GüncelManşet

Yeni saldırılar ve hapishanelere yönelimin doğru okunması üzerine

H. Merkezi: Sincan F Tipi Hapishane’de bulunan tutsak Partizanlar son süreçte hapishanelere yönelik saldırıların yoğunlaşmasını kaleme aldı. “Ülkenin bir yanında en üst boyutta bir savaş varken, her gün tank atışları ile kentlerde evler yıkılırken, Cizre’de BM tarafından dahi yüze yakın insanın bir binada canlı canlı yakıldığı rapor edilmişken, devletin bu savaşta esir aldığı veya daha öncesinde mücadele içinde esir düşen devrimci tutsakların hapishane koşullarına yönelmeyeceğini düşünmek TC’yi tanımamaktır” diyen tutsakların yazısı şu şekilde:

 

Yeni saldırılar ve hapishanelere yönelimin doğru okunması üzerine

Ülkemizde sınıf mücadelesinin tüm önemli momentlerinde hapishaneler de özgünlükleri ile yerini almıştır. Devletin temel kurumlarından yani ezilenlere dönük baskı araçlarından biri olan hapishaneler, sınıf mücadelesinin de en çıplak haliyle yaşandığı yerlerden biridir. Ezilenlerin halka karşı uygulamış olduğu politikalar buralarda çıplak bir şekilde görülür. Halka dönük saldırı politikaları, kandırma politikaları vs. ilk bu mekanlarda gerçekleştirilir.

Bir yıla yakındır ivmelenerek devam ettirilen; başta Kürt halkı ve devrimcilere dönük saldırılar anında bu mekanlarda da yankılandı. İşkencelerden hak gasplarına kadar bir dizi haber basında yer almaya başladı. Bunların hepsinin ezen sınıfların örgütlü gücü olan devletin politikası doğrultusunda olduğu açıktır. Yani savaş politikasının direkt uzantısıdır.

Bu mekanlarda komünist ve devrimciler her dönem direnmiş, direnişler örgütlemiştir. Bu direnişlerin biçimleri üzerine tartışmalar yürütülmüş ve yeni biçimler geliştirilmiştir. Yine geliştirilecektir. Son süreçte hapishanelerde neler yaşandı, bunların anlamı nedir ve nasıl karşılamalıyız sorularına kısaca yanıt arayacağız.

Son süreçte bir kez daha hapishaneler devletin de duyarlı kamuoyu ve devrimci, komünistlerin de gündemine girmiş durumda. Her hapishanede irili ufaklı sorunlar ve özellikle de son süreçteki “Genelge” nedeniyle uygulamalar basına yansıyor.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, 26.03.2016 sayılı bir emir ile hapishane idarelerini yeni sürece uygun olarak şekillendirmeye başladı. Hapishanelerden gelen haberler bu yeni sürece göre şekillendirmenin henüz başladığını ve ağırlaştırılarak devam edeceğini göstermektedir. Örneğin ilgili CTE yazı-emri “Firara karşı alınacak önlemler” gibi bir perdenin altına saklanmıştır. (Belirtmek gerekir ki, firar bir haktır ve meşrudur. Bir özgürlük eylemi saldırılara bahane yapılamaz.) Tutsakların kantinden aldıkları, musluk suları kullanılmadığı için tek temiz su olanakları olan pet suları dahi sınırlandırılmış, kova-leğen gibi hapishanede hijyen için zorunlu olan malzemeler “7 kişiye 1 tane” gibi trajikomik bir hale büründürülmüşken bunlarla yetinilmeyip kitap ve yayınların sınırlandırılmasına yönelik hazırlıklara başlanmıştır. Tutsaklara sözlü olarak bildirildiğine göre yeni bir ”yönetmelik” hazırlanmakta ve bu yönetmelikte kişi başı 20 kitap ve 5 dergi sınırlaması getirilmektedir.

Son süreçte hapishanelerde yaşanan her olay basında bir şekilde yer alıyor. Fakat bu haberlerde ilgili hapishanedeki uygulamanın nasıl olduğu ne kadar insanlık dışı ve vicdansızca olduğu vb. anlatılıyorken uygulama, o hapishane ile sınırlı tutulmuş olduğu sanılıyor.

CTE Genel Müdürlüğü, devletin hapishane politikasını belirleyen kurumuyken devletin güvenlik bürokrasisinin de bir parçasıdır. Devletin topluma giydirmeye çalıştığı deli gömleğinin bir kolundan da hapishane denen üstyapı kurumunun başındakiler, yani CTE Genel Müdürlüğü bulunmaktadır. Ülkenin bir yanında en üst boyutta bir savaş varken, her gün tank atışları ile kentlerde evler yıkılırken, Cizre’de BM tarafından dahi yüze yakın insanın bir binada canlı canlı yakıldığı rapor edilmişken, devletin bu savaşta esir aldığı veya daha öncesinde mücadele içinde esir düşen devrimci tutsakların hapishane koşullarına yönelmeyeceğini düşünmek TC’yi tanımamaktır. Devlet şu ya da bu hapishanede, o hapishanedeki bir yöneticinin “keyfi” uygulaması görüntüsü altında diğerlerinden farklı kimi uygulamalara gidebilir/gidebiliyor. Basına da yansıyor bu durumlar. Elbette ki yaşanan her ayrıksı olay, kendi başında da teşhir edilmelidir. Fakat işin özünü kaçırmamak kaydıyla. Devletin bir bütün olarak hapishanelerde tıpkı daha öncesinde 1996 Mayıs genelgelerinde veya 19 Aralık öncesinde olduğu gibi yeni bir saldırı sürecine girdiğini, bunu da bir-iki yerde uçlaştırıp oraları “lokal” gösterip geneli kurtarma gibi bir politik hamleyi de kapsayacak şekilde hayata geçirmeye başladığını görmeliyiz. Tek tek yaşanan olayları atlamadan bütünde devletin harekete geçtiğini, yaşananların çözümünün de tek tek hapishanelerdeki direniş kadar, bir bütün olarak hareket etmekle sağlanabileceğini görüp, bunun araçlarını yaratmak gerekmektedir. Hapishanelerle ilgili aile örgütlenmeleri başta olmak üzere, Barolar ve insan hakları kuruluşları başta olmak üzere birçok sivil toplum örgütlenmesi olsa da, yaşananlar karşısında, sorunun yaşandığı hapishanelerdeki olaylarla ilgili birkaç protesto veya basın açıklaması ile yaşananlara dikkat çekmenin ötesinde bir şey yapılmış değil. Oysa ki devlet, tüm hapishanelere dair ve bütün kurumlarıyla koordineli olarak, içinde bulunduğu savaş sürecinin politik bir hamlesi olarak hapishanelere yönelmiş durumdadır. Böylesi bir saldırı buna denk bir dayanışma ve birliktelik olmaksızın geriletilemez.

Tecrit ve tecrit sistemi, “beyaz ölüm” veya zamana yayılmış ölüm olarak tanımlanıyorken, anlaşılan o ki yeni süreçte devlet, bu “zamana yayma”nın fazla uzun sürmesinden memnun değil ve yaşam hakkına saldırarak süreyi kısaltmak niyetinde. Fakat bunu da AB ve diğer uluslararası dengeler nedeniyle açık bir katliamla, en azından şimdilik, yapamadığı için tecritin ruhuna uydurarak yapmaya yönelmiştir. Örneğin “hücrelerde (onlar ‘oda’ diyor tabii) çok plastik malzeme var. Yangın çıkar” gibi uydurma güvenlik gerekçeleriyle petleri toplama yoluna gidip temiz içme sularını sınırlıyor. Petlerin verilmeyeceğini, bu keyfi uygulamanın kabul edilemeyeceğini bildiğinden bu uygulama ile direkt insanlara temiz su vermemeyi hedeflemiş oluyor. Plastik fazla olmasın diyerek, 7 kişi için 2 tane kova, bir tane leğen veriliyor. Hapishanelerde bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşması bu yolla daha da hızlandırılmış durumda. Fakat bunlarla yetinilmeyecektir. Siyasal yaşamın felç edilmesi için tutsakların politik çalışmaları engellenmeye çalışılacaktır. Tutsaklar sözlü olarak söylenen “yönetmelik hazırlığı” ve 20 kitap, 5 dergi sınırlaması bunun göstergesidir. Tutsaklar üretemez hale getirilip günlük yaşam faaliyetleri içinde ve su için dahi mücadele etmek zorunda kaldıkları bir “Yeni Türkiye’de”, “Başkan’ın Hapishaneleri”nde yaşamaya zorlanıyorlar.

Yaşananların asıl amacının halkla, devrimci tutsakların bağının koparılmak olduğunu, işçiye, emekçiye, Kürt halkına dayatılan yokluk ve geleceksizlik saldırısına yanıt olacak devrimcilerle halkın bağını var olduğu bir damar olan hapishanelerin, bu saldırılarla teslim alınmaya, en azından sindirilip etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı görülerek daha çok bir araya gelmek, bir aradalığın örgütlülüklerini oluşturmak, ortak bir karşı koyuşu örgütlemek kaçınılmaz bir görevdir. Hapishanelerle ilgili kurumların zayıflığı ve sorunlara karşı duyarsızlık giderilmelidir.

Topyekun savaş konseptinin bir ayağı olarak hapishanelerde saldırılar artıyor. Topyekun direnişin bir parçası olarak da hapishaneler ele alınmalı, ortak ve merkezi bir şekilde ele alınan direnişler organize edilmelidir.

 

Sincan F Tipi Hapishane’den tutsak Partizanlar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu