Güncel

YDG: “Öfkemizi örgütlemeli ve deprem karşısında kendi dayanışmamızı örmeliyiz”

Sürecin başından bu yana arama-kurtarma ve dayanışma çalışmalarına katılan YDG'den Deniz Akbıyuk, çalışmalarına ve bölgedeki duruma dair bilgi verdi

6 Şubat günü meydana gelen ve ardından devletin müdahalesizliği ile katliama dönüşen depremde “resmi” rakamlara göre onbinlerin yaşamını yitirdi. Sürecin başından bu yana Partizan ve YDG hem arama kurtarma hem de dayanışma çalışmalarında bulundu. Biz de YDG’den Deniz Akbıyuk ile bir söyleşi yaptık.

6 Şubat’ta yaşanan depremin ardından hemen herkesin gözü önünde bir süreç yaşandı. Bu süreçte sizler Yeni Demokrat Gençlik olarak nasıl hareket ettiniz, bu durum karşısında nasıl tavır aldınız?

Depremin olduğu vakitlerde biz merkezi olarak gerçekleştirdiğimiz bir toplantıdan kaynaklı İstanbul’da bulunuyorduk. Depremi haber alır almaz, bir arada olanlar ve yerellerdeki yoldaşlarla bu felaket karşısında neler yapabiliriz, nasıl koordine olabiliriz diye hızlıca bir toplantı yaptık. Depremin ilk saatlerinden itibaren devletin deprem karşısında aldığı (aslında almadığı) tutum belli olmuştu. Biz de bu durumun farkında olarak Maraş (Elbistan-Pazarcık) ve Antakya’ya dönük ilk elden acil ihtiyaçları toparlayarak, çeşitli şehirlerden yola düştük.

Antakya’ya gelen yoldaşlar olarak ilk yaptığımız, birçok ilerici kurumla birlikte koordinasyon kurmak ve buradan doğru hareket etmek oldu. Yakınları Antakya’da olan yoldaşlar, ailelerinin bulunduğu yerlere giderek burada halk dayanışmaları oluşturma ve buraya katılma yöneliminde oldular. Depremden etkilenen birçok ilde olduğu gibi Antakya’da da devlet kaynaklı arama-kurtarma çalışmaları, halkın “ses geliyor” dediği yerler dahil çok geç başladı. Ancak merkeze uzak ilçelerden biri olan Samandağ’da bu durumun daha ağır yaşandığını öğrendik, buradaki yoldaşlardan. Erzak dahi birçok yardım, buraya depremden sonra 3. günde ulaşabildi. Bir araç temin ederek merkeze gelen erzak, battaniye ve çeşitli acil malzemeleri buraya ve köylere taşımaya başladık. Samandağ merkezde kurumların oluşturduğu koordinasyona dahil olduk.

“Dayanışmayı sürdürmeliyiz”

Şunu belirtmek istiyorum. Burada hala insan gücüne ihtiyaç var. “Artık dışarıdan gelecek insana ihtiyaç olmadığı” yönünde duyumlar alıyoruz, ancak bu doğru değil. Bunun dışında “yeteri kadar yardım malzemesi gönderildi”, “gelen yardım tırlarının yollarda önü kesiliyor” gibi bilgiler gerçeği tam olarak yansıtmıyor, manipülasyon yapılıyor. Burası gerçek anlamda bir mahrumiyet bölgesi… Elektrik yok, su yok, enkazlar olduğu gibi duruyor, şehrimiz kokmaya başladı… Bu çok üzücü bir durum. Bu yüzden halk gençliğine hala dayanışmayı sürdürme çağrısı yapıyoruz. Çünkü burada biz, bizim gibi halkını seven ve bu acıyı içinde hisseden insanlar var, burada devlet yok.

“Önce ölüme, şimdi de zorunlu göçe mahkum ediyorlar”

– Tam olarak buradan devam etmek istiyoruz. “Devlet yok” cümlesi burada, halktan en sık duyduğumuz cümle ve aynı zamanda tüm çıplaklığıyla gördüğümüz bir gerçek. Sizin bu konudaki gözlemleriniz neler? Antakya şu an ne durumda?

– Devletin varlığını, sadece sokaklarda uzun namlulu silahları ile gezen askerler ve bellerinden silah eksik etmeyen polisler “sayesinde” görüyoruz. Arama-kurtarma, enkaz kaldırma, bir nokta oluşturup bir sıcak çorba dağıtma gibi halkın ihtiyaçlarını karşılamakta devleti göremiyoruz. Samandağ açısından bunu daha net söyleyebiliriz. Antakya merkezde çok çok az olmakla birlikte belli enkaz başlarında devlet kurumlarını gördük. Ancak bütün bir şehir yerle bir olmuşken, bu derece sınırlı bir görevlendirmenin tek bir anlamı vardır: Halkı kendi kaderine, yani ölüme terk etmek! Bu arada Antakya merkezde devlet kurumlarına ait az da olsa giysi, battaniye, kuru gıda gibi halkın ihtiyaçları için toplanma merkezleri var. Ancak bunlar da devletin kasasından tek kuruş harcanarak oluşturulan yardımlar değil; bunlar halkımızın dayanışma duyguları ile yolladığı yardımlar…

Şu an buradaki durum şöyle: Antakya merkez neredeyse tamamen yok olmuş durumda. Sağ kalanlar, enkazdan umudunu kesenler; bir hafta olmasına rağmen hala çadır-konteyner kentler kurulmadığı için şehri terk etmek zorunda kalıyor. Aslında buranın halkı toprağına bağlı bir halk ancak kiminle konuşursak “buradan gitmek istemiyorum ama ev yok, kalacak yer yok; mecbur kalıyorum” diyorlar. Oysa AFAD’ın elinde çadırlar olduğu, hatta dün (12 Şubat) bir tır dolusu çadıra el koyduğu biliniyor. Ama bunlar nerede, kimse bilmiyor! Madem el koydun, o zaman dağıtsana halka! İnsanların başını koyacağı bir çadırı olsun yeter ki! Ama yok, kendine mecbur etmeye çalışıyor. Şunu açıkça söylemek gerekir; bu devlet önce insanları depreme dayanıksız evlerde oturmaya mecbur ederek bu evleri mezar haline getirdi, insanları sokakta bıraktı; şimdi de çadırdan da yoksun bırakarak, cenazelerine bile ulaşamadan zorunlu göçe zorluyor.

Cenazelerle ilgili süreç başlı başına bir travma. İnsanlar hastanelerde ölüsünü arıyor, sadece kendi ailesinden olanı değil; akrabasını, komşusunu, bir tanıdığını ve tanımadığını… Egemenler tarafından “biz Müslüman bir ülkeyiz” söylemi çokça sarf edilmesine rağmen insanlar ne bu inanca ne de kendi inançlarına göre defnedilemiyor. Yıkanmadan, kefensiz ve vedasız bir şekilde, insan cenazeleri battaniyelere sarılarak toplu mezarlara defnediliyor. Defin bile değil aslında, çukurlar kazılarak buralara gömülüyorlar. Hepimiz buna şahit oluyoruz.

“İnsanlar ihtiyacını alıyor, buna kimse yağma diyemez”

– Devlet, burada kendi sorumluluğuna dönen toplumsal tepkinin yönünü çarpıtmak için Ümit Özdağ gibi faşistleri kullanarak ırkçılığı körüklemeye çalışıyor. Buna dair neler söylersiniz?

– Biz buradayız ve halkın böyle bir gündemi yok. Halk devlete ciddi manada güven duymuyor. Bunun yanı sıra temel gündemi, “bugün gelen yardımlar, biz hala enkazımızı kaldırmazken azalıp kesilirse ne yaparız?” Benzin bir sorun, market bir sorun, su yok, elektrik hala çok sınırlı… Hijyen sıfır, salgın hastalıklar kapıda… Bu yüzden insanlar güvence istiyor ve elinde olmayanı ya da elinde olup da yarına kalmayacağını düşündüğü ihtiyaçlarını almaya çalışıyor. Buna kimse “yağma” diyemez. Kaldı ki bu sorun, bu güvencesizlik herkes için geçerli; Arap Alevi kesiminden insanlar için de, mülteci Suriyeli ya da Afganlar için de… Kaldı ki savaş ve yoksulluk gibi büyük yıkımlardan kaçıp buraya gelen insanlar bir de depremi yaşadılar. Bunlar yetmezmiş gibi ırkçılıkla, ayrımcılıkla, linçle ve şiddet pratikleri ile karşı karşıyalar.

İhtiyaç dağıtmanın yöntemi, halka verilen değerle ilgili 

– Samandağ’daki dayanışma çalışmalarından söz edersek…

– Burada halkın küçük küçük oluşturduğu noktalar dışında iki büyük toplama noktası var. Gelen yardımları, öncelikle burada istifliyoruz. Erzak, kıyafet, hijyen malzemeleri gibi gruplandırarak halka ulaştırmaya çabalıyoruz. Samandağ’ın uzak köylerine dek bunları ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu sırada çeşitli yardım malzemelerinin sokaklara gelişigüzel bırakıldığına, kimi tırlardan halkın üzerine yardım fırlatıldığına şahit olduk. En tehlikelisi ise yardım tırındaki malzemeleri yan devrilen bir binanın altına dökülüverilmesi ile insanların yardımları bu tehlikeli yerden almak zorunda kalmasıydı.

Burada devrimciler, demokratlar, meslek grupları olarak şunu yapmaya çalışıyoruz. Öncelikle bir kısmımız yardımları kategorilendirerek istifliyor, bir kısmımız stantlar açıyor, bazılarımız da stantların başında durarak halkımızdan insanların ihtiyaçlarına göre koli hazırlama gibi görevler üstleniyor. Mobil ekiplerle mahallelerin ücra noktalarına, köylere malzemeleri taşımaya ve buradaki halka ulaştırmaya çalışıyoruz. Bunlar sıradan görünebilir ama bizler için de, dayanışma içinde olduğumuz bölge halkı için de böylesi davranmanın insani olarak çok gerekli olduğunu, değerli olduğunu düşünüyoruz.

“Tek gücümüz, tek dayanağımız kendimiziz”

– Halk gençliğine buradan nasıl bir çağrıda bulunursunuz?

– Bizler tüm halk gençliğini seferberliğe çağırıyoruz. Şu çok açık ki, bu deprem bugün ya da yarınla sınırlı kalabilecek bir felaket değil. Örneğin dün depremzedeler için ne kendi ne de sermayenin cebinden tek kuruş harcamaya kıyamayan devlet, eğitime ara vererek öğrenci yurtlarına gözünü dikti. Aralarında deprem bölgesinden giden öğrencilerinden olduğu binlerce öğrenci; tıpkı depremde yüz binlerce insanın evinden olması gibi, yurdundan oldu ve sokakta kaldı. Görüyoruz ki, bizim tek gücümüz ve tek dayanağımız kendimiziz. Dolayısıyla enerjimizi bulunduğumuz yerlerden bu ve benzeri durumlara karşı öfkemizi örgütlemeli ve deprem karşısında kendi dayanışmamızı örmeli, ırkçılığa geçit vermemeli, deprem bölgesindeki çalışmalara katılmalı; yani bu seferberliğe uygun şekilde harcamalıyız. Halkımızın gücünü, kendimizin gücünü ve mücadelesini açığa çıkarmaya çağırıyorum.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu