GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Tek adam sultasına, sınıfın kahredici yumruğu!

Faşist diktatörlüğün tek adam sultası etrafından yeniden yapılandırılma sürecine büyük bir gayretkeşlikle, kendi anayasa ve hukukunu da hiçe sayarak devam edilmektedir.

Faşist diktatörlüğün tek adam sultası etrafından yeniden yapılandırılma sürecine büyük bir gayretkeşlikle, kendi anayasa ve hukukunu da hiçe sayarak devam edilmektedir.

Erdoğan’ın kaptan köşkünde konumlandırıldığı kumanda merkezi, savaş gemisinin her cıvatasını söküp yeniden takıyor; kendi amacına uygun hale getiriyor. OHAL altında, eşitsiz koşullarda ve büyük bir sahtekârlığa sahne olduğu kesin olan 24 Haziran seçimleriyle de toplumsal meşruiyetini sağladığını düşünen iktidar, devlet mekanizmasını zapturapt altına almış durumda. Ancak yine de tüm bu işlerin gözden ırak yapılmasına ihtiyaç duyuluyor. Bir yandan Tek Adam Diktatörlüğü ikame edilirken diğer yandan yığınların başka gündemlerle meşgul edilmesi gerekiyor.

Zira artık saray bu coğrafyada cereyan eden her türlü gelişmenin başlıca ve tek müsebbibi sayılacaktır. Tüm iktidarı saraya havale edenler, böylelikle hedefi de herkes açısından daha anlaşılır, elle tutulur ve görülür hale getirmiştir. Tüm göz boyamalara karşın toplumsal düzlemde yaşanan derin yoksullaşmanın bir sonucu olarak ekmek fiyatlarına yapılan yüzde 15’lik zam gündemin ilk sırasına oturuyor, tüm oklar saraya çevriliyor.

ABD ile TC arasında süregelen pazarlıklar neticesinde serbest bırakılan papaz Brunson vakasında da durum budur. Papazın ABD’nin isteği doğrultusunda serbest bırakılmasıyla çizilen karizma, kayıkçı dövüşünü andıran bir tiyatro sahnesiyle, TC/ Erdoğan’ın ABD’ye meydan okuyan, gürleyen ama yağmayan çıkışlarıyla zevahir kurtarılmaya çalışılıyor. Dün “al papazı ver papazı” diyenler bugün söylediklerinden çark etmek, tüm sözlerini yutmak zorunda kalmıştır. Sahnelenen, R.T. Erdoğan’ın daha önce Hollanda örneğinde olduğu gibi itibarinin yeniden kazandırılması taktiğidir!

 

“Kalkan OHAL”le derinleşen OHAL!

Tüm bu gürültü kuşkusuz gerçek gündemi manipüle etmek içindir! AKP iktidarı tarafından bir demokrasi hamlesi olarak sunulan OHAL’in kaldırılması adımına paralel bir şekilde gündeme getirilen ve mecliste kabul edilen yeni düzenleme ile OHAL kaldırılmak bir yana kalıcılaştırılıyor.

OHAL’le gelen uygulamalar yasal bir statüye kavuşturularak yasalaştırılıyor.  “OHAL’in kaldırılmasıyla terörle mücadelenin zafiyete uğramaması” gerekçesiyle hazırlanan ve 24 maddeden oluşan teklifle Fransız modeli örnek alınarak, TSK İç Hizmet Yasası, İl İdaresi Yasası, Sahil Güvenlik Komutanlığı Yasası, Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Yasası, Türk Ceza Yasası gibi yasaların bazı maddelerinde düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerle de “ilgili yöneticilere” geniş yetkiler verildi.

Demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bastırılmasına yönelik bir uygulama olarak, sadece bu “suçlarla” sınırlı olmak üzere toplu suçlarda gözaltı süresi ise “hâkim tarafından dinlenilmek” koşulu ile 12 güne kadar uzatılabilecek. Tekli suçlarda ise 6 güne kadar uzatılabilecek. Pasaport sınırlama yetkisi ise OHAL’de olduğu gibi devam edecek. Böylece OHAL KHK’leri ile alınan ve binlerce kişinin yaşamını etkileyen idari tedbirlerin 3 yıl daha devamı sağlanacak.

Bilindiği üzere, OHAL kapsamında bugüne kadar yayımlanan 32 kanun hükmünde kararnameyle (KHK) 125 bin 800 kişi, başta devrimci, yurtsever çizgidekiler olmak üzere çok sayıda yayın kuruluşu, vakıf ve dernek de kapatıldı. Soruşturmalar kapsamında şu ana kadar 446 bin kişi hakkında işlem yapıldı. Diğer yandan düzenleme ile valiler süper yetkiler verildi. Buna göre, valiler, “kamu düzeni veya güvenliği” gerekçesiyle 15 günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı ve “şüpheli” bulunan kişiler için sınırlayabilecek. OHAL ilanı, geçici olarak sokağa çıkma yasağı ilan etme, şehirlerdeki eylemleri iptal etme, gözaltı ve tutukluluk sürelerini uzatma gibi yetkiler valilere verilmiş durumda.

Dillerinden CHP’nin tek parti dönemindeki uygulamalarını düşürmeyenler gelinen aşamada 1930’ların yöntemlerine sarılmış durumda. Söz konusu uygulamalar açık ki, valilerin devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin baskı altına alınması, sindirilmesi ve tasfiye edilmesi adına yürürlüğe sokulmuştur. Bu tasarruf aynı zamanda valilere işledikleri suçlar karşısında bir koruma zırhı kazandıracaktır. Öte yandan yürürlüğe giren yönetmelik değişikliğine göre valiler ilde, kaymakamlar da ilçede, Cumhurbaşkanının temsilcisi ve idari yürütme vasıtası haline gelmiştir. Böylece valiler yetkilerini iktidarın kaynağı Saray’dan doğrudan almış olmaktadır.

Bir yanda kabinedeki bakanları toplumu kucaklayacak, kararların ortak alındığı izlenimi yaratacak adımlar atar ve TV ekranlarından demeçler verirken diğer yandan AKP/Saray iktidarı devletin re-organizasyonuna son sürat devam etmektedir. Yukarda bir bölümünü aktardığımız adımlarda bunun açık bir göstergesidir. Açık ki AKP/saray iktidarı, işçi sınıfı ve emekçiler, ezilenler üzerinde bir zor aygıtı olarak daha etkin bir şekilde örgütlemenin peşinde. Bundan muradın ezilenlerin büyüyen öfkesine set çekmek, pasifize etmek olduğu ise çok açık! OHAL’le birlikte devlet aparatının ayarlarını yeniden elden geçiren ve demir yumruğu gizleyen kadife eldiveni çıkararak gerçek yüzünü göstermekten çekinmeyen faşist diktatörlük bu süreçte yaşama geçirdiği ve 2 yılı aşkın bir süredir yaşama geçirdiği uygulamaları şimdi de yaşlaştırarak kalıcılaştırmak istemektedir.

 

Vekillerin üzerinde Demokles’in kılıcı

OHAL uygulamalarının kalıcılaşmasına yönelik tasarruflarla AKP/Saray iktidarı, aynı zamanda başta Kürt hareketi olmak üzere devrimci, ilerici güçlerin ve düzen içi muhalefeti hedefine koymuştur. Zira CHP milletvekili Enis Berberoğlu etrafından hayata geçirilen tutum buna işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, Berberoğlu, Haziran 2017’de dokunulmazlıkların kaldırılması nedeniyle yargılandığı davadan tutuklanmıştı. Yargılama sürerken Berberoğlu 24 Haziran’da yeniden milletvekili seçildi. Dokunulmazlık kazanan Berberoğlu’nun Yargıtay 16. Daire’ye yargılamanın durdurulması talebiyle yaptığı talep ret edilmiş, Berberoğlu’nun yargılanabileceğine hükmedilmiştir.

Yargıtay’ın söz konusu kararı, yargılamaları süren 50 CHP’li, 16 HDP’li toplam 66 milletvekilinin de topun ağzında olduğuna işaret etmektedir. “Yargılama” sürerken, tutuklama yolunun açılmasıyla bahsi edilen milletvekillerine hapishane yolunun görünmesi işten bile değildir. Ortaya çıkan söz konusu tablo, R.T. Erdoğan/AKP iktidarının önceki dönemde yaşama geçirdiği, vekilliklerin düşürülmesi politikasından istenilen sonucun alındığına dair bir sonuç çıkarıldığını göstermektedir.

Açık ki Berberoğlu üzerinden hayata geçirilen pratik önümüzdeki dönemde yasama görevi bağlamında önemli düzeyde etkisizleştirilen parlamentonun ve milletvekillilerinin üzerinde Demokles Kılıcı’nın her daim hazır bulundurulacağı anlamına gelmektedir. Söz konusu kılıcın ilk elden Tek adam sultasına karşı direnişten taviz vermeyen HDP milletvekilleri için devreye sokulacağına ise şüphe yoktur. Yasama takviminin daha ilk gününde HDP İstanbul milletvekili Ahmet Şık’a yönelik saldırganlık ve onu takip eden cezalandırma uygulaması da AKP-MHP gerici faşist ittifakının tutumu hakkında belirgin bir fikir vermektedir.

 

Tek adam rejimi öldürür!

Tek adam rejimi, muhalefetin parlamento üzerinden yığınlara ulaşan sesini kısmanın hesabını yaparken diğer yandan Türk sermayesinin çıkarlarını yaşama geçirmek içinde zaman kaybetmemektedir. “Bedelli askerlik” başlığıyla önce Plan ve Bütçe Komisyonu’na oradan da meclise getirilen ve burada AKP-MHP tarafından kabul edilen torba yasa bunun küçük bir örneğidir. Tasanın sağlık sektörüyle ilgili maddeleri sadece sağlık emekçilerini değil sağlık hizmeti alan milyonlarca insanı doğrudan etkileyecektir.

R.T.Erdoğan’ın kurduğu kabine, işçi ve emekçiler için Türk hâkim sınıflarının nasıl bir gelecek planladıkları hakkında yeterince fikir vermişti. Açık ki sermayenin temsilcileriyle hâkim sınıflar sürece doğrudan el koymuş, sömürü, talan ve rantın devlet olanaklarıyla aleni bir şekilde gerçekleştireceğini ilan etmiştir. Çok geçmeden söz konusu resim meyvelerini vermeye başlamıştır. Torba Yasa ile meclisten geçirilen düzenlemelerle önümüzdeki dönem personel rejiminde yapılacak değişiklikler, güvencesiz çalışmanın çok daha yaygınlaştığı bir işgücü piyasası yaratacaktır.

Özellikle sağlık sektöründe performansa dayalı ücretlendirme ile sağlıkta hizmet alımında kalite düşüşü devam edecektir. Türkiye Eğitim ve Sağlık Araştırma Vakfı’nın (TESA) Kurucu Başkanı, aynı zamanda Medipol Hastanesi ve Medipol Üniversitesi’nin sahibi Fahrettin Koca’nın Sağlık Bakanlığı’na getirilmesi sağlık sektörünün ulusları tekellerle ilişki halindeki yerel sermayenin açıkça talanına açılması anlamına gelmektedir. Yapılan düzenlemeyle sağlık emekçileri ve doktorların, ihtiyaç duyulan tüm hastanelerde çalışmasının önünün açılması, esnek, güvencesiz çalışmanın sağlık sektöründe daha da derinleştirilmesini beraberinde getirecektir. Bunun geniş yığınların sağlık hizmetine ulaşımını zorlaştıracağı ve emekçileri ölüme mahkûm edeceği açıktır.

 

Sınıfın öfkesini direniş dinamikleriyle buluşturmak!

Yeni kabine ile sermayenin sömürüsü önündeki tüm engellerin devletin doğrudan garantörlüğünde kaldırılacağı uluslararası sermayeye söz verilmiş durumdadır. Uzunca bir süredir özelliklede inşaat sektörüne yaptığı yatırımlarla büyüyen TC ekonomisi gelinen aşamada büyük bir dar boğaza demir atmış durumda. Hâkim sınıflar, AKP iktidarı marifetiyle devlet korumasında yeraltı ve yer üstü zenginliklerini talan ederken emekçilerin payına ise daha fazla yoksullaşma ve yoksunlaşma düştü. Körfez ülkelerinden aldıkları yüksek miktarlardaki finansman ile çarkın dişlilerini bugüne kadar çevirmeyi ve yaptıkları büyük talanı gizlemeyi başaran hakim sınıflar yolun sonuna gelmişe benziyor.

TC ekonomisindeki son ekonomik gelişmeleri değerlendiren İngiliz Financial Times gazetesinin, dövizin gidişatı üzerinden TC’de işletmeler için tehlike çanlarının çaldığına yönelik yorumu (27 Temmuz 2018) kayda değerdir ve mevcut tabloyu yeterince yansıtmaktadır. Bilindiği üzere, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını sabit tutmasının ardından Türk Lirası yüzde 4,2 değer kaybetti. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, kendisini yüksek faizin “düşmanı” olarak ilan eden R. T. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ı ekonominin başına getirmesinden sonra ilk kez toplanmış, Albayrak hızla artan enflasyonla mücadele sözü vermiş  ‘piyasalarla savaşmayacağı’ garantisi vermişti.

Financial Times’in, Türk Lirası’ndaki düşüş sonrası tehlike çanlarının çaldığı; zayıflayan liranın enflasyonu tetikleme, borcu yüksek özel sektör üzerindeki baskıyı artırma ve yabancı sermayeyi caydırma riski olduğuma yönelik analizi bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Açık ki TL’nin zayıflaması, şirketlerin ve bankaların bilançoları üzerinde büyük bir baskı oluşturacaktır. Türk Lirası bu yıl dolar karşısında yüzde 20’den fazla değer kaybetmiştir. Bilindiği üzere Türk Telekom bu hafta, yılın ikinci çeyreğindeki zararının yaklaşık 1 milyar lira olduğunu açıklamıştır.

Bankalardan, kredi borçlarının yeniden yapılandırmalarını isteyenler arasında Yıldız Holdingin de bulunması tablonun ağırlığı hakkında da bir fikir vermektedir. Burjuva ekonomistler bile batık kredilerin oranının yüzde 3 ile düşük bir seviyede olsa da sorunlu kredilerin gelecekte TC’de bankacılık sektörü üzerinde de baskı oluşturma riskinin oldukça yüksek olduğunu dile getirmektedir.

Hatırlanacağı üzere 2000’lerde yaşana ekonomik krizde milyonlarca emekçi işsiz kalmış, küçük ve orta büyüklükte ağırlıkta olmak üzere binlerce şirket iflas etmişti. Tüm bunların işçi sınıfı ve emekçiler açısından yoksulluğun artması anlamına geleceği ise inkar edilemez bir gerçektir.

R.T. Erdoğan/AKP iktidarının seçimleri 24 Haziran’a alarak, “Türk Tipi Başkanlığı” anayasal güvenceye almasının başlıca nedeni Türk hâkim sınıflarının yeni döneme güçlü ve de yeni bir devlet aparatıyla girmek istemeleriydi. Söz konusu gelişmeler açık ki önümüzdeki günlerin işçi sınıfı ve emekçilerin ciddi hareketliliğine sahne olacağını göstermektedir. AKP/Saray iktidarıyla birlikte yaşama geçirilmek üzere önemli adımların atıldığı politikalar, başta işçi sınıfı olmak üzere değişik katmanlardan geniş emekçi yığınları doğrudan etkileyecek sonuçlar yaratacaktır.

Söz konusu gelişmelerin, emek eksenli yeni bir toplumsal hareketliliği tetikleyeceği açıktır.

AKP-MHP gerici, faşist ittifakının milliyetçilik ve şovenizmi topluma şırınga ederek yığınların emek ekseninde bir araya gelişlerinin önüne bariyerler örmeye çalışacakları anlaşılıyor. Bugüne kadar bu politikalarını başarıyla yaşama geçiren egemen sınıflar, her gün ayak sesleri daha yakından ve güçlü duyulan krizin ağır ve sancılı sonuçlarıyla karşı karşıya kalındığında bu argümanlarında söylem gücünü ve dozajı yükselteceklerdir.

Ne var ki DHL Experss işçilerinin bir yılı aşkın bir sürenin sonunda kazanımla biten mücadelesi, Real ve Makro Uyum Market işçilerinin süregelen direnişi; Mayr-Melnhof Packaging Şirketine ait MM Süperpak Ambalaj’ın İzmir, Karaman ve Antep fabrikalarında 20 Haziran’da üretim durduran işçilerin devam eden eylemlilikleri;  İzmit’te faaliyet gösteren Posco Assan TST Çelik işçilerinin işe iade davasını ve sendikal tazminat hakkını kazanmaları, işçi sınıfı cephesinde bizi oldukça hareketli, sıcak günlerin beklediğini göstermektedir.

İşçi sınıfının diğer tüm toplumsal katmanları kendi etrafında biraya getirme yeteneği özellikle de kriz dönemlerinde çok daha büyük bir önem kazanmaktadır. Gelinen aşamada sınıfın çeşitli bölükleriyle patronlara karşı verdiği mücadelenin kendiliğinden emek odaklı bir siyasi önderlikten yoksun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İşçi sınıfının emeğine ve işine sahip çıkmak için mücadeleye sarılan çizgisinin diğer direniş dinamikleriyle kaynaşmasına büyük ihtiyaç olduğu bir gerçektir.

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin süregelen direnişinin, sınıfın ve emekçi yığınların temel talepleri etrafında sokağa taşan mücadelesiyle buluşması elzemdir. Açık ki tek adam sultasına en hakiki ve sarsıcı darbeler sınıfın kahredici yumruğuyla indirilecektir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu