Makaleler

102. Yılında Ermeni Soykırımını bir kez daha lanetliyoruz!

Dağılıp parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nun sıkışıp kaldığı ve zorla elinde tuttuğu topraklar üzerinde yeni bir ulus devlet yaratmak için, İmparatorluk sınırları içinde kendi topraklarında yaşayan Ermeni milliyeti 24 Nisan 1915 tarihinden itibaren dönemin İttihat ve Terakki hükümeti tarafından soykırıma uğratılarak 1.5 milyon Ermeni katledildi.

Adım adım planlanarak yapılan soykırım, sadece Ermeni milliyeti ile sınırlı değildi. Rum, Süryani, diğer ulus ve azınlık milliyetler de Osmanlı’nın hedefleri içindeydi. Soykırımın Ermenilerden başlaması dönemin iç ve dış politik gelişmelerinden ayrı düşünülemez. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Alman emperyalizminin saflarında savaşa katılan Osmanlı İmparatorluğu, Ermenilerin Rusya saflarında savaşa katılacağını öne sürerek soykırım yapmaya karar verdi. Ermenilerin Erzurum’da yaptıkları bir kongrede savaşta tarafsız kalacakları kararı almalarına rağmen, Osmanlı, Ermenilerin yaşadıkları toprakları tamamen denetimine almak için sürek avı başlattı.

Osmanlı ilk olarak olası bir isyana ön ayak olmamaları için İstanbul’da Ermeni aydın ve düşünürlerini tutukladı. Tutuklanan aydınlardan 1000 kişi idam edilerek katledildi. Bu katliamın ardından 60 bin Ermeni vatandaşı zorla askere alındı ve Osmanlı kışlalarında katledildiler. Bu katliamları, Ermenileri yaşadıkları yerlerden toplu olarak bir merkezde toplaması izledi. Kadın, çocuk, yaşlı, hasta demeden toplanan Ermeniler toplu olarak Suriye çöllerine doğru sürüldüler. Ermenilerin geçtiği yollar üzerine yerleştirilen, çeteler ve Osmanlı askerleri tarafından toplu olarak katledildiler. Suriye’ye çok az sayıda olan Ermeniler de, burada hayatlarını kaybetti. 1.5 milyon insanın katledildiği soykırımdan geriye kalan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler ise, korku içinde kendilerini gizleyerek yaşamak zorunda kaldı.

Osmanlı 10 Haziran 1915 tarihinde ”Ermenilere Ait Mal, Mülk Ve Arazilere Uygulanacak İdare Hakkında” isimli bir kanunla, soykırımla katledilen Ermenilerin geride kalan tüm toprakları, mal varlıkları, para ve altınları ülkede Osmanlı eliyle yaratılmak istenen yeni burjuvaziye dağıtıldı. Bugünün Sabancı Holding gibi komprador burjuvazisi, Ermenilerin varlıkları üzerinden zenginleşmişlerdir.

Ermeni Soykırımı’nda Osmanlı kadar dönemin Alman hükümeti de bu soykırımdan doğrudan sorumludur. Osmanlı ordusu içinde görev yapan Alman subayların bizzat yer aldıkları bu soykırımdaki payını Alman hükümeti hiçbir zaman resmi olarak kabul etmemiştir. Ermeni katliamının 100. yılında Alman parlamentosunda kabul edilen Soykırım oylamasına başbakanın katılmaması ve sonrasında “parlamentonun aldığı karar hükümeti bağlamaz” açıklaması dahi, Alman emperyalizminin soykırımdaki payını hala kabul etmemesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bir devamı olan yeni Türk devleti de şiddetle soykırımın yaşandığını reddederek Osmanlı’nın bu konuda da devamcısı olduğunu kanıtlamaktadır. Ermenilerin el konulan toprakları ve mal varlıkları geride kalan Ermenilere geri verilmediği gibi, Ermenilere karşı düşmanlık hala sürmektedir. Hrant Dink’in bu kin ve nefret sonucu bizzat devlet eliyle katledilmesi bu düşmanlığın tipik bir örneğidir. Dink davası hala sürmektedir. Yaptıranlar ve katledenler açıkken, olayın üstü örtülerek, katledilme bireyselleştirilerek kapatılmak isteniyor.

1923’te Kemalistlerce kurulan yeni Türk devleti, Osmanlı’dan aldığı katliamcı ve inkarcı geleneğini 95 yıllardır sürdürüyor. Ege’de yaşayan Rumların 1923’te topraklarından sökülüp Yunanistan’a sürülmeleri, 1950 yılında 4-5 Eylül olaylarıyla İstanbul’da Rum iş yerlerinin yağma edilmesi ve Rumların sürgün edilmeleri, Yahudilere karşı yapılan düşmanlıklar ve asimilasyona tabi tutulmaları ilk akla gelenlerdir.

Osmanlı’dan Türk devletine devredilen bu soykırımcı, inkarcı politikadan en fazla “nasibini” alan uluslardan biri de Kürtler olmuştur. Yüzyıllardır kendi yaşadıkları topraklarda katliama uğrayan, sürgüne gönderilen, köyleri yakılıp yıkılan Kürt ulusu, Kemalistlerin kurduğu yeni Türk devletinin kurulmasından hemen sonra katliama uğradılar. 1925 Şeyh-Sait ve 1938 Dersim katliamları ilk akla gelenlerdir. Bunu diğer katliamlar izlemiş ve günümüze kadar da sürmüştür.   

Kürtlerin hiçbir zaman ulusal haklarını tanımayan Türk devleti, en demokratik hakları bile vermeye yanaşmadı. Kendi dillerinde eğitim yapmayı bir yana bırakan, Kürtçe konuşmanın yasak olduğu bir ülkede bundan dolayı insanların hapisle cezalandırıldığı vb. uygulamaların haddi hesabı yoktur.

Daha yakın tarihe baktığımızda geride nasıl bir katliam bilançosunun olduğunu rahatlıkla görebiliriz. 1990 ile 2017 tarihleri arasında on binlerce Kürt emekçisi katledildi. 17 bin faali belli cinayetin işlendiği, 5 milyon Kürt köylüsünün sürgün edildiği, binlerce köyün yakıldığı uygulamaların benzerlerini bugün AKP hükümeti yapıyor.  Sur, Lice, Şırnak vb. birçok il ve ilçenin yerle bir edildiği, onlarca insanın evlerin bodrum katlarında üzerlerine benzin dökülerek yakıldığına şahit olduk.

Kürtlerin hiçbir yasal kuruluşuna izin verilmediği, milletvekili ve parti başkanlarının tutuklandığı, 2015 Temmuz’undan bu yana 83 belediye başkanı tutuklanmış, 85 belediyeye kayyum atanarak el konulmuştur. Bugün hala 15 bin Kürt hapishanelerde esir tutulmaktadır.

Anayasanın 18 maddesinde yapılan değişiklikle ”Türk Tipi Cumhurbaşkanlığına” geçmek için 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan ve 2.5 milyon sahte oyla “kazanılan” referandumla, rejim hakim sınıfların ihtiyaç duyduğu düzeyde değiştirilerek, baskı ve katliam daha da artacaktır.

Faşist diktatörlükle yönetilen, hiçbir demokratik hakkın olmadığı, kan ve can pahasına kazanılan kısmi hakların da çok rahatça rafa kaldırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. 15 Temmuz 2015 tarihinde yapılan darbe girişimini ”Allahın bir lütfü” gören AKP, Olağanüstü Hal Kanunuyla yönettiği ülkeyi açık bir hapishaneye dönüştürmüştür.

Mevcut sistem içinde Ermeni Soykırımının kabul edilmesi ve bu tarihsel haksızlığın giderilmesi de, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını kazanmaları da Türkiye’de yaşayan diğer milliyetlerin tüm haklarının yasal güvenceye alınması da ancak ve ancak Demokratik Halk Devrimi’yle mümkündür. Onun dışındaki hiçbir yol Türkiye’de ulusal ve azınlıklar sorununu çözemez. (Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu