GüncelMakaleler

YORUM | Filler tepişiyor, soğuk bir yel esiyor, hava ezilenlerden yana…

"Ülkemizin mühendislik harikası olan sistem partilerine halkın öfke ve bilincinin dolmaması için sürecin ciddi derecede okunması gerekiyor. İşsizliğin boy gösterdiği bir ortamda işçi sınıfı içinde kümelenmek ve burada patlayacak ana dair plan ve programlar hazırlamak gerekiyor"

ABD’de gerçekleşen seçimlerin ardından Trump ve Clinton arasında yaşanan tartışmalarda öne çıkan en önemli konu savaştı.

Trump seçimler sırasında Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybettikten sonra, Savcı Mueller’ın Trump hakkında vatana ihanet suçlamasından vazgeçmesi üzerine kendine yeni müttefikler bulmuş ve bu tartışmalar ekseninde ABD askeri güçlerin düşüncelerini destekleyecek bir düşünce ile öne çıkmıştı.

Bu savaş için öncelikli olan bir ekonomik savaştı. Aslında Trump’ın bu dönüşü Clinton’un düşüncesine denk düşer şekildedir. Dolayısıyla Trump net bir biçimde Clinton’un düşüncesine geri dönüş yapmış ve bunu ABD’nin yeniden yüklenmesi şeklinde tanımlamıştı.

ABD emperyalizmi 6 aydır bu düzlemde bir politika yürütmekte ve ekonomik temellere dayanan bir savaş politikasını hayata geçirmeye çalışmaktadır. 2. EPS’nin sonundan bu yana mevcut tabloya baktığımızda emperyalizm için Pazar artık miadını doldurmakta ve bunun yeniden dizaynı öngörülmektedir.

Öyle ki oyunun kuralları şeklinde ortaya konulan stratejik tanımlama ve saldırılar yeni ittifaklar içinde değişim zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bilinmelidir ki emperyalist kapitalist kriz çıkış çabası içinde yeni bir dizi ittifak ve dizayna ihtiyaç duymaktadır. Bugün strateji uzmanları genel anlamda ittifakların yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve bunu gecikerek yapanların bedelini ağır ödeyecekler şeklinde yorumluyorlar.

ABD emperyalizmi Ortadoğu’da yaşadığı yenilgiler silsilesinin hala sancısını yaşamaktadır. Trump başkan olmadan sancıların aşılmasının en masrafsız olması gerektiğini birçok demecinde belirtmiş ve silah yerine ekonomik baskılara ihtiyaç olduğunu belirtmişti.

Bugün ABD’nin saldırı gerçekleştirdiği ülkelere genel olarak baktığımızda bu ülkelerle kapsamlı bir ticaretinin olmadığı bu askeri saldırıların ise uşakları tarafından hayata geçirildiği bilinmektedir. dolayısıyla ABD saldırmak istediği ülkeye önce bir görevli tayin etmekte ve onu ekonomik bir baskıya tabi tutmaktadır. ABD yakın zamanda Venezüella, Küba, ve Nikaragua’yı ekonomi saldırı ve kuşatma kararı almıştır.

Bu yaptırımlar, ABD’nin Amerikan kıtasındaki hiçbir yabancı gücün Batı Avrupa’ya müdahale etmeyeceğini ifade eden “Monroe Doktrini” ne bir atıftır. Çin ise Amerika kıtasının ABD’nin özel mülkiyeti olmadığını ilan etmiş bulunmaktadır. Monroe Doktrinin ise ABD emperyalizminin saldırılarını meşrulaştırmak gibi bir özelliğe sahip olduğunu bilmektedir.

 

ABD’nin yaptırımlarının çapı

Bugün ABD yaptırımları en az yirmi ülkeyi ilgilendirmektedir. Bunlar Belarus, Birmanya, Burundi, Kuzey Kore, Küba, Rusya Federasyonu, Irak, Lübnan, Libya, Nikaragua, Suriye Arap Cumhuriyeti, Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti, Sırbistan, Somali, Sudan, Güney Sudan, Ukrayna, Yemen ve Zimbabwe. Bu, ABD Hazine Bakanlığının yardımıyla Pentagon tarafından yürütülen çatışmaların fazlasıyla hassas bir haritasıdır.

Bu hedefler hiçbir zaman Monroe Doktrini’nin belirttiği gibi sadece Ortadoğu, Doğu Avrupa, Karayipler Körfezi ve Afrika’dadır. Bütün bu bölgeler daha 1991 yılından itibaren Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde  kapsamında ortaya konulan v emperyalizmin bir pazar dizaynı olan Yeni Dünya Düzeni politikasında bütünleşmesi gereken bölgeler olarak geçmiş ve Başkan baba George Bush tarafından listelenmiştir.

Bunu yapamadıkları ya da yapmak istemedikleri düşünülerek, 2001 yılında Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve silahlı kuvvetler dönüşüm danışmanı Amiral Arthur Cebrowski tarafından bu ülkeler markaja alınmış ve yaptırımlar uygulanmıştır.

Bugüne geldiğimizde ise ABD emperyalizminin ekonomik baskı ve yaptırımları karşısında savaştan çıkmış veya savaşın sancılarını hala yaşayan ülkelerin ne yapacağı tartışma konusudur. Özellikle Suriye bu tartışmada başat konumdadır. Venezuella ise bu ekonomik savaş denilen politikayı deneyim etmektedir.

İlaç ithal edemeyecek duruma gelen Venezuella’da 2011’deki savaştan önce bu alanda çok önemli bir üretici ve ihracatçı olan Suriye ile bir anlaşma imzalamıştı.  Türkiye ve cihatçılar tarafından imha edilen fabrikalar, Halep’te yeniden inşa edildi. Ama henüz daha yeniden açılmış iken, makineleri çalıştırabilecek elektrik yokluğundan yeniden kapanmak zorunda kalmışlardır. Gözüne kestirdiği ülkelere baskı yapmak için müttefiklerine de baskı yapmakta ve bu ülkeleri de tehdit ederek piyasanın mafyası olduğunu ilan etmektedir. Örneğin, Birliği’nin de arasında yer aldığı bir dizi müttefiklerine ciddi sorunlar yaratmaya başlamış durumdadır.

Avrupa Birliği, Küba’ya yatırım yapan şirketlerine yönelik ABD’nin el koyma tehditlerine sert tepki göstermiş ve  bu durum karşısında  DTÖ’nün tahkim mahkemesine başvuracağını söylemişti. AB’nin bu tepkisi karşısında ticaret yapamayacağını anlayan baba Bush yönetimi Paul Wolfowitz tarafından geliştirilen, Wolfowitz doktrinini hayata geçirdi.

Paul Wolfowitz  Rusya Sosyal Emperyalizmine karşı mücadele etmek için kendini baba Bush’un hizmetine sunan bir Troçkist düşünürdür. Volfowitz, on yıl sonra oğul Bush döneminde Savunma Bakan Yardımcısı olmuş, ardından da Dünya Bankası Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Geçen yıl, Hillary Clinton’a destek vermiştir.

1992’da ABD’nin en tehlikeli rakibinin Avrupa Birliğini olduğunu ve Washington’un AB’yi siyasi ve hatta ekonomik olarak çökertmesi gerektiğini yazmıştı. Bu kapsamda ABD’nin Avrupa birliğinin ortaya çıkış sürecinde dayattığı  Maastricht Anlaşması’nda AB’yi kendi karşısında etkisiz bırakmıştır. AB’nin  sırasıyla Bosna-Hersek, Kosova, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen’de Pentagon’a verdiği tam desteği bu anlaşma gereğincedir. Dolayısıyla AB NATO’nun hükümranlığının arkasında yerini almıştır.

Bu açıdan NATO AB’nin bir zinciridir. Zira NATO demek AB’nin dış politikadaki zinciri demektir. Avrupa Birliğinin kurucu anlaşmaları nedeniyle, NATO’dan ve dolayısıyla ABD’den bağımsız hareket etmesi ve kendini tek başına ayrı bir güç olarak ortaya koyması imkânsızdır. Dün İran ve bugün de Küba’ya karşı geliştirilen yaptırımlar karşısındaki “itiraz” daha baştan başarısız olmaya mahkûmdur.

 

Hakim sınıfların krizi derinleşiyor

SSCB’nin sona ermesi ve devamında ortaya atılan küreselleşme safsatası içinde ideolojik bombardımana tutulan ezilenlerin mücadelesi aslında emperyalizmin kendi dikensiz gül bahçesini yaratma hedefinden başka bir şey değildi. Bu süreçte ortaya çıkan düşünsel akımlar ve daha da ötesi emperyalizmin mutlak hakimiyeti tartışmaları söz konusudur. Ancak tüm bu tartışmaların da ötesinde bu bir kriz değil tamamen temel bir olguyu ifade ediyor.

Zira emperyalizmin dünya pazarı üzerindeki tahakkümü yoksulluğu, yıkımı daha boyutlu hale getirmiştir. Sovyetlerin yıkılmasının ardından ortaya atılan küreselleşme safsatasının gerçekliğinin olmadığı kendini açık biçimde göstermiştir. ABD’nin politikalarının çerçevesine baktığımızda serbest ticaret tasarrufunun pek te kolay olmadığını göstermektedir.

Serbest ticaret yeteneğine sahip olan belki de tek ülke Çin’dir. Hal böyleyken AB’de bu durum karşısında kendisini yeniden inşa tartışmalarını da yürütmektedir. AB üyesi bir çok ülke ABD’nin çemberinden kurtulmak gerektiği konusunda anlaşırken başta Polonya ABD’ye hizmet edeceğini Andrzew Duda tarafından dile getirmiştir. İngiltere ise bu durum karşısında AB’den çıkmıştır.

Emperyalistler arası derinleşen bu kriz ilerleyen zamanlarda ciddi bir rekabet ve krizin ortaya çıkacağını ortaya koymaktadır. Bu umun şimdilik ABD eliyle bir ekonomik yaptırım şeklinde ilerlediği bir gerçektir. Ancak bunun bir sınır noktasına varacağı ve ciddi bir çatışmaya dönüşeceği açıktır.

Ortadoğu bunun en net biçimidir. Emperyalistler arası bu dalaş hakim sınıfların giderek güç kaybettiğini ortaya koyuyor. Ortaya çıkacak bir dizi çelişkinin halk kitleleri nezdinde bir zafere dönüştürülmesi elzem bir görevdir. Ortadoğu’da bunun birçok örneği yaşanmıştır. Bu dalaşın ülkemizdeki yansıması giderek derinleşen bir kriz ile kendini gösteriyor.

17 yıllık iktidarı ile AKP her tarafından su sızdırmaktadır. Dolayısı ile AKP’nin yaşadığı kriz kurumsallaştığı devlet mekanizmasının izdüşümüdür. Yerel seçimler tablosu bunu gösteriyor. Kitlelerin arayış ve umudunun olduğu, bunun da bir alana kanalize olduğunu ortadadır.

Ülkemizin mühendislik harikası olan sistem partilerine halkın öfke ve bilincinin dolmaması için sürecin ciddi derecede okunması gerekiyor. İşsizliğin boy gösterdiği bir ortamda işçi sınıfı içinde kümelenmek ve burada patlayacak ana dair plan ve programlar hazırlamak gerekiyor.

Yaklaşan 1 Mayıs sürecinde hakim sınıfların krizinin emekçilerin bir krizi olmadığı vurgusuyla süreci geniş bir perspektifler hazırlamak önemlidir. bu açıdan 1 Mayıs hazırlığımız takvimsel olarak değil sınıfın patlama koordinatlarını okumakla ve tespit etmekle mümkündür.

Bir ÖG okuru

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu