Güncel

YORUM | Direniş eşiğe, öfke kabına dayanıyor!

Bu çerçevede gerçekleştirilen, her eylem, söylenecek her söz, atılacak her adım, yaratılacak her örgütlenme sürecin önündeki taşları kaldıracak mütevazi birer adım olarak, sorumluluğumuzda bulunmaktadır.

Leyla Güven tarafından başlatılan açlık grevi direnişi; 180’li günlerine dayanırken; başta ülkemiz hapishaneleri olmak üzere dünyanın dört bir yanında gerçekleştirilen açlık grevleriyle büyümeye devam ediyor. Tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevleri, 30 Nisan’da dört hapishanede 15 kişinin katılımıyla başlatılan Ölüm Orucu eylemleriyle farklı bir evreye geçmiş bulunuyor.

Yüzlerce devrimci, demokrat, yurtsever kurum ve kuruluş tarafından sahiplenilen bu direniş tutsakların taleplerinin kabul edilmesi, seslerinin duyurulması için gerçekleştirilen eylemliliklerle büyütülmeye çalışılıyor. Newroz alanlarından, 1 Mayıs alanlarına taşınan bu direniş karşısından mevcut iktidar adım atmaktan ziyade, tek söz söylememekte, bu talebi yükseltmeye çalışanlara işkence, saldırı, ve gözaltıyla karşılık vermektedir.

Tutsak ailelerinin Gebze’de cezaevi önünde başlattıkları eylemler sonrasında anında 15 günlük eylem yasaklarıyla karşılık verme refleksine sahip olan devlet, talepler konusunda suskunluğunu korumakta, Adalet Bakanlığı başta olmak üzere devletin hiçbir kurumu konuya dair söz söylememekte polis-asker eşliğinde her gün yeni saldırılarla karşılık vermektedir.

 

Çocuklarının haklarını savunan annelere işkence uygulanıyor

Katliamların ardından adli tıp önünde çocuklarının bedenlerini isteyen anneler, işkence merkezleri önünde çocuklarının yaşamını savunan anneler, hapishane önlerinde çocuklarının haklarını savunan anneler, adımladığı her sokakta, gittikleri her yerde çocuklarının kemiklerini bedenini arayan anneler…

Anneler; bu ülkede bu şekilde anılır hale gelmiştir. Anneler bugün hapishane önlerinde, parklarda, meydanlarda sürüklenerek gözaltına alınıyor. İnsanlık dışı, keyfi uygulamaların mağduru haline getiriliyor. Dün Cumartesi insanlarını “terörist” ilan eden mevcut iktidar, tutsak ailelerinin sesine kulak tıkıyor.

Bu sesi bastırmak için her türlü saldırıyı gerçekleştirmekten geri durmuyor. Diyarbakır Koşuyolu parkında ailelerin sürüklenmesi, Kocaeli’nde ailelerin, vekillerin darp edilmesi, Bakırköy Cezaevi önünde nöbet tutan ailelerin, onlara destek vermek için cezaevi önüne gelen avukatların gözaltına alınması vekiller, avukatlar ve diğer ailelere biber gazı ve plastik mermiyle saldırılması tutsakların sesinin bastırılma çabasını göstermektedir.

Öfke kabına dayanıyor.

Diyarbakır’da gözaltına alınırken darp edilen, annenin “tedavi” edilmeyi kabul etmezken “5 aydır anneler sokakta, ben bu tedaviyi, kabul etmiyorum, Çocuklarımız ölüyor” çığlığı, insani bir çığlığın ifadesi oluyor.

Devlet ortaya koyduğu kör, sağır, dilsiz, ve saldırgan pratiklerle direnişçilerin taleplerinin duyurulmasını engellemeye çalışarak; içerde başlayan direnişin dışarda boyutlanarak büyümesini engellemeye çalışmaktadır. Bugün hapishane önlerinde gerçekleştirilen pervasız saldırıların sebebi budur. Devlet tarafından gerçekleştirilmek istenen tutsakların talepleriyle kitleler arasına duvar örmek, dışarda gelişebilecek kitle hareketlerinin önünü almaktır.

Bugün dışarıda belli bir kamuoyunun oluşmasına karşın; bu eylemliliklerin büyüyüp geliştirilmesi sorumluluğu her zamankinden daha yakıcı bir hale gelmiştir.

Özyönetim serhildanlarından bu yana çokça dillendirilen “Bizi öldürürse, bu sessizlik öldürür” çığlığı direnişin geldiği noktada bir gerçeği ifade etmektedir. Faşizm tüm saldırılarıyla bu sessizliği meydana getirmeye çalışırken tutsak ailelerinin “Çocuklar uyurken sessiz olunur, Ölürken değil” ifadesi sürecin yakıcılığını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Açığa çıkan öfkenin örgütlenmesi, bu uygulamaların geniş kitlelere teşhir edilmesi önümüzdeki sürecin dinamosu olarak karşımızda durmaktadır.

Ekonomik, kriz, işsizlik, yoksulluk cenderesine sıkıştırılmaya çalışılan emekçilerin, her gün yeni hak gasplarıyla geleceksizliğe mahkum edilmeye çalışıldığı bu süreçte, Kürt ulusunun demokratik talebi olarak karşımıza yıkan ve yığınların öfkesini açığa çıkaran tecrit saldırılarına karşı, yürütülecek politik mücadele egemenlerin estirmeye çalıştığı şovenizm rüzgarına ezilenler cephesinden yükselecek bir cevap olarak karşımızda durmaktadır.

Bu çerçevede gerçekleştirilen, her eylem, söylenecek her söz, atılacak her adım, yaratılacak her örgütlenme sürecin önündeki taşları kaldıracak mütevazi birer adım olarak, sorumluluğumuzda bulunmaktadır.

 

*Bu yazı Leyla Güven’in direnişinin 180.günlerinden hemen önce kaleme alınmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu