GüncelMakaleler

ANALİZ | Teknolojik Kapitalizm ve Küresel Etkileri (2)

"Bu isyancı eğilimler, önümüzdeki yıllarda olağanüstü hal rejimlerinin artan baskısı nedeniyle, rekabette daha da palazlanan bazı uluslar ötesi mali sermaye odaklarının yeni saldırganlıklarıyla birleşerek, daha da keskinleşecektir"

Bu makalenin birinci bölümünde tarihte ve toplumlarda teknolojik devinimin/hareketin/gelişimin genel önemi yanında, önemli bir sermaye birikim aracı olarak, kapitalist üretim ilişkisi bazında yeni tekniklerin genel önemine değinilmişti. Makalenin bu bölümünde ise, yeni teknolojik atılımların ve aktarımların neden yapıldığını, bu aktarımın üretim ilişkileri üzerinden toplumsal ilişkileri nasıl değiştirdiğini irdeleyelim.

Eski Kapitalist Üretim İlişkilerine Yeni Teknoloji Aktarımının Nedenleri ve Sonuçları

Rekabet gücünü sürekli yüksek tutma peşinde koşan tipik bir kapitalist açısından, yeni teknolojinin üretim sürecine zorunlu aktarımının temel nedenlerinin başında her şeyden önce pazar rekabetinde üstün gelmek ve aslında ‘ortalama kar oranlarının düşme eğilimi’ yasasını aşma istenci gelmektedir. Ortalama kar oranlarının düşme eğilimi yasası Karl Marx’ın dahice tespit ettiği gibi; kapitalizmin asla aşamadığı, aşamayacağı yapısal bir sorunudur. Öyle ki bu yasa, kapitalizmin bütün çevrimsel, döngüsel veya kronik krizlerinin ve küresel buhranlarının da en temel nedenidir.

Yine bu yasa her kapitalist krizde sadece çökenlerin değil, tam tersine krizleri fırsata çevirerek palazlananların başına bela olmaktadır. Güya kapitalistlere ve onların ideologlarına göre; en yeni teknolojiler sayesinde en randımanlı üretim ve pazarlama kapasitesine erişmek, ortalama kar oranlarının düşme eğilimini ortadan kaldıracaktır! Ancak nafile, pratikte hiç de ortadan kalkmayan bu yasa, emek üretkenliğinin en yüksek seviyelere çıkartılması sayesinde dahi, yeniden işlemektedir.

Çünkü her yeni teknolojinin, başka kapitalistlerinde onu kullanması sonucu, bir sınırı etki gücü ve sınırı vardır. Yani yeni teknolojiler, elbet birilerinin üretim ve tüketim piyasalarında rekabet ve hakimiyet gücünü artırırken, aynı zamanda sistemsel çözümsüzlükleri ve çöküntüleri de hiç olmadığı kadar hızlandırmaktadır. İşçi ücretlerinin, daha doğrusu emek değerinin yeniden üretilme fiyatının, yani iş- emek- çalışma ücretlerinin genel yükselişini engellemek ve azami kar hırsını dindirmek adına, üretim sürecine, sürekli yeni ve daha randımanlı, üretim teknikleri aktarılır. Emeğin kendini yeniden üretim fiyatları dikkat edilirse son yıllarda en son teknolojilerle eş güdümlü düşürülmektedir.

En son teknolojik üretim alanında konumlanmış en vasıflı üretken işçiler hariç, (ki onlar bile uzun vadede robotlaşma yüzünden işsizlik tehlikesine maruzdur) genel çalışanların emek değeri veya çalışma ücretleri yirmi yıl öncesinden çok daha düşüktür.

Yeni teknolojilerin üretim sürecine aktarımı sayesinde emek değerine veya emek ücretine yönelik bu baskılanma, üretim ilişkisini nispeten değiştirmekte, verili üretim ilişkisi içindeki güç odaklarının daha sık oranda rekabet baskısıyla yıkılmalarına, pazar ve piyasalardaki kapitalist güç odaklarının el değiştirmesine yol açmaktadır. Günümüz kapitalizmi koşullarında bu aktarımlar, daha çok makineleşme, bant sistemi, otomatikleşme, robotlaşma, akıllı fabrikasyon, yapay zekaya dayalı yoğun ve yaygın üretimler şeklinde

olacağı gibi; daha ileri teknikler sayesinde ucuza ham madde edinimi, daha hızlı ve yoğun pazarlama, etkin ve güvenlikli küresel ticaret ağları oluşturma ya da metaların veya hizmetlerin tüketim koşullarının önceden belirlenmesi gibi bir çok yöntemle yapılmaktadır. ‘Üretime aktarılma zorunluluğu’ bağlamında, her yeni teknolojilerin üretim ilişkilerini, dolayısıyla da verili kapitalist toplumsal formasyon dahilindeki toplumsal bölüşüm adaletsizliğini, bilinçsiz ve aşırı tüketimi nasıl etkilediğini de incelemek gereklidir.

Yeni teknolojinin multible(çok yönlü) kronik krizleri tetiklemesi ve değişim etkisi:

Tarihte teknolojik gelişmelerin temel toplumsal dinamiğini her zaman üretim ilişkileri oluşturmuştur. Kapitalizm koşullarında bu daha fazla böyledir. Genel toplumsal üretim ilişkisi ile teknoloji aktarımı arasındaki diyalektik nedensellik, ayrıca bütün toplumlara çok yönlü etkileşimlerde bulunmuştur.

Kapitalist üretim ilişkisi ile yeni teknolojik aktarım arasındaki ilişki de aynı şekilde çok yönlü bir karaktere sahiptir. Yani birbirini daha fazla koşullandırma etkileme yoluyla karşılıklı değişime maruz kalmaktalar.

Günümüz kapitalist emperyalizmi, bilimsel gelişmelerden elde ettiği en son teknolojik aktarımlar sayesinde; üretim ilişkisini de tedricen başkalaştırmaktadır. Bu başkalaşım içinde klasik serbest rekabetçilik veya tekelci rekabetçilik ötesine geçilerek; sayesinde bazı mali sermaye egemenleri, devasa füzyonlar yoluyla rakiplerine karşı birleşerek ve bazı devletleri de arkalarına alarak, küresel rekabetçi düzlemde dehşet bir güç erişimine sahip olmuşlardır.

Dolayısıyla üretim ilişkileri ile yeni teknoloji arasındaki bağıntı; kendi diyalektiği gereği de; eskiden beri çok yönlü ve çok taraflıdır. Yeni teknolojiler verili veya kapitalist üretim ilişkisini bir yandan değiştirirken, aynı zamanda onu aşındırmaktadır.

Bu sayede sistemsel krizler daha da büyütmekte ve bu gidişat küresel yeni dünya düzenini kendi marjinal sınırlarına doğru hızla yönlendirmektedir. Bu teknolojik aktarım gücü rekabeti, bir taraftan burjuva hegemonya dahilindeki bazı güç odaklarını hızla yıkmakta, bir başkalarının daha fazla palazlanmasına da vesile olmaktadır. Ama aynı zamanda bütünlüklü toplumsal yıkımlarını da veya en azında topyekun krizleri de yakınlaştırmaktadır.

En son teknolojiler, üstelik kapitalist toplumların ötesine tedricen geçmekte olan yeni toplumsal üretim ve bölüşüm ilişkilerinin, daha doğrusu geleceğin yeni bir tipte sosyalist veya komünist toplumlarının da teknik alt koşularına işaret etmekteler. Bütün bu teknolojik gelişmeler veya insana, doğaya ve topluma faydalı alternatif teknolojik arayışlar, toplumların ideolojik, siyasal, kültürel, örgütsel ve sosyolojik dönüşümlerine odaklanmayı gerektirmektedir. Bu bağlamda yeni teknolojiler pekala üretim ilişkilerini tedricen değiştiriyor. Her yeni teknolojik ilerleme, özel mülkiyet ve/ya sermaye egemenliğine dayalı üretim ilişkilerinin doğasında var olan ölümcül ve yıkımsal rekabetin artmasına yol açıyor.

Artı, alım gücünün sürekli düşmesi, kitlesel işsizliklerin artması, üretilen meta

veya hizmetlerin satılamaması ve dolayısıyla metanın artı değere dönüşmemesi, talep krizinin büyümesi, en önemlisi kar oranlarının yeni teknoloji aktarımına rağmen düşmesi gerçeği unutulmamalıdır. Üstelik enerji ve çevre krizinin keskinleşmesi, rekabet ve savaş krizinin kaçınılmazlığı, sistem için ve egemen güçler arası siyasal krizlerin artması de bu baş döndürücü hızda aşırı teknolojik üretim politikalarıyla daha da keskinleşmektedir.

Küresel korona salgını gerçeğinde de görüldüğü üzere; küresel bir sağlık krizinin ekonomik ve mali krizi yeniden açığa çıkarması, küresel bir siyasal yönetim krize dönüşmesi, bu sürecin demokrasiyi hızla aşındırarak olağanüstü faşizan hal rejimlerine geçişi kolaylaştırması gibi; multible kronik krizleri tetikleyen çokça kapitalist- emperyalist neden var. Dolayısıyla üretim sürecine ve ilişkilerine yönelik en ileri teknoloji aktarımı, bütün bu çelişkileri törpülememekte, tersine daha da keskinleştirmektedir.

Kapitalist üretim ilişkileri koşullarına her teknolojik rekabet gücü, azami kar elde etmenin bir özgün alanıdır. Bu en yeni ve özgün alan, temel motivasyon azami kar elde etmeye dayandığı oranda, toplumsal farklı kesimler için eşitsizlik üretecek ve aşağıdan yukarıya doğru sermaye aktarımını da pekiştirerek toplumsal çözümsüzlükleri ve krizleri daha çok büyütecektir. Otomatikleşme, robotlaşma, yapay zekalı fabrikasyon sayesinde hızla yaygınlaşan ‘akıllı üretim’in bu tarihsel gerçekliği koşullarında; emek piyasalarındaki çözülmeler de hızla artmaktadır. En vasıflı az bir sayıdaki üretken emeğin yanında vasıfsız emek sahibi işçilerin, emekçilerin, çalışanların toplumsal refahtan daha fazla dışlanması, bu kesimlerin sosyal güvenlerin aşınması yoluyla prekarize (güvencesizleştirerek) edilerek proleterleşmenin küresel çapta hızla büyümesi söz konusudur.

Söyleyebiliriz ki; yeni teknolojiler sermayenin organik bileşimine de emeğin organik bileşimine de hem artırıcı hem de azaltıcı, hem üretken hem de yıkımsal, hem geliştirici hem de tökezletici etkide bulunmaktadır. Kar oranlarını daha etkin azamileştirme eğilimlerini büyütmelerine rağmen, yeni teknolojiler ortalama kar oranlarının düşme eğilimini engelleyemez, tersine onu yapısal kapitalist yıkımcılıklar sayesinde daha da kesinleştirmektedir.

Bu demektir ki, emek piyasalarındaki kutuplaşma ve çalışanlardaki güvencesizleşme, örneğin ABD ve Çin arası tırmanan ticaret savaşları sayesinde artacaktır. İmalat sanayilerinde çalışan sayısının hızla artması otomatizasyon sayesinde olurken, hizmet sektörlerindeki çalışanların hızla artması uluslararası serbest ticaret anlaşmalarının çoğalması ve üretimin meta üretiminden çok hizmet sektörleri yanında bilgi, büyük veri tabanları ve ağları, akıllı zekalı tüketim ürünlerine kaymasındandır. Her durumda küresel çapta ücretli emekçilerin sayısı hem ülkesel düzlemlerde hem de küresel düzlemde azalmamış, tersine artmıştır.

Bugün emek gücünü satmak zorunda kalarak geçinenlerin sayısı 20 yıl öncesine nazaran daha fazladır. Üretim yeni tüketim ihtiyaçları yaratılarak başka alanlara kaysa da toplam nüfus içindeki çalışanların sayısı azalmamakta, artmaktadır. Bunu görmek için emek gücü istatistiklerine bakmak yeterlidir. Küresel

rekabetçilik, teknolojik ilerlemeler, sermayenin aşırı birikim ve aşırı üretim krizlerini daha fazla tetiklemekte sistemsel çözümsüzlükleri daha da derinleştirmekte ve toplumsal çözülmeleri daha da güçlendirmektedir. Bu verili koşullarda gidişat multi- milyarderleri daha da güçlendirmektedir. Nispeten zengin ve orta sınıflarda dahil, orta ve küçük burjuva kesimler, aydın ve memurları, işçi sınıfını, bütün ücretli emekçileri, orta halli ve fakir köylü kesimleri daha da güvencesizleştirmekte ve hatta mülksüzleştirmekteler.

Bugün en gelişmiş kapitalist ülkelerin geniş kitleleri içinde, özellikle Avrupa kıtasının çözülen halk kitleleri içinde, hızlı bir sağcılaşma eğiliminin ortaya çıkmasının toplumsal nedeni bu toplumsal çözülmedir. Avrupa modern toplumları içinde yeniden sağcılaşma, milliyetçileşme, faşizanlaşma arayışları hızla güçlenmektedir. Sol ve sosyalizm eksenli arayışlar olsa da, bunlar henüz çok güçlü ve etkin değildir. Yeniden Sosyalizm eksenli arayışları veya isyan hareketleri daha çok kapitalist modernitenin periferisinde kalan Güneyin, Doğunun, Orta ve Uzak Asya’nın, Afrika’nın toplumları içinde yeniden gözlemlenebilir.

Bu isyancı eğilimler, önümüzdeki yıllarda olağanüstü hal rejimlerinin artan baskısı nedeniyle, rekabette daha da palazlanan bazı uluslar ötesi mali sermaye odaklarının yeni saldırganlıklarıyla birleşerek, daha da keskinleşecektir.

Dünyanın geleceği, yakın ve orta vade de, olağanüstü hal karakterli baskıcı rejimler ve devrimci – demokratik özgürleşme mücadelesi arasında şekil alacaktır. Bütün mesele, kapitalizme muhalif ve alternatif güçler- hareketler- partiler içinde ‘kim ne kadar buna hazırdır?’ sorusunda düğümlenmektedir! Bu hazırlık ideolojik, örgütsel, siyasal, kültürel, eylemsel olduğu kadar da, bilimsel, bilişimsel ve teknolojik donanımı da gerektirmektedir. Yeni tipte devrimci sosyalist, devrimci komünist bilinç ve önderlik tarzı yaratılmaz ve bunlar başka bir dünya isteyen işçileri, emekçileri ve halk kitlelerini peşine sürükleyemez ise, bu isyan dalgaları da başarısız kalacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu