GüncelMakaleler

MAKALE | Türk Dış Politikasında S-400 Kördüğümü

"Toparlarsak eğer, S-400’ler üzerinden dönen tartışmaların toplamı esasen bir bölgesel var olma, savaşta paydaş olma ve ganimetten nemalanma sürecinde kiminle ortak olunacağı tartışmasıdır. Burada Kürt hareketinin varlığı ve savaşımı kimi yan gerekçelerle birlikte bugün TC’yi Rusya’nın kucağına bırakmıştır"

Mevzu politika olduğunda, her olgunun kendisi ile ilişkili başkaca olaylarla ölçümlenme zorunluluğu, genel olarak görünenin/yansıyanın başkaca niyetlerin sonuçları olarak var olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle mevzu burjuva manada politika olduğunda, nerdeyse ortadaki şeyin bir illüzyon derecesinde yansımalar taşıyabileceği, esasen devrede genelde başkaca şeylerin var olduğu ise iki kat gerçektir.

Birkaç yıldır tartışmaları sürmekle birlikte özellikle teslim tarihinin yaklaşması dolayısıyla alevlenen S-400 krizi, Türk dış politikası açısından birden çok başlıkta değerlendirmeyi hak eden bir gündem maddesi olarak tam da böylesi bir kurguya işaret ediyor. Özellikle Japonya’daki G-20 zirvesinde Trump ve Erdoğan arasındaki görüşmeler ve Trump’ın geçmişe göre yumuşayan üslubu suyun biraz daha dinginleştiğine işaret olarak yorumlanmış olsa da meselenin burada kalmayacağı gayet açık.

Deli deliyi görünce sopasını saklarmış tadındaki bahse konu görüşme, her ne kadar TC basınında Erdoğan’ın Trump’ı iknası/zaferi şeklinde yansıtılmış olsa da Trump’ın genel yaklaşımının ABD dış politikasına değil temelde kendi İç politikasına yönelik olduğunu “Olayı Obama dönemimde Patriotların Türkiye’ye satılmaması bu hale getirdi” mealindeki açıklamasından da okumak mümkün.

Bu anlamıyla aslında S-400 krizini tartışmaya Türk dış politikasının özellikle Arap Baharı sonrasında daha da ivmelenen dönüşümü/çöküntüsü ile ölçmek gerekiyor.

Zira TC devletini güncelde Amerikan masasında otururken Rus masasına el sallatan gerekçeleri görmeden söz söylemenin eksik olacağı aşikardır. Tabi burada bir parantez de “yeni Türkiye” diye lanse edilen sistemin politik ekseni ve yönetsel tarzına da açmak gerekiyor, zira hali hazırdaki yönetsel sistem ile dış politika ittifaklarının da arasında ciddi bir ilişki olduğu açık.

 

Dış Politika’nın Rus Ruleti

Konu özgülündeki en kapsamlı soru esasen şudur: AKP ve Erdoğan’ı “komşularla sıfır sorun” mottosu ile çıktıkları dış politika serüveninde bugün dünyanın neresinde bir savaş varsa, misalen Libya’ya kadar elinin olduğu bir pozisyona hangi saikler taşımıştır?

Burada ilk etken kuşkusuz AKP’nin çeşitli ekonomik etkenlerin de bir sonucu olarak, ancak temelde onun ideolojik temeline ve fetihçi zihniyetine dayanan Ortadoğu yönelimi ve Arap Baharı sonrası bölgesel ilişkilerin rekreasyonunda pay kapma hevesidir.

Bu noktada bölgesel liderlik söylentileri temelde ideolojik ve siyasal temelinin de dayandığı İhvan geleneğine ve bu siyasal hareketin Arap Baharı süreci ve sonrasında bölgede emperyalist planların tecelli ettirilmesindeki rolüne dayandırılabilir. Bu noktada AKP, bölgede soğuk savaş mirası ilişkiler Amerikan politikasının yakalayacağı bir noktadan bükülürken sürece dahil olmuş, cihatçı çetelere kol kanat germiş, özellikle Suriye’ye yönelik müdahalede Körfez ülkeleri ile birlikte savaşın finansörlerinden olmuştur.

Dikkat çekici nokta, ibrenin nerede Rus politikasına döndüğü, hala Amerika’nın “stratejik ortağı” iken neden bir anda Rusya’nın dümen suyuna girildiğidir? Sorunun cevabı, Amerikan politikasının zayıflığı, Esad güçlerinin yenilgi ihtimalini berhava etmesi vb verilerle desteklenebilmekle birlikte TC açısından ana omurgasını Kürt Hareketinin teşkil ettiği, Suriye’de Rojava güçlerinin yarattığı kazanımların Türk dış politikasını (ve esasta iç politikasını) da doğrudan belirlediğini belirtmekte fayda vardır.

Nasıl ki “barış süreci”nde masanın dağıtılması, zamanında Ahmet Davutoğlu’nun da dediği gibi “Kürt Hareketi’nin Kobane’de yenilmemesi” ile ilişkili olduğu gibi, aynı zafer Türkiye’nin de Rusya’ya yakınlaşması ile ilişkilidir… Burada Rusya elçisinin öldürülmesi, Rus uçağının düşürülmesi vb etkenler konuya dahildir, lakin ana neden  kesinlikle Kürt Hareketi ve onun zaferidir.

Tabii meselenin bir de Rusya ayağı vardır. Rusya, Ortadoğu özgülünde tarihsel yöneliminin bir sonucu olarak ve özellikle kimi iç sorunlarını halletmesinin ardından (Çeçenistan vb) yeniden bölgesel hegemonya çabalarını hızlandırmıştır.

Bunun bir ayağını Müttefiklerinden Çin’in küresel piyasaları kontrol edecek düzeyde artan ticari hacmi oluştururken, esasını ise Rusya’nın Sovyet döneminden kalma müttefiklerinin rejimlerinin Arap Baharında yaşadığı yıkım belirlemektedir. Bu ahvalde sürecin Suriye ayağında sahaya inen Rusya özellikle Kürt Sorunu özgülündeki yaklaşımı ile Türkiye’yi yanına çekmekte zorlanmamıştır.

Gelinen aşamada özellikle Rusya ile ilişkide İdlib kırsalında yaşanan düğümlenme, Türkiye’nin cihatçı çetelere kalkan olması, Rusya’nın birkaç kez ertelemiş olsa dahi kaçınılmaz operasyon seçeneğini masada tutması ve son olarak Suriye rejim güçleri ile TSK arasında yaşanan çatışma sürecin geleceğinin sallantıda olduğuna işaret etse de, Kürt sorunu ile ilişkili olarak ABD’nin ikircikli tutumu değişmediği müddetçe Türkiye’nin Rus ekseninden çıkması da mümkün görünmemektedir.

 

Türkiye Truva Atı mı?

Anlaşıldığı üzere S-400’ler üzerinden dönen tartışmalar aslında dış politika ekseninin seyri ile ilintilidir ve silahın askeri kabiliyeti bu noktada ikincildir. Yoksa hali hazırda Türkiye sınırları içerisinde zaten konuşlu halde çeşitli NATO ülkelerinin Patriot füzeleri mevcuttur.

TC’nin 2000’li yılların ortalarından beri kendi hava savunma sistemini edinme derdi de defalarca ABD ambargosundan mütevellit tartışılmıştır. Misalen Obama yönetimi zamanında Patriotlara müşteri olan Türkiye daha öncesinde de Çin’in CPMIEC şirketinin geliştirdiği FD-2000 savunma sistemlerini almaya niyetlenmiş, ancak şirketin ABD yaptırım listesinde olması ve NATO’dan gelen itirazlar sonucunda geri adım atmıştı. Özcesi, bugün bu geri adımdan bir kaçınma eğilimi varsa bunun temeli dış politika ittifaklarındaki eksen kaymasından başka bir şey değildir.

Yoksa  Erdoğan, F-35 projesinin ortağı, ABD’nin Stratejik dostu (!) olarak herhalde Japonya’da verdiği 100 adet Boing marka uçak alma sözü ile süreci yürütebileceğini sanıyor olamaz. Ya da tersi bir yerden NATO’nun S-400’lerin NATO sistemine entegrasyonu olmayacağını ifade ederken başka üye ülkelerin de Rus hava savunma sistemini kullandığını bilmiyor olamaz.

Toparlarsak eğer, S-400’ler üzerinden dönen tartışmaların toplamı esasen bir bölgesel var olma, savaşta paydaş olma ve ganimetten nemalanma sürecinde kiminle ortak olunacağı tartışmasıdır. Burada Kürt hareketinin varlığı ve savaşımı kimi yan gerekçelerle birlikte bugün TC’yi Rusya’nın kucağına bırakmıştır.

Gelgelelim NATO’nun ve ABD’nin hegemonya sisteminin bir parçası olarak Türkiye’nin Rusya ile dansı, esasen dış politika beceriksizliklerinin sarhoşluğu ile vardır ve bu sarhoşluk sadece dış politikayı değil ülke içerisindeki AKP diktasının da sallantısını büyütmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu