Emek

Biraz sessizlik lütfen! Ölü çocuklar uyuyor…

Sabah kalkıp en güzel elbiselerimi giydim. Ne de olsa bayramda güzel giyinmek ve güzel kokular sürmek gerekir. Ben de geleneği bozmadım ve böyle yaptım. Tam giyinirken birden kulağıma bir ses ilişti. Yere bir şey damlıyordu sanki. Tavana baktım acaba su mu damlıyor diye. Tavan kuruydu herhangi bir belirti yoktu. Ama yerde kan izleri vardı. Birden elbiselerimin kan içinde olduğun fark ettim. “Pat pat” diye elbiselerimden kan damlıyordu. Hızla dolabı açtım. Elbiselerimin üzerinde çocuk eli izleri vardı. Hani küçükken elimize boya sürüp kağıda yapıştırırız ya aynı onun gibiydi ama bu oyun değildi. Sonra kulağıma çığlıklar gelmeye başladı. Bunların hepsi kıyafetlerimin olduğu yerden geliyordu. Dikiş sesleri, çocuk bağırtıları ve daha bir sürü ses. Sese iyice kulak verdim. Biri benim adımı seslenerek: “Ey büyük insan, hazır mısın beni dinlemeye?” dedi.

Şimdi soruyorum size hazır mısınız “hikayeyi” okumaya?

Afrikalı, Asyalı, Amerikalı… Çocuk işçilerden bahsediyorum. Büyük firmaların, timsah gözyaşlarıyla büyük medya kuruluşlarının önünde yaptıkları “iyilikleri” sıralarken, üzerlerindeki elbiselerden ve masalardaki yiyeceklerden dökülen kan damlalarından bahsediyorum. Duyuyor musunuz sesleri? Biraz sessizlik lütfen, ölü çocuklar uyuyor.

Birkaç soruya ne dersiniz?

Çikolatanın ham maddesi kakao için Fildişi Sahilleri’nde yaş ortalaması 3 olan 20 binden fazla çocuğun çalıştığını duydunuz mu? Bir dikiş hatası yüzünden 15 çocuğun fabrikadaki görevliler tarafından ayakkabılarla dövüldüğünü ve ironik bir şekilde, artık gelenekselleşen bu ceza şekline Asyalıların “nayklanmak” dediğini biliyor muydunuz? Güzelleşmek adına kullanılan makyaj malzemelerinin, dünyanın öbür ucunda yaşayan küçücük çocukların hayatlarını etkilediğini biliyor muydunuz? Çocukların günde sadece ortalama 1 dolar için 10 saat çalıştığını; koşullar yüzünden daha 18’ine gelmeden birçoğunun psikolojik ve fiziksel anlamda sağlıksızlaştığını; her yıl yüzlerce çocuğun o pahalı kumaşlar için öldüğünü bilmek ne acı bir şey değil mi?

Sormak istiyorum şimdi. Gerçekten de acı duyuyor musunuz? Birçoğunuzun tepkisini duyar gibi oldum: “Tabiiki de canım ne diyor bu yazar, kim acı duymaz ki” dediniz bile. Peki o zaman, son bir soru. Elinize diken battığında acı duyarsınız ve hemen tepki gösterirsiniz. Ya dikeni çıkartır ya da parmağınızı emersiniz. Acı duymak aynı zamanda tepki vermektir çünkü. Şimdi tekrar soruyorum, acı duyuyor musunuz? (Biraz sessizlik arkadaşlar, ölü çocuklar uyuyor.)

Küçük bir beden ve iki büyük el

Başlığı okuduğunuz da küçük bedenlerin büyük emektar ellerinden bahsedeceğimizi sanmış olabilirsiniz. Ancak hayır! İki büyük elden kastımız bambaşka. Gelin ilk elden başlayalım. Birinci el: cinsel şiddet eli. Çalışan binlerce çocuk gördükleri fiziki ve psikolojik şiddetin yanı sıra bir de cinsel şiddete maruz kalıyorlar. Birçok çocuk işyerinde taciz ve tecavüze maruz kalıyor. Bu durum sonrası intihar edenlerin ya da ilerleyen yaşlarda ciddi ve kalıcı psikolojik sorunlar yaşayan çocukların sayısı açıklamaların kat kat üstünde.  Dünyada binlerce çocuk “seks işçiliği” yapmak zorunda kalıyor. Hal böyle olmasaydı bir çocuk işçi kendisine sorulan soruya ( gelecekten beklentiniz ne?) “Ne geleceği, bir beklentim yok” cevabını verir miydi?

Kanlı dolaba geri dönelim mi? “Hikâyenin” başındaki dolaptan bahsediyorum. Elimi elbiselere attım. Acı bir çığlık geldi. Meğer aynı anda Filipinler’de bir çocuğun üzerine kaynar kazanda bulunan katran dökülmüş, meğer aynı anda İstanbul’da kağıt toplayan 6 yaşındaki çocuğun bedenini tramvay ezmiş. Meğer o çığlık benim elimeymiş. Sağır ve körmüş elim. Çocuk o yüzden sesiyle ve kanıyla bana gelmiş. İşte ikinci el. İlk el kadar suçlu olan ikinci el bizim elimiz. O kadar sustuk, biraz daha susalım arkadaşlar. Ölü çocuklar uyuyor.

Peki ya şimdi!

“Biliyor musun?

İyi bayramlarımı kaybettim ben.

Sahile minik bedeni vuran bir mülteci çocuğun anne niyetine sarıldığı dalgalarda yitirdim ne kadar iyi bayramlarım varsa.

Açgözlülüğümüz ile ufacık lokmalarını bile ellerinden alıp açlığa terk ettiğimiz milyonlarca çocuğun açlığında kaybettim ne kadar iyi bayramlarım varsa.

İhtiraslarımız için savaşlardan savaşlara koşarken sefalete sürüklediğimiz sayısız çocuğun üşüyen ellerinde kaybettim bütün iyi bayramlarımı” Adem Özbay’ın sözleriyle giriş yapalım yazımızın son bölümüne. Tekrar kullanalım ellerimizi o güneş yüzlü çocuklar için. Tekrar kalkalım ayağa Afrikalı kara çocuklar için. Aç kulaklarını ve gözlerini insan! Aç, çocuklar için.

Bizler mücadeleyi yükselterek ve bu alanda yoğunlaşarak bu yağma düzenin çocuk bedeni ve ruhu üzerindeki prangasını kırabiliriz. Şengal’de susuzluktan ölen çocuk da, Hindistan’da minik bedeni iş koşullarına dayanamadığı için ölen çocuk da bize haykırıyor şimdi: “Ya susun ölü çocuklar uyuyor çünkü. Ya da ayağa kalkın ölmesin çocuklar.”

(Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu