EmekMakaleler

Ya geminin başına işçi sınıfı geçecek ya da…

Yaşanan ekonomik krizin faturasını emekçi halka yıkmak isteyen komprador burjuvazi “hepimiz aynı gemideyiz!” nakaratıyla krizin siyasal sonuçlarını minimalize etme telaşı içine girmiş durumda. Komprador burjuvazi ve siyasal iktidar partisi emekçilerin alınteri üzerinden oluşan artı-değeri kendi keselerine akıtırken düşünülmeyen emekçiler gemi su almaya başlayınca “hatırlanıyor!” Ancak elbette bu da yine sermayenin kurtarılması temelinde şekilleniyor.

Yaşanan ekonomik krizin faturasını emekçi halka yıkmak isteyen komprador burjuvazi “hepimiz aynı gemideyiz!” nakaratıyla krizin siyasal sonuçlarını minimalize etme telaşı içine girmiş durumda. Komprador burjuvazi ve siyasal iktidar partisi emekçilerin alınteri üzerinden oluşan artı-değeri kendi keselerine akıtırken düşünülmeyen emekçiler gemi su almaya başlayınca “hatırlanıyor!” Ancak elbette bu da yine sermayenin kurtarılması temelinde şekilleniyor.

Titanik filmi bu terane için iyi bir örnektir, batan Titanik’te de işçiler ve zenginler aynı gemideydi. Zengin yolcular lüks, şatafat içinde seyahat ederken onların rahatı bozulmasın diye yüzlerce işçi geminin alt bölümünde gece gündüz en ağır koşullarda çalıştırılıyordu. Zenginlerin göz zevkleri bozulmasın diye işçilerin onların bulundukları katlara çıkması dahi yasaktı, kapılarına kilit vurulmuştu… Titanik buzdağına çarparak batmaya başlarken kilitli kapılar altında kalan işçiler boğuluyor, zenginler filikalarla kurtarılmaya çalışılıyordu. Bugün atılan “aynı gemideyiz!” naralarının bundan başka bir anlamı olmadığı açıktır…

Egemenlerin söylemelerine bu bağlamdan baktığımızda; Hazine ve Maliye Bakanlığının açıkladığı “Enflasyonla Topyekun Mücadele Kampanyası”nın siyasal yapısını, mahiyetini de daha iyi anlamak mümkündür. Yaşanan ekonomik krizi aynı Kürt sorununda olduğu gibi “konuşmazsanız ekonomik kriz yok” şeklinde yönetmeye çalışanların pratiğinin tam tersi yönde olduğu ardı ardına açıklanan programlardan anlaşılıyor.

ABD’li danışmanlık şirketi McKinsey’in hazırladığı belirtilen Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı “Enflasyonla Mücadele Planı”nda dört nokta bulunuyor:

* Büyük marketler enflasyon sepetinde yer alan 50 ürün çeşidinde yüzde 10 fiyat indirimi yapacak (iki ay boyunca)

* Çaykur, Elektrik ve Doğalgaz’da dünya koşulları zorlamadığı takdirde iki ay zam yapılmayacak.

* Hal yasası meclise getirilerek yapılacak değişiklikle meyve ve sebze ürünlerinde komisyoncular aradan çıkarılacak, doğrudan pazara girmesi sağlanacak.

* İnternette zabıta ihbar sitesi kurulacak.

İki ay sürecek olan, enflasyon sepeti içerisinde yer alan ürünlere yüzde 10 indirim yapılmasındaki amaç Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) açıklanan yılsonu enflasyon tahmininin %20.8 oranının tutturulması, YEP’in bir hafta içinde iflas eden programına tekrar “itibar” kazandırmak ve asıl önemli olan ise işçi-memur, emekli milyonlarca çalışan emekçinin maaşlarına yılbaşında yapılacak olan enflasyon artışı oranındaki ek zammın azaltılmasını içermesidir. Eylül ayında TÜFE %24.52’ye ÜFE ise %46.15’e yükselmesi olmuştur.” Bu oranlarla yeni mali yıla girilmesi 2019 yılı bütçesini de önemli ölçüde sarsacaktır. Bunu gören egemenler krizi yönetilebilir bir noktaya çekmek için geçici uygulamalarla halkın tepkisinin siyasallaşmasının önünü almak niyetindedirler.

Sermaye üretim örgütlenmesindeki ithalata dayalı modelin piyasadaki arz-talep dengesini bozması, kurlardaki oynama faiz oranlarındaki artış nedeniyle yaşanan fiyat artışlarının spekülatif değil yapısal olduğu bilinmektedir. Değer yaratamayan Türkiye ekonomisinin enflasyon artışı sorununun üretimde dışa bağımlılık çözülmeden ortadan kalkmayacağı da bilinmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemde burjuva ekonomisinin özelliği bunu yönetmeye, yönetilebilir noktada tutmaya dayanır. Geçmişte olduğu gibi bugün de yapılmakta olan budur. Siyasi iktidarlar her zaman sistemin yapısal olarak ürettiği krizleri kendilerinin dışında, onlara karşı bir organizasyon olarak göstermeye bakar, eğilimleri her zaman bu şekildedir. Gerçekte olan ise emperyalist-kapitalizmin üretim örgütlenmesinin ulusal ekonomilerde aksaması ve bu aksamanın yarattığı sonuçlardır. Bu açıdan bakıldığında emperyalizm çağında sömürge, yarı-sömürge ülkeler kendileri için, kendi ulus pazarlarını şekillendirme, belirleme imkanına sahip değildir. Ulusal sermaye, sistemin belirlediği amaçlar çerçevesinde gerçekleşir. Lenin “Emperyalizm” çalışmasında mali sermayenin bir ülkenin iç pazarına girmesini, o ülkenin ekonomik ve siyasi yönetiminde söz sahibi olmak ve ulusal pazarın emperyalist tekellerin kontrolüne girmesi olarak tarif ederken bu noktayı açıklar: “Birkaç elde toplanmış ve fiilen tekelci olan milli sermaye, şirket kuruluşlarından, emisyondan, devlet borçlarından ve çok büyük ve gittikçe artan karlar elde etmekte ve bütün toplumu tekelciler yararına … keserek finans kapitalin egemenliğini sağlamlaştırmaktadır” der. Dolar kurlarındaki artışın Türkiye dahil birçok ulusal ekonomide piyasa dengesini bozmasını farklı şekilde açıklamak başka türlü mümkün olmazdı. %70’i yabancı sermayenin elinde olan borsa gerçekliğinde bu kaçınılmazdır da.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı programa bu açılardan baktığımızda enflasyonla mücadele programının neden içi boş, Afyonluların kabağı gibi olduğu ortaya çıkıyor. Neredeyse ithal edilmeyen ürün kalmamıştır, ihracat ve ithalat dengesine bakıldığında karşılama oranları arasındaki makasın açılmasının iç pazarda fiyat artışı olarak yansıdığı bilinmelidir. Buna en iyi örnek buğday fiyatlarında yaşanmıştır. Hükümet buğday ihracatını kısıtlama kararı almıştır. İç pazarda arz açığı oluştuğu için fiyatlar artmış, ithalat ta durumu değiştirmediği için bu yola başvurulmuştur. Birçok üründe durum böyledir, et üretimi et ürünlerindeki fiyatların yüksek oluşu da örnektir. Ancak hükümet durumu “spekülatif” olarak açıklayarak toplumda oluşacak siyasal tepkiyi kendi üzerinden fırsatçı simsarlara yönelterek sıyrılmaya bakmaktadır. Enflasyonla mücadele programında bunlar olmadığı için, programın hedefinin kısa vadeli hedefleri tutturmaya dönük olduğu görülmektedir. Amerikanvari indirim kampanyalarının McKinsey imzası taşıdığı için değil (ki 1974’te ABD’de de benzer bir süreç yaşanmış, o zaman da ABD’de indirim kampanyaları yapılmıştı) sorunun kendisinin fiyat artışı olmadığı, bunlar sonuç olduğu için nedenleri ortadan kaldırmaya dönük bir program yapamayacakları için içi boştur. Örneğin krizin patronlar tarafından fırsata çevrilmesine karşı işten çıkarılmama güvencesi yok ama patronların öz sermayesini korumak için TL cinsinden krediye % 14 finansman desteği, KOBİ’lere 260 bin dolara kadar libor desteği, borçlara 1 yıl erteleme vs. var. 2002 yılında tarım ile geçimini sağlayan köylü ve küçük üretici çiftçilerin 1 milyar borcu varken bugün rakam tam yüz katına, 102 milyara yükselmiş durumda. İşçi-emekçilerin alım gücü, enflasyon-kur-faiz kıskacında iyice erimiştir. Yıl içinde tüm tüketim mallarına % 50’ye varan zamlar yapılmasına rağmen % 10 indirim kampanyası bu gerçeklere çarparak geri dönecektir…

Sonuç olarak, evet aynı gemideyiz ancak bu gemi işçilerin, emekçilerin gemisi değil, patronların, canilerin, burjuvaların ve onların sürdüğü bir gemidir. Ya geminin başına işçi sınıfı geçecek ya da geminin dumanı olmaya devam edeceğiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu