GüncelMakaleler

ANALİZ | “Yüzümüzü Sokağın Gerçeğine Dönelim!”

"Heteroseksizm devrimcilerin birliğine de ciddi zarar vermektedir. LGBTİ+ları hasta, sapkın, yoz olarak gören örgütler tarafından lubunyaların mücadelesi “tehlikeli ve bölücü” olarak görülse de esasta devrimcilerin birliğini heteroseksizm bölmektedir. Bu anlamıyla mücadele yoldaşlarımızla ideolojik savaş yürütmek de kendi içimizde mücadele yürütmek kadar önemlidir."

Söz konusu lubunyalar olduğunda artık belirli oranda söylediğimiz sözler var. Kimin kabul edip etmediğinden bağımsız, faşizmin baskısı altında bir araya gelip sokakları dolduran lubunyalar mücadeleyi sürdürüyor. Bugün hala bazı devrimci örgütler gerçeği kabul edememiş olabilir.

Yüzeysel yaklaşımlar söz konusu olabilir. Bazı devrimci örgütler oportünist yaklaşıyor olabilir. LGBTİ+ hareketinin açmazları ve sorunları olabilir. Ancak bu yazının konusu bütün bunlar değildir. Bu yazının konusu heteroseksizme karşı mücadelenin gerekliliği ve atmamız gereken somut adımlardır.

Neden “heteroseksizm”?

Başka bir sürü şey varken bir de yeni bir terim olarak neden heteroseksizmi kullanalım? Ataerki zaten bunu da kapsamıyor mu?” gibi bazı sorulara cevap vermek için tanım olarak yeni ama esasen eski bir kökeni olan bu sistemle tanışalım.

Heteroseksizm yalnızca ‘kadın’ ve ‘erkek’ arasında yaşanan heteroseksüel cinselliği normal, doğal ve kabul edilebilir sayan, heteroseksüel olmayan bütün cinsel pratikleri, arzuları veya erotik duyguları anormal, sapkın veya hastalıklı olarak kabul eden toplumsal bir sistemdir… Heteroseksizm, kadınlar ve erkekler arasındaki cinselliğin ‘normal’ olduğu kanısına dayandığı için ikili toplumsal cinsiyet rejimini pekiştirir. İnsan bedenlerinin toplumsal alanda kadın ve erkek olarak karşılıklı ve keskin çizgilerle belirlenmiş iki kategoriye ayrılması, bu kategorilere sığmayan bedenlerin ve kadınlık – erkeklik performanslarına uymayan yaşantıların ‘anormal’ ilan edilmesi heteronormatif düzenin çekirdeğini oluşturur.” (Seçin Tuncel, “Heteroseksizm”, Feminist Bellek)

Heteroseksizm, özel mülkiyete dayalı cinsiyetçi toplumun kurumsallaşmış bir bileşenidir.” (Füruzan Ege, “Heteroseksizm, LGBTİ+ Hareketi ve Kadın Özgürlük Mücadelesi”, Sosyalist Kadın)

Heteroseksizm örneğinde, heteroseksüel norma uymayan kişiler, suçludurlar, doğal değildirler, hastadırlar, yozlaşmışlardır; salgın hastalık ve zehir saçarlar; aileyi, devleti, doğal düzeni ve insanlığın geleceğini tehdit ederler.(Vanessa Baird, “Cinsel Çeşitlilik, Yönelimler, Politikalar, Haklar ve İhlaller”, Metis Yayınları)

Heteroseksizmin bu tanımları, aynı zamanda meselenin neden kolektifimizin meselesi olduğunu da ortaya koysa da daha geniş tartışabilmek ve kavrayabilmek için mevzuyu biraz derinleştirelim. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte insanlığın yeni bir toplum biçimine geçtiği gerçeği hepimizin asgari müştereği. Bu yeni mülkiyet yapısı toplumu sınıflara böldü. Engels’in de tespit ettiği gibi kadın emeğinin kıymetinin erkeğinkinden düşük sayılmaya başlaması ile de ilk sınıf savaşımı başlamış oldu. Bu süreçte miras hukuku da dahil bir dizi toplumsal kabulün değişmeye başlamış olmasının yanısıra toplumsal cinsiyet rollerinin de yeniden düzenlendiği bir süreçtir. Cinsiyet kimliklerindeki ve cinsel yönelimlerdeki akışkanlığın ve çeşitliliğin ikili cinsiyete ve heteroseksizme indirgenmeye başlaması da bu döneme rastlar. Birçok bilimsel veri bu süreçte kadının cinselliğinin de (yalnızca heteroseksüel olanının değil) görünmez kılındığını ortaya koymaktadır. Erkeğin cinselliğinin ise -bu ezen sınıfın her türden cinselliğinin- ne denli görünür olduğunu görmekteyiz. Ancak yine erkeğin erkiyle ilişkili olan tek eşli heteroseksüel aile ve devlet aygıtı oluşmaya ve güçlenmeye başladıkça erkeğin cinselliği de o sınırsız iktidarını yitirir ve sınırları gittikçe keskinleşen rollere indirgenir.

Bütün bunların hepsi önceden planlanmış bir sistemle olmaz elbette. Soyun ve sermayenin devamlılığı, mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkileri vb.nin toplumsal yapıda yarattığı değişimlerdir. Ancak bu değişimler cinsiyet çeşitliliği ve cinsel yönelimlerdeki akışkanlığı yok edemez. Yalnızca belirli kurallarla kontrol altına almaya çalışır. Bu kurallar devlet aygıtının ortaya çıkmasıyla daha sistemli bir hale gelmeye başlar. Devletin ilkel hallerinde erkek eşcinselliğinin daha kabul edilebilir olduğu ancak kapitalist devlete doğru gelirken erkeğin kadınsılaşmasının, eşcinsel ilişkiler yaşamasının önüne geçecek yaptırımlar koyulmuştur. Hatta o güne kadar pek de önemsenmeyen kadın eşcinselliği dahi görülmeye ve yaptırımlara tabi tutulmaya başlamıştır. Kriminilizasyon yerini zamanla modern tıbbın nimetleri ile patalojikleştirmeye bırakır.

Cinselliğin ve cinsiyet kimliklerinin baskı altına alınması lubunyalar açısından “sadece cinsellikle” sınırlı kalmaz. Bu ne demektir? Lubunyaların toplumsal yaşama katılımı ve günlük ihtiyaçlarını giderebilmeleri imkansızlaştırılmıştır. Cinselliğin yaşanmasının ve cinsiyetin performansının yasaklanması ya da ablukaya alınması bunun bir yanıyken bütün yaşamsal gerekliliklerden mahrum edilme diğer yanıdır. Bu anlamıyla heteroseksizm, heteronormativiteye uymayanların yaşamdan tecriti anlamına gelmektedir.

Lubunyaların yaşamlarını baskılayan şey tek başına “sadece farklı oldukları için uğradıkları bir ayrımcılık ya da ötekileştirme” değildir. Ataerki gibi başkaca sistemlerle ilişkisi olan, “lubunya olmayanları” da etkileyen, yaşamın bir bütününde varolan, özel mülkiyetle direkt bağlantılı bir sistemdir. Ataerkiyle sıkı bağlantısı nedeniyle sık sık telaffuz edilmese de heteroseksizm, ikili cinsiyet algısı ve heteronormativitenin sistemleşmesini tanımlar. Bu nedenle de telaffuz edilmemesi, kullanılmaması, indirgenmesi halihazırda “çok da önemli olmayan” bir mevzunun görünmez kılınması demektir. Adını anmaktan imtina ettiğimiz heteroseksizmin üzerimizdeki etkisi devrimci saflarda yarattığı zayıflık ve ideolojik sığlıktır üzerinden atlama ve geçiştirme isteği.

Güncel anlamıyla heteroseksizm

Tarih boyunca suç, günah, hastalık argümanlarıyla gelişip serpilen heteroseksizmin varlığı kazanılan mevzilerle zayıflamış mıdır? Batı Avrupa daha az mı heteroseksisttir? Aslında bunun hem böyle olduğunu hem de böyle olmadığını söyleyebilir miyiz?

Lubunyaların hak ve özgürlük talebi 20. ve 21. yüzyıllarda ete-kemiğe bürünmüş ve örgütlülüğe dönüşmüştür. Bu talepler ilk etapta daha çok heteroseksüellerle eşit olma talebi üzerinden şekillense de zamanla hareketin içindeki tartışmalar ve kazanımlarla gelişip adaletle birleşmiştir. Nedir bahsini ettiğimiz adalet? Trans bir kadınla na-trans bir kadının eşitliği su götürmez bizler açısından ancak aynı zamanda özgünlüğün de görülmesi gerekir.

Zira kadınlığın na-trans kadın için anlamı farklı, trans kadın için farklıdır. En basit örnek ile ele alacak olursak cinsiyet uyum sürecindeki bir transın lazer epilasyona duyduğu ihtiyaç ile na-trans bir kadınınki arasında fark vardır. (Lazer epilasyon örneği bilinçli olarak seçilmiş bir örnektir. Trans kadın Diren’in tutsaklığı sürecinde zindanda yaşadığı zorluklar ve gördüğü işkence bazı çevrelerce lazer epilasyon talebi cımbızlanarak indirgenmiş, küçümsenmiş ve hatta görmezden gelinmişti. Bu vb. durumlar devrimciler arasında da maalesef oldukça yoğun biçimde yaşanıyor.) Sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gibi temel haklar lubunyalar açısından eşitliğin sağlanmasının ötesinde adaletin de sağlanmasını içerir. Bu tartışmalar özellikle bazı coğrafyalarda bazı hakların kazanılmasıyla daha da derinleşmiştir.

Aynı zamanda bu hakların kazanılmasıyla birlikte hak temelli mücadelenin tek başına yeterli olmayacağı bir kez daha ispatlanmıştır. Hak arama mücadelesinin önemi ve aciliyeti bir yana LGBTİ+ hareketinin devrimle buluşması gerekliliği hareketin gündeminde bazen çok zayıf kalsa da her zaman olmuştur. Hareketin ilerleyişi bu tezleri ve tartışmaları genişletmiş ve hatta transfeminizm, kuir teori gibi ideolojik ilerlemelerin yanında devrimci örgütlerin program ve tüzüklerinde gelişmelere önayak olmuştur.

Özgürlük ve adalet, sistemin yeni tipte saldırılarının arasında daha derin anlamlar kazanmaktadır. 21. yüzyılda da tekrarlanageldiğinden de anlaşılabileceği gibi özel mülkiyetli sistemin kendisini devam ettirebilmesinin yolu mevcut ilişki biçiminin sürmesine bağlıdır.

Bu ilişki biçimi, gelinen aşamada zamanına ve varlık zeminine uygun olarak düzenlenen ancak özü aynı sömürü biçimlerine dayanan bir haldedir. Bir ilerleme gibi görünen bu sömürü biçimleri sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden na-trans kadın ve erkek arasındaki geleneksel ilişkiye dönmeye teşnedir. “Kabul” ettiği eşcinsel ilişkiyi de aslında hiçbir zaman “kabul” etmemiştir. Eşcinsel evlilikler geleneksel aile kurumuna entegre edilebildiği oranda kabul görmektedir. Translar “normal” bir erkeğe ya da kadına yakın oldukları oranda onaylanmaktadır. Bu haklar da kazanılmış diğer haklar gibi sistem içerisinde her an yeniden gasp tehdidiyle karşı karşıyadır.

Bu durum elbette bazı hakların kazanıldığı ülkeler için geçerlidir. Bir de bizimkisi gibi LGBTİ+ların varlığının reddinin bile resmi makamlarca henüz birkaç yıldır yapıldığı ülkelerde işler daha karmaşıktır. 2000’li yılların başında gerçekleşen bir Bahar Ankara Buluşması’nda katılımcılardan birisinin belirttiği önemli bir vurgu vardır: “Askeri psikiyatri eşcinselliği hastalık olarak kabul ediyor; ordu ile ilgili yasalar bunu tanımlamış durumda. Psikoseksüel bozukluk… Diğer yasalarda bu hiç yok. Bence eşcinsel ilişkinin yasak olması bile şu andaki durumdan daha ileri bir adım olur. Çünkü tanınma durumu vardır orda.” (BaharAnkara Buluşması, 2002, KaosGL)

Bugün gelinen noktada ise aynı yıl seçim çalışmaları kapsamında “Eşcinseller de bizim vatandaşımız” diyen Erdoğan’ın “Lezbiyen mezbiyen, yok öyle bir şey” çıkışıyla ve “Büyük Aile Yürüyüşleri” ile devlet varlığımızı resmi olarak tanıdı ve lubunyaları “yoketmek” için kolları sıvadı.

Peki bu gerçekten olabilir mi? LGBTİ+ olmak yasaklanabilir mi? Aslında evet, yasaklanabilir. Ama tarih de gösterdi ki durdurulamaz. İşin bir yanı bu, diğer yanı hala “kapitalizm artığı, dış güçlerin oyunu, düşman sızması” diyen devrimci örgütler. Bütün bunların lubunyaların günlük hayatlarında bir karşılığı var. Heteroseksizm bilinçli ya da bilinçsiz olsun tabii ki sadece lubunyaları değil lubunya olmayanları da abluka altında tutuyor. Ancak konumuz bu da değil. Bütün bunların burada yazılmasının sebebi kafamızda ne kadar net bir resim oluşursa heteroseksizmi o kadar iyi anlayabileceğimiz düşüncesidir. Zira nedeni niçini bu net resimdedir.

Gündelik yaşamın eleştirisi

Kişiler arası ilişkilerde de heteroseksizm her gün yeniden üretiliyor. Eşcinsel birey ailesine açıldığında birileri tarafından yoldan çıkarıldığı, etki altında kaldığı düşünülüyor. Kimi zaman da aileler ‘normale döner’ düşüncesiyle çocuklarını ruh doktorlarına götürüyorlar. Yine aynı saikle aileleri tarafından zorla evlendirilen eşcinseller normalleşmek bir yana büsbütün ikili, şizoid bir hayata itiliyorlar. Eşcinseller sosyal ilişkilerinde de sorunlarla karşılaşıyorlar.

İş ve okul, arkadaş çevresinde dedikoduya, alaya, aşağılanmaya, kimi zaman kaba şiddete maruz kalıyorlar. Özellikle kişinin dış etkilere çok açık olunduğu ergenlik evresinde alınan darbeler kişilik gelişimini sakatlayarak belki bir ömür boyu sürecek izler bırakıyor. Gizli dışlama ise belki de en zor olanı… Açıktan yapılmadığı için mücadele etmenin, karşı koymanın çok zor olduğu bu durum en çok da görece ‘modern’, ‘demokrat’, ‘özgürlükçü’ çevrelerde görülüyor.

Aile iş, arkadaş çevresi benimsediğini söylese bile hasta muamelesi yapmaya devam ediyor ve sinema, eğlence, toplantı gibi en basit etkinliklerde bile çaktırmadan ayarlamalara gidiyor. Yine kabul etmiş gibi görünen bazıları içten içe yadırgamayı sürdürerek kafalarındaki soruları, ikilemleri paylaşmıyorlar. Biraz da hata yapma korkusuyla sessiz kalınıyor. İnkar, görmezden gelme, tepkisizlik ile karşılaşılıyor. Ayrımcılık elbette ki tek tek bireylerin, grupların tavırlarına indirgenerek anlaşılabilecek bir durum değil. Sistemin kurumları, işleyişi ayrımcılığın bizatihi kaynağı...” (Çağlar Doğan, “Günlük Hayatta Heteroseksizm”, Bianet)

Bu alıntıda da görebileceğimiz gibi toplumsal yaşam içerisinde heteroseksist politikaların günlük yaşamda bir karşılığı var. Bu karşılık kolektifimiz gibi mevzuyla ilgili bir derdi olan örgütler tarafından da net biçimde sorgulanmalı. Dünyayı temellerinden sarsacaksak bu temellerden birisinin de heteroseksizm olduğunu anlamamız gerekiyor. Sorguladığımız oranda anlayacak, anladığımız takdirde kitlelerle buluşma imkanlarını genişletecek politikalar üretebilir hale geleceğiz. Bu konuyla ilgili Özgür Gelecek gazetesinde yayınlanan “LGBTİ+ Kitlelerin Mücadelesinin Neresinde Olacağız?” başlıklı analiz yazısı oldukça açıklayıcıydı. Ancak bunu ilerletmek zorundayız. Gündelik yaşamı sürdürürken bu anlamıyla kendimizi ne kadar sorguluyoruz? Politikalarımız hakkında ne kadar düşünme ihtiyacı hissediyoruz?

Öncelikle lubunyalara yönelik ürettiğimizi düşündüğümüz politikaların esasta lubunya olsun ya da olmasın bir bütün halk kitlelerine yönelik politikalar olduğunu anlamak zorundayız. Böyledir çünkü yazının başlangıcında da bahsettiğimiz gibi erkeğin erki zamanla erkeğin kendisini de sınırları çizili bir hale indirgemiştir. Bu anlamıyla heteroseksüel na-trans erkeğin kurtuluşu da heteroseksizme karşı mücadeleden geçmektedir.

Yürüttüğümüz bütün politikaların lubunyalarla ilgili bir yanı vardır. Bugün hangi alanda faaliyet yürüten militanlar olursak olalım, o alanda açık kimlikli bir lubunya olup olmamasından bağımsız o alana uygun lubunya politikalarını düşünmek zorundayız. Zira daha az önce belirttiğimiz gibi mesele sadece lubunyalar değildir. Öncelikli olarak lubunyalardır ama sadece değildir.

Heteroseksizm devrimcilerin birliğine de ciddi zarar vermektedir. LGBTİ+ları hasta, sapkın, yoz olarak gören örgütler tarafından lubunyaların mücadelesi “tehlikeli ve bölücü” olarak görülse de esasta devrimcilerin birliğini heteroseksizm bölmektedir. Bu anlamıyla mücadele yoldaşlarımızla ideolojik savaş yürütmek de kendi içimizde mücadele yürütmek kadar önemlidir.

Lenin “Örgütlenme Üzerine” başlıklı çalışmasının “Nereden Başlamalı” bölümünde “…mesele hangi yolu seçmemiz gerektiği meselesi değil, bilinen yolda hangi pratik adımları atmamız gerektiği ve bu adımları nasıl atacağımız meselesidir. Bu da pratik çalışmanın sistemi ve  planı meselesidir. Ve kabul edilmelidir ki, pratik faaliyette bulunan bir parti için temel bir mesele olan, mücadelenin niteliği ve metotları meselesini henüz çözmüş değiliz; bu durum da hala ortaya acıklı bir ideolojik tutarsızlık ve yalpalama çıkaran ciddi görüş ayrılıklarına yol açmaktadır” der.

Kolektifimizin lubunya politikaları açısından durum o denli “acıklı” olmasa da mesele kadınlara ve gençlere havale edilmekte ya da mevcut olanla yetinilmektedir. Oysa heteroseksizmin tarihsel kökenlerini anlamak için daha fazla okuma ve araştırmaya yönelmek, bununla birlikte LGBTİ+ların gündelik politikasını takip etmek, bu politikaların sadece takipçisi değil uygulayıcısı da olmak, lubunyaların mücadele tarihini öğrenmek, kolektifimiz içerisinde lubunyafobik ya da heteroseksist şiddete karşı mücadele yönetmeliği oluşturmak gibi pratik görevler önümüzde durmaktadır. İtalyalı devrimci lubunya Mario Mieli çıkardıkları bildirilerden ve yazdıkları tezlerden el sallıyor.

Stonewall Direnişinin kraliçeleri Silvia Rivera ve Marsha P.Johnson eylem kılavuzluğu yapmaya hazır. Bir “Ankara kızı” olan Dilek İnce, Esat-Eryaman faşistlerine ve devlet-mafya-polis işbirliğine karşı gösterdiği cüretle umudun ateşini harlıyor. Biz yeter ki yüzümüzü sokağın gerçeğine dönelim.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu