Makaleler

Toplumsal bütünün parçası olarak SANAT

Bir sanat eserine, sadece bize göründüğü kadarıyla, onu tüm bağlarından koparıp bir soyutlamaya uğratarak, bakmak, gerçek anlamda eserin anlamına ulaşmamaktır. Çünkü sanat eserleri, içinden çıktığı toplumsal sistemlerin sınıf çelişmeleri içinde ele alınan üst–yapı birimlerinden biridir ve bu haliyle toplumsal yaşamın aynası olma özelliği taşır. Onu bağlantılarından kopma sonucu doğuracak soyutlamaya tabi tutmak bütünlüğünden koparmak olur.

Sanatı bir bütünün parçası olarak değil de her şeyden bağlantısızca ya da platonik, özellikle nesnel dünyadan değil de idealar dünyasından başlatıp nesnel olanla (toplumla) bağlarını koparanlar burjuva sanatçılardır.

Engels, “Anti-Duhring”te gerek nesnel gerekse de zihinsel faaliyetlerimizde karşımıza hep ilişkiler ve etkileşimler labirentinin çıktığını, böylece her şeyin hareketi ile değişimin kesintisizce “olan” ve “yok olanın” bir sürekliliğinden bahseder. “Doğanın diyalektiği”nde de bu ilkeyi ele alır. Şeylerin konumları ne olursa olsun, onları hareketsiz–ölü olarak kavradığımız sürece çelişkiyle karşılaşmayacağımızı ama onları, hareketleri, değişimleri, karşılıklı ilişkileri, içinde ele alırsak çelişkileri görebileceğimizi söyler.

Bu Marksist diyalektik, şeylere (sanat eserlerine de) doğru bakabilmenin yoludur. Bu yolladır ki bizler, herhangi bir sanat eserinin o an bulunduğu konumunu, geçmişini ve geleceğini anlayabiliriz. Bu bütünlüklü bakıştır: O, bir bütünün parçası olarak vardır. Bu belirlenim aynı zamanda burjuva görüşçülerle aramızdaki kalın farktır.

Şeylerin seyrini ve bağlantılarını söyleyen maddeci görüş birey-toplum diyalektiğinde bütünü ele almamıza olanak verir. Bütünün bilgisine ulaşmada parçalara bölme ve onların ilişkilerini bulma ama tüm bu çabalarımızı bütünsellik içinde yerine getirmede doğru anahtardır. Parça, zaman ve mekâna göre etkisi değişse de bütünün bilgisini verebilir. Bütün, kendi parçasına ilişki üzerinden bu işlevi yüklemiştir. Kendisini parça aracılığıyla gösterir. Parça bütünün bir parçası olarak bütünün belli bir görünüşünü veren biçimidir ve de bütünün amacı, anlamı belirlenmiş olur.

O halde gündelik yaşamda karşımıza çıkan bir estetik nesneye de aynı bilimsel görüşle yaklaşılmalıdır.  Eserin amaç ve anlamı bilinirse oradan yansıyan gerçekliğin bilgisine ulaşılabilir. Estetik nesnelerini bize doğrudan görünen halleri ile yargılamamalı, gerçekte var olan ve ama çoğu gözlemlenemeyen karmaşık ilişkileri zihnimizde yeniden kurarak değerlendirilmelidir. Zira sanat eseri içinden çıktığı o toplumun üst-yapı biçimine dahil olarak, o toplumun belli bir özelliğini yansıtan parçasıdır. Marks “şeylerin dış görünüşlerinin özleri ile aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı” derken işte bu saklı içsel bağlantılardan bahseder.

Bu, bir idealistin başaramayacağı şeydir ki zaten Marksist diyalektik görüşlümüz idealizmin eleştirisidir. Burjuva idealistleri sanatı soyut, zamansız ve değişmez, hareketsiz olarak ele alırlar. Bu, şeyleri tüm gerçek bağlarından koparmaktır. Mutlak bir soyutlamadır ve parçayı bütün yerine koyar. Bütünlük kaybı olur, gerçekte kaybolur.

Oysa maddeci diyalektik yöntemde parçalar bütünün koparılmaz bağları içinde parçadır. Somut bir birliktir. Hareketsizlik dönüşümsüzlük yoktur. Çelişme ve hareket anlaşılmaksızın dönüşüm ve gelişim de anlaşılmaz. Toplumsal bütünlüğün tarihsel oluşu onu tarihsel olarak göreceli yapar, onu somut tarihsel dönemlerle sınırlar.  Sınıf çelişmeleri ve dönüşümler içinde sanatsal görüşler de buna uygunca değişir. Sınıf mücadeleleri bireyin (sanatçının) bilincinden bağımsız olarak varken sanatçı, dahil olduğu sınıf görüşünce üretimde bulunur. Bizler de –seyirci- o zamansal ilişkileri içinde düşünerek belli bir bilgiye ulaşırız. Ortaya çıkarılan ilişkilerle ele geçirilen bütünün bilgisi yine ilişkiler üzerinden neye dönüşeceğini de bildirir. Böylece geçmiş mevcut konum ve gelecekte ne olacağının bilgisi edinilir. Birkaç ilişkiden böylesi sonuçlar verecek kesin çıkarımlar edinilemez. Ama yol kat edilmiş olur. Şeyler bize sonsuzmuş gibi gelen sayısız dinamik karmaşık ilişkilerle örülüyken bilgi edinme süreçleri de karmaşık ilişkilerle örülüyken bilgi edinme süreçleri de buna bağlıdır.

Sonuç olarak belirtmek istediğimiz şudur. Yabancılaşmış insan bir soyutlamadır. Çünkü birey insana bir eleştiri yapmaktadır ve bu bizim de burjuva toplumsal sisteme bir eleştirimizdir. Esasen sanat ayrıcalıklıların uğraşı olarak olmayacakken böylesi bir toplumsa sanat eserine ulaşmak bile ayrıcalık haline gelmiştir. Ama bizler sanatın toplumsal bütünün ilişkisel bir parçası olarak varolduğunu; maddeci diyalektiği elinde bulunduran bizler sanatın belli bir bilgi biçimi olduğunu böylece sınıfsal çelişmelerin açık edilebileceğini bilebiliriz. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu