılında, 103 yıl önce savaş koşullarında hazırlanmış, 23 (+1) maddelik, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu (1921 Anayasası’nı), “kapsayıcı ve demokratik anayasa” diye toplumun önüne koymak isteyenlerin, laik ve üniter Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef aldıkları bilinmelidir. Türkiye, bu tuzağa düşmemelidir.”[23] “Yeni anayasayı “1921 Anayasası ruhuyla” hazırlamaktan söz edenlerin bilinçaltlarında aslında 1921 Anayasası’nın da gerisinde bir düzen yattığı anlaşılıyor,”[24] “gerekçe”sine sığınırlar.

Buna -haklı olarak- itiraz edenler de, “Mevcut Anayasa 1924 Anayasanın devamı, tekrarı ve güncellenmiş hâlidir. Dolayısıyla 1924 anlayışı (resmi ideolojiye dayalı ulus devlet) ve yasası esas alınacaksa bu anayasa yeni ve sivil olmayacaktır. Tarihsel olgular bu tespitimi tamamen haklı kılmaktadır. O hâlde 1921 Anayasası’nın anlayışı ve yasası esas alınarak cumhuriyetin ikinci yüzyılında Demokratik Cumhuriyet kurulabilir… Türkiye yeni sivil ve demokratik anayasa ile girmek istediği AB’ye tam üye olarak girebilir,”[25] diyen yanlış sonuçlara ulaşırlar.

Tıpkı 1961 örneği gibi…

“Türkiye’de anayasa hukukçularına sorduğunuzda, ezici çoğunluğunun söyleyeceği ilk şey, ‘1961 Anayasası’nın, çoğulcu, özgürlükçü ve hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı, demokrasi yönünde, bugüne kadar yapılmış en iyi anayasa olduğudur.’ 1961 Anayasası, güvenceli ve çağdaşları ile kıyaslandığında ileri bir anayasadır,”[26] ya da “1961 Anayasası, Osmanlı-Türk anayasa tarihinin en liberal-demokratik anayasasıdır,”[27] diyenlere hatırlatayım: Deniz Gezmiş’lerin idamı 1961 Anayasası yürürlükteyken oldu ve Milli Güvenlik Kurulu (vesayeti de) yine 1961 Anayasası ile uygulamaya konuldu!

“Yeni” anayasa mı?

Kapitalist coğrafyamızda derin ve yaygın mıntıka temizliği yapılmadan “yeni” anayasayı konuşmak, olsa olsa, havanda su dövmektir.

Kimileri, “Türkiye’nin elbette ulusal egemenlik esasına dayalı, parlamentosuyla, siyasal partileriyle, yerel ve merkezi yönetim sistemleriyle, sivil toplumuyla özgürlükçü, demokratik bir anayasaya gereksinimi vardır… Türkiye, en geniş katılımla, demokratik bir biçimde oluşturulmuş bir kurucu Meclis eliyle yeni bir anayasa hazırlamanın ve bu anayasayı halkoyuna sunmanın yolunu bulmalı ve bunun yasal, anayasal altyapısını oluşturabilmelidir,”[28] temennisiyle mevcut hâl(imiz)i “es” geçerken İklim Öngel ekliyor:

“İktidar ve Muhalefet, yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu noktasında buluşuyor. Ancak yeni anayasa sürecinin nasıl işleyeceği ve yol haritasının ne olacağı Türk anayasa tarihi açısından önemli.”[29]

Ancak unutulan iki benzemezden bir şey çıkmayacağıdır.

Çünkü “Muhalefet cephesinin şu anki önceliği halka ulaşması kolay olmayan bir Anayasa değişikliği önerisi”[30] olduğundan söz edenlerin itirazları da, aşağı yukarı şöyle:

– “Yürürlükteki anayasa 1982’nin metni değil; 1987’den bugüne -2017’de yapılan hariç- 19 kez, çoğu daha özgürlükçü anlayışı yansıtan 184 değişikliğe uğradı. Şimdi yapılmak istenen, 2017’de getirilen ‘kişisel yönetim’ sistemini tahkim etmek. Muhalefet bu tartışmaya kesin nokta koymalı.”[31]

– “Anayasa değişikliği yapmak üzere seçilmiş bir Meclis olmadığından (asli kurucu iktidar), anayasa hukuku anlamında, Meclis’in yeni bir anayasa yapmak konusunda yetkisi bulunmamaktadır.”[32]

– “Şimdi bir de, ‘anayasayı yeniden değiştirme’ merakı başladı AKP yönetiminde.”[33]

– “Öncelikle mevcut Anayasaya uyma konusunda ciddi sorunların yaşandığı herkesin malumudur… Burada özellikle Erdoğan’ın günlük ihtiyaçlarına göre yapılacak değişikliklerin de ülkeye yarar getirmediğini biliyoruz. Erdoğan’ın derdi yeni Anayasa değil, kendi geleceğini sağlama almaktır. Bunun bir parçası olmayacağız.”[34]

– “Mevcut Anayasa’yı Erdoğan/ AKP iktidarı, ‘kendisine özel’ yaptı. Şimdi gücünü yitirdiği iyice ortaya çıkınca, bu duruma uygun yeni bir ‘kendine özel’ Anayasa yapmak istiyor; amaç, iktidarını sürdürebilmek!”[35]

– “Şahsım anayasası tehlikesi.”[36]

– “Bugünkü şartlarda yapılacak anayasa, olsa olsa özgürlükleri kaldıran, daha otoriter bir siyasal yapıyı besleyen bir anayasa olur.”[37]

– “AKP’nin Anayasa değişikliği hazırlığının hiçbir hukuki geçerliliği yok… Bir partinin hazırlayıp diğerlerini ziyaret etmesiyle Anayasa yapılamaz, Anayasa beraber yapılır.”[38]

– “Yeni anayasa tuzağı… karşıdevrimcilerle anayasa yapılmaz.”[39]

– “Yeni anayasayı yaptırmamak, birinci yüzyılını tamamlayan Cumhuriyet’in artık varlık yokluk sorunudur. Bu gerçeğe göre konumlanmak, hepimiz açısından bütün mesele bu.”[40]

Tartışma bu düzeyde yürütülürken; ne AKP’de ne de “muhalefet”te anayasaya ilişkin temel “insan hakları”nın bir parçası olarak sosyal haklar var mı?

Yeni anayasa yapılması tartışmalarında, sosyal devlet ve sosyal haklardan söz ediliyor mu?

Sosyal hakları yok sayan yahut geçiştiren taslaklar hazırlanırken/ hazırlattırılırken “ekonomik anayasa” önerileri sunulurken, emek örgütlerinin iktidardan bağımsız kesimleri ne yapıyor?

Özellikle, sendikaların kamuoyuna sunduğu somut önerileri var mı?

“Ne gezer!” değil mi

Ya AKP mi?!

Hatırlayın: Yürürlükteki anayasaya aykırı olarak 3. kez cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın yemin töreninden sonraki ilk mesajı, “yeni anayasa”ydı ve “Demokrasimizi darbe ürünü mevcut anayasadan kurtararak özgürlükçü, sivil ve kuşatıcı bir anayasayla güçlendireceğiz,”[41] diyordu![42]

Yine o, adli yılı açış konuşmasında, “2011’den beri bir hayalimiz var” deyip, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtararak yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılına yakışır anayasaya kavuşturmaktır… Vaadimiz birinci sınıf demokrasi, ekonomi ve özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır… Siyasi partiler, yüksek mahkemeler, üniversiteler, devlet kurumları, barolar ve milletimizin her ferdini sürece katkı vermeye davet ediyorum,”[43] şeklinde konuşuyordu.

Yine AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yargıtay Başkanlığı’nda düzenlenen 2023-2024 Adli Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmasında, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe anayasası ayıbından kurtararak yeni, sivil, dili ve içeriğiyle bugünü ve yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılı’na yakışır bir anayasaya kavuşturmaktır. Darbe anayasasının gölgesinde Türkiye Yüzyılı’nı konuşmayı, ülkemiz ve demokrasimiz için zül addediyoruz. Milletimize vaadimiz olan birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf ekonomi ve birinci sınıf özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır. Türkiye Yüzyılı vizyonumuz, böyle bir anayasayla daha güçlenecektir. Bunun için 85 milyonun tamamının sahipleneceği ve ‘İşte benim anayasam’ diyerek baş tacı edeceği bir metni, artık milletin takdirine sunmamız gerekiyor,”[44] demeyi de ihmal etmiyordu.

Oysa AKP’nin anayasa değişikliği arzusu, “tek adam rejimi”ne uygun tek adam anayasası, “Bakanlardan il, ilçe müdürlerine kadar bürokratların atanması ile politikanın belirlenme yetkisinin sadece cumhurbaşkanına ait olması da Erdoğan’ın hayallerinin ya da yapılmak istenenin bir ifadesidir.”[45]

Bu eksende kapitalist toplum düzeninde hem burjuvazinin çıkarlarını, hem de kendi iktidarının bekâsını korumak için otokratik bir rejim inşa eden AKP/ MHP’li Cumhur İttifakı, totalitarizmini kalıcılaştırmak için anayasayı yeniden yapılandırmayı hedeflemektedir.[46]

Ancak “Yetmez Ama Evet”çi liberallerden Ahmet Altan’ın itirafındaki üzere, “AKP bu anayasa meselesinde ‘sabıkalı’ bir parti. 2007’de de ‘anayasayı değiştirme’ vaadiyle iktidara gelmiş ve herkesin özgürlüğünü birarada sağlayacak bir anayasayı Profesör Özbudun’la arkadaşlarına hazırlattıktan sonra bu anayasayı hayata geçirmek yerine ‘başörtüsü özgürlüğünü’ sağlayan bir yasaya abanmış, o zamanki asker ve yargı vesayetinin ortaklaşa karşı çıkması üzerine de hem başörtüsü yasası, hem de yeni anayasa rafa kalkmıştı.”[47]

Burada durup bir parantez açarsak: “Cumhuriyet”in bu ufka ulaşmasını AKP ile açıklamaya kalkışmak, tek yanlı bir yanılgıdır; Cumhuriyet”in bu ufka ulaşmasının aslî müsebbibi yine “Cumhuriyet”tir…

Bir tartışmadır sürüyor: “AKP’nin gizli ajandası var.” AKP, Türkiye’yi açıklamadığı bir “ufka” doğru sürüklüyor. Buna, eskiden “şeriat” denirdi, şimdiyse “otoriter rejim” deniyor…

Kimileri de tam tersi, AKP Türkiye’yi “demokratikleştiriyor”; öyle olağan bir demokrasi de değil, “ileri demokrasi” inşa etmektedir!

Yani rivayet muhtelif… Ancak bu tür rivayetlerin, gerçeklerle ilişkisi yok…

Muhammed Nureddin’in, “İktidara geldiği günden beri reformun tek motoru”[48] diye betimlediği AKP, liberallerin en İslâmcısı, İslâmcıların da en liberali olan ve Müslümanlığa sıkıca sarılmış bir muhafazakâr serbest piyasa partisidir… Ya da “AKP, kültürel olarak muhafazakâr, iktisadi planda aşırı piyasacı, siyasal olarak da içinde güçlü totaliter eğilimler barındıran bir partidir.

Aslı sorulursa piyasacılıklarını, yayınladıkları, ‘İş Hayatında İslâm İnsanı’ başlıklı broşürde Hazreti Muhammed’e atıfla, “Fiyatları belirleyen Allah’tır” diyecek kadar ileriye götüren AKP’nin MÜSİAD’ının “demokrat” olduğu veya “demokrasi getireceği” türünden ucuz liberal yanılgılara da sapmamak gerek,[49] anayasa meselesinde de!

“Çözüm” mü?

Toparlarsak: “Türkiye Cumhuriyeti, güçler ayrılığını ilke edinmiş bir devlettir,”[50] sözleri gerçeği yansıtmıyor!

Tıpkı Diyarbakır Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi, Doçent Doktor İlhan Kaya’nın, -Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin (DÜSAMER) araştırmasına atıfla-, “Yeni anayasanın tüm inanç ve etnik gruplara eşit mesafede ve ideolojisiz bir temelde olması bekleniyor,”[51] demesi gibi…

Her iki asılsız “iddia”yı “Anayasa ideolojisiz olur mu?” sorusunu İzzettin Önder, “Bu sorunun en yalın yanıtı ‘Hayır’dır,”[52] diye yanıtlıyor.

Özetin özeti; ideolojisiz anayasa talebi şu anlama geliyor: Siz fikir silahlarınızı teslim edin, fikir adamlarınızı terhis edin. İnsani haklara, egemenliğe, özgürlüğe ihtiyacınız yok. Gerekirse resmi ideoloji kullanırsınız!

“İyi de ne yapmalı” mı?

Adına “Etsi bu les, Riga Feraio,” diye şarkı yapılan Velestinli Rigas hatırlanmalı.

Teselya/ Velestino Köyü’nde 1757’de doğdu Rigas…

1789 Fransız İhtilali döneminde Viyana’daydı. Devrimci siyasal atmosferden etkilendi. Monarşiye karşı cumhuriyetçilerin yanında yer aldı.

“Bosna’dan Arabistan’a” kadar Osmanlı’nın tüm tebaasının özgürleşmesi için harekete geçti. 1797’de yeni ülkenin/rejimin anayasasını da hazırlayıp bastırdı. “Rigas Anayasası”, 1793 Fransız anayasası benzeri idi.

Rigas’ın anayasası iki bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm 35 maddelik “İnsan Hakları.” İkinci bölüm ise 124 maddelik “Anayasa İlkeleri.”

Ona göre i) “Bir tek ferdin ezildiği yerde toplumun bütünü ezilmektedir”; ii) “Devlet, mutsuz yurttaşlarına geçim araçları sağlar”; iii) “Meclis toplantıları halka açıktır”; iv) “Memuriyet ancak yeteneğe göre verilmelidir; soylu oldukları için değil”; v) “Tüm yurttaşlar kanun yapma, seçme, seçilme hakkına sahiptir”; vi) “Kimse yasalara aykırı olarak tutuklanamaz”; vii) “Dinler engellenmemelidir”; “Kölelik yasaktır.” Vs.

Sonuçta Rigas ile yedi yoldaşı fermanla boğularak öldürülüp, cesetleri Tuna Nehri’ne atılsa da ilkeleri ve duruşu unutulmadı.

Yeni bir anayasadan söz ederken Rigas unutulmamalı.

Yani hak ve özgürlük alanının genişletilmesi, bağımsız yargı düzeninin oluşturulması, katılımcılığın güçlendirilmesi, anayasanın şoven/ milliyetçi imalardan arındırılması, çoğulculuğun esas alınması, güçlü bir ademi merkeziyetçilikle merkezi gücün yerel organlarla paylaşılması…

Diğer bir deyişle “Anayasal Yurttaşlık” esas alınmalıdır. Anayasa, aynı zamanda kolektif/ kamucu kimlik belgesi niteliği de taşımalıdır…

Malum Roma hukukundan beri yorumda en önemli ilke şudur: “Anlam açıksa yorum yapılmaz” ya da “açıklık durumunda yorum yapılmaz”…

Anayasa ezilenler için bu ilkeye yaslanmalıdır.

Son olarak da Edward Said’in, “Tarih kazananlar ve hükmedenler tarafından yazılır,” uyarısı hiç mi hiç unutulmamalıdır!

17 Nisan 2024 17:38:24, İstanbul.

Notlar

[*] Kaldıraç Dergisi, No:275, Haziran 2024…

[1] Jean-Jacques Rousseau.

[2] “Putinvari Rejimin Taşları Döşeniyor”, Birgün, 16 Şubat 2024, s.8.

[3] Doğan Soyaslan, “Anayasayı İhlâl Edenler”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2024, s.2.

[4] Önder Tekin, “Anayasayı Tanımayan Yargı”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2023, s.2.

[5] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Anayasal Düzen mi, Çeteleşme mi?”, Birgün, 4 Ocak 2024, s.8.

[6] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Sözde-Anayasacılık”, Birgün, 23 Kasım 2023, s.5.

[7] Dilek Bulut, “Medeni Yasayı Sil Baştan Yazacaklarmış!”, Birgün Pazar, 28 Ocak 2024, s.9.

[8] Şükran Soner, “Anayasamızı Tartışmaktan Kurtulamadık Gitti”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2023, s.9.

[9] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘İş Bilmezler’ ve ‘Mevzi Savaşı’…”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2024, s.9.

[10] “TÜSİAD: Cumhuriyetin Değerlerini Yeniden Parlatalım”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2023, s.11.

[11] Öztin Akgüç, “Faşizm Tanımında Cumhur İttifakı”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2024, s.9.

[12] i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘Yeni Anayasa’ya Eski(meyen) Dersler!”, Devrim Yolunda Kurtuluş, No:3, Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:120, 8-16 Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:121, 23-31 Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:122, 10-16 Kasım 2007… Atılım, Yıl:2, No:2007 42 (179), 20 Ekim 2007… Mücadele (Almanya), No:198, Ekim 2007… ii) Temel Demirer, “… ‘Anayasa’ Söylencelerinin Aslı Astarı”, Kaldıraç, No:128, Ocak 2012… İpek Yolu Gazetesi (Van), 14 Ocak 2012; İpek Yolu Gazetesi (Van), 16 Ocak 2012; İpek Yolu Gazetesi (Van), 17 Ocak 2012… Mali Müşavirler Muhasebeciler Derneği Ankara Şube Bülteni, Yıl:35, No:66, Ekim-Aralık 2011…

[13] William Shirer-Nazi İmparatorluğu Cilt: 1, çev: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, 1970, s.360.

[14] yage, 1970, s.426.

[15] Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, çev: Berna Günen, İş Bankası Kültür Yay., 2020.

[16] Halit Payza, “Anayasalar Yapboz Değildir”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2023, s.2.

[17] Öztin Akgüç, “Yeni Anayasa”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2023, s.9.

[18] Özdemir İnce, “Yeni Anayasa Yapmak (2)”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2021, s.3.

[19] Aysel Çelikel, “Anayasanın Hazırlanma Süreci ve Öncelikler”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2011, s.2.

[20] Andrew Vincent, Theories of State/ Devlet Teorileri… https://www.amazon.com.tr/Theories-State-Andrew-Vincent-1991-01-08/dp/B01JXTSYXI

[21] Sibel Özbudun, “… ‘Özerklikçi’ Anayasa Sonrasında Bolivya Dersleri”, Bolivya Anayasası, Hukuk, Demokrasi, Özerklik, Der.: M. Fevzi Özlüer-I. Özkaya Özlüer-T. Şirin-N. Sinan Odabaşı, Phoenix Yay., 2012, ss.41-62… başlıklı kitapta yayınlandı… Kaldıraç, No:151, Ocak 2014…

[22] “Vikipedi’ye Kanuni Esasi diye baktığınızda, 1876 Anayasası’nın taa 1924 yılında ilga edildiğini görürsünüz. Yani bugün “demokratik, sivil anayasa” modeli olarak önümüze konulmak istenen 1921 Anayasası’nın temel gövdesini, Abdülhamit’in bu keyfi belgesi oluşturuyor.

1921 dendiğinde… diğer deyişle sadece 1921’e değil, 1876’ya dek dönülmüş oluyor. 1921 Anayasası başka ifadeyle kendi başına bütünlüğü olan bir anayasa metni değil, 1876’nın devamı sadece… Hâl böyleyken ya da tam da böyle olduğu için şimdi de… “katılımcı, güçlü anayasa” kontenjanından revize edilmiş bir 1921 Anayasası önerilebiliyor.” (Nilgün Cerrahoğlu, “1921 Anayasası mı Dediniz?”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2024, s.7.)

[23] Sinan Meydan, “1921 Anayasası Tuzağı”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2024, s.6.

[24] Sinan Meydan, “… ‘Şahsım Anayasası’nın Tarihi!”, Sözcü, 22 Şubat 2021, s.2.

[25] Öztürk Türkdoğan, “Yeni, Sivil ve Demokratik Anayasa”, Yeni Yaşam, 3 Ekim 2023, s.10.

[26] İklim Öngel, “Prof. Dr. Süheyl Batum: En Demokratik Anayasa 1961 Anayasası’dır”, Cumhuriyet, 30 Mart 2022, s.8.

[27] İklim Öngel, “Prof. Dr. Ergun Özbudun: En Demokratik Anayasa 1961 Anayasası’dır”, Cumhuriyet, 30 Mart 2022, s.8.

[28] İbrahim Berksoy, “Saray’ın Anayasa Çıkmazı”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2024, s.2.

[29] İklim Öngel, “Yeni Anayasa İçin Kurucu Meclis Koşulu”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2022, s.9.

[30] Oğuz Oyan, “Anayasa Değişikliği Ne Yönde?”, Birgün Pazar, No:821, 4 Aralık 2022, s.4.

[31] Ertuğrul Günay, “Anayasa Tartışmasına Nokta Koyalım!”, 23 Kasım 2023… https://www.otekileringundemi.com/anayasa-tartismasina-nokta-koyalim

[32] Murat Fatih Ülkü, “Anayasa Değişikliği Kıskacı”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2023, s.2.

[33] Altan Öymen, “Yeni Anayasa?”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2023, s.3.

[34] “Ankara Milletvekili Murat Emir: Tuzaklara Düşmeyin”, Birgün, 21 Kasım 2023, s.6.

[35] Emre Kongar, “Yeni Anayasa Tuzağı”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2024, s.3.

[36] İklim Öngel, “Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz: ‘Şahsım Anayasası’ Tehlikesi”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2023, s.6.

[37] Sefa Uyar, “Eski Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan Risk Erdoğan İçin Artıyor”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2023, s.6.

[38] Ruhat Mengi, “Süheyl Batum: Anayasa Toplum Sözleşmesidir Parti Ziyaretleriyle Yapılamaz”, Sözcü, 5 Kasım 2022, s.10.

[39] Zülal Kalkandelen, “2. Yetmez Ama Evet Cephesi”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2023, s.6.

[40] Mehmet Ali Güller, “… ‘Anayasaya Aykırı Ama Evet’ Çizgisi”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2023, s.7.

[41] tccb.gov.tr, 3 Haziran 2023.

[42] Ülke anayasaya göre laik ama cumhurbaşkanı, daha üç yıl önce 2021’de, “İslâm bize göre değil, biz İslâma göre hareket edeceğiz,” diyordu. 2024’de de “Şeriata düşmanlık dininin bizatihi kendisine husumettir,” buyurmuştu. Depremzedeler için yapılacak konutlarda tarikat reislerine öncelik veriliyor. Depremden sonra binden fazla çocuk kayıp, tarikatlar aldı söylentileri yaygın. Biri depremzedeleri, “Bize oy vermezseniz hizmet beklemeyin” anlamında sözlerle tehdit ediyor.

ÇEDES protokolü okulları siyasal İslâmın propagandasına açıyor, irşat büroları Medeni Kanunu (kadın haklarını) tartışmaya açıyor, parklarda kahvelerde tebliğciler vatandaşları taciz ediyor. Siyasal İslâmın türlü örgütleri şeriat ve hilafet bayraklarıyla gösteriler düzenliyorlar, güvenlik güçleri bunları seyrediyor. İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin depremzedelerle dayanışmak amacıyla Kadıköy’de yapmak istediği açıklamaya polis saldırıyor, 100’den fazla kişi gözaltına alınıyor. (Ergin Yıldızoğlu, “Ne Oluyor? Ne Oluyor?”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2024, s.9.)

[43] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Anayasal Totalitarizme Hayır!”, Birgün, 7 Eylül 2023, s.5.

[44] aktaran: Özdemir İnce, “Sivil Anayasa, Sefil Anayasa”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2023, s.7.

[45] Mustafa Karadağ, “AKP’nin Yeni Anayasa İsteği”, Birgün Pazar, 19 Kasım 2023, s.10.

[46] Geçerken aktaralım: Lübnan anayasası dışında bütün Arap ülkelerinin anayasaları İslâm’a gönderme yapar ya da İslâm şeriatı bizzat anayasadır. Maşrık (Ortadoğu) ülkelerinde “İslâm hukuku (şeriatı) pozitif hukukun kaynağı”dır. Magrep (Kuzey Afrika) ülkelerinde İslâm devlet dinidir ama İslâm hukuku ile devletin hukuku arasında belirgin bir örtüşme zorunluluğu yoktur. Ama hepsinin anayasasında İslâm dini yer alır: 1- İslâm hukuku yasal düzene tam anlamıyla egemendir; 2- İslâm hukuku, pozitif hukuka esin kaynağıdır; 3- İslâm hukuku ile pozitif hukuk arasında belirgin bir ilişki yoktur.

1959 tarihli Tunus Anayasası madde 1: Tunus özgür, bağımsız ve egemen bir devlettir; dini İslâm, dili Arapça ve rejimi cumhuriyettir.

Cezayir Anayasası madde 2: İslâm devletin dinidir.

Fas Krallığı Anayasası giriş bölümü, Fas Krallığı’nın bir İslâm devleti olduğunu yazar.

Libya’da 1969 anayasasına göre İslâm devlet dinidir. 1977 anayasasında ise

Kuran’ın cemahiriye halkının yasası olduğunu yazar.

Mısır Anayasası madde 2: Devletin dini İslâm, resmi dili Arapçadır; İslâm şeriatının ilkeleri yasamanın temel kaynağını oluşturur.

Suriye Anayasası madde 3: (1) Cumhurbaşkanının dini İslâm dini olmalıdır, (2) İslâm hukuku yasamanın temel kaynağıdır.

Ürdün Krallığı Anayasası madde 2: İslâm devlet dinidir ve resmi dil Arapçadır.

Suudi Arabistan Krallığı Temel Yasası madde 2: Suudi Arap Krallığı egemen bir İslâm devletidir; dini İslâm’dır; Kuran ve Peygamber sünneti anayasadır.

Yemen Anayasası madde 2: İslâm devletin dinidir.

Kuveyt Anayasası madde 2: İslâm devletin dinidir.

Bahreyn Anayasası madde 2: İslâm devletin dinidir.

Katar 2003 anayasası madde 1: İslâm Katar’ın dinidir.

Birleşik Arap Emirlikleri Anayasası madde 7: İslâm, Birliğin resmi dinidir.

Irak Anayasası (madde 2) İslâm, demokrasi ve insan hakları arasında bir bağlantı kurmaya çalışır: 1- İslâm’ın ilkelerine; 2- Demokrasinin ilkelerine; 3- Anayasanın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere aykırı yasa çıkarılamaz. (Özdemir İnce, “Arap Devletlerinde Din ve Anayasa”, Hürriyet, 13 Kasım 2011, s.17.)

[47] Ahmet Altan, “Anayasa ve Vicdan”, Taraf, http://www.taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-anayasa-ve-vicdan.htm

[48] Muhammed Nureddin, “AKP Sekiz Yıldır Reformun Tek Motoru”, Haliç, 24 Eylül 2010.

[49] Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Sürdürülemez (ve Geleceksiz) Cumhuriyet”, Kaldıraç, No:127, Aralık 2011.

[50] Özdemir İnce, “Anarşi”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2023, s.3.

[51] İlhan Kaya, “Kürtler Etnik Temelli Anayasa İstemiyor”, Radikal, 19 Kasım 2011, s.20.

[52] İzzettin Önder, “Anayasa İdeolojisiz Olur mu?”, Evrensel, 19 Aralık 2011, s.5.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu