GüncelMakaleler

DENGÊ AZADÎ | Barış Söylemleri Arkasına Gizlenen Savaş Politikaları ve Ukrayna-Rojava Hattı

"Örgütlenilmesi gereken, bugün savaş gerçekliği içerisinde örgütlemek zorunda olduğumuz şey, özellikle Rojava ve Türkiye’de halkın kendi iktidarını alabilmesi için örgütlü gücünü büyütmesidir. Bu da her şeyden önce burjuva dar görüşten, sosyal şovenizmden kurtulmayla mümkün hale gelir."

“… ‘Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır. Yani Şiddet araçlarıyla’… Bu görüşü şimdiki savaşa uygulayın. Göreceksiniz ki, yıllar yılı, neredeyse yarım yüzyıldır, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya’nın hükümetleriyle yönetici sınıfları, sömürgeleri yağma etme, yabancı uluslara zulmetme, isçi sınıfı hareketlerini ezme politikasını gütmüşlerdir. Bugünkü savaşta izlenen politika da, işte tıpkı bu politikadır.” (Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 16)

Bugün Karadeniz’in kuzey kıyılarında patlak veren savaşa, mevcut ülke yönetimlerinin ve onların burjuva efendilerinin nasıl bir gayeyle yaklaştıklarını ortaya koyabilmek için siyasetlerinin ne olduğuna bakmak gerekmektedir. Kapitalist dünyanın en iyi yaptığı, illüzyon, manipülasyon, sahtekarlık ve yalan politikalarından da böylelikle sıyrılabilinir. En nihayetinde Mao yoldaşın çokça dillendirilen sözünde olduğu gibi; “Savaş kan dökülen siyaset, siyaset ise kan dökülmeyen savaştır”.

Türk devletinin de Rusya’nın Ukrayna’ya dönük işgal saldırılarına yaklaşımını en berrak olarak ortaya konulabileceği yöntem onun yalan propagandalarından arındırılmış olarak izlediği siyaset ve faşizan uygulamaları gözönünde bulundurmaktır.

Günümüz emperyalistlerinin hepsi, Rusya’nın Ukrayna’ya dönük saldırılarının ardından yeniden barış elçileri gibi diyalog ve müzakere çağrılarında bulunmaktadır. Ancak NATO’nun milyarlarca dolarlık meblağlara ulaşan silahları BM, ABD “yardımlarıyla” Ukrayna’ya aktarılmaktadır.

Bu barış yanlısı(!) sömürgeci devletlerin Ukrayna-Rus savaşı sonrası ilk NATO zirvesinde attığı adım, Slovakya, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan’dan oluşan yeni bir “dörtlü muhabere grubu” oluşturmak oldu.

Rus devleti ise kendi bir avuç oligarkının çıkarına, NATO’nun yayılmacı politikalarını kendi işgalciliği için bir zemine dönüştürdü.

Emperyalist sömürgeciler ve onların yönetimde bulunan burjuva sınıfı için mesele, emek gücünün son damlasına kadar sömürülmesidir. Yani emperyalist bu savaşların amacı, yabancı uluslardan emekçi sınıfların kendi ezen sınıfları tarafından sömürülmesine hizmet etmektedir.

Tüm bu süreçler, çatışmalı ya da çatışmasız ilerlerken Türkiye, Ukrayna ve yukarıda isimleri anılan dört ülke gibi ülkeler, emperyalist yağma düzeninin yerli işbirlikçileridir. Bu işbirlikçiler, savaş dönemlerinde arkalarında bulunan kapitalist devletlerin doğrudan kara orduları olurken, çatışmasız süreçlerde emekçi sınıfların sömürülmesinde aracılık ederler.

Burjuvazi bu nedenle bütün kavramlara, uzaktan bakıldığında erdemlilik, etik vb. kavramlarla şekillendirilen başkaca kavramlara kendi yağma politikalarının elverdiği gibi kullanır.

Kavramlar; onların ağızlarında bir sakıza, ellerinde bir hamura dönüşür. Söz ettikleri barış, barış değil; söz ettikleri eşitlik bir eşitlik değildir. Kullandıkları bu kavramlardan kendi sömürü çarklarına su taşıma potansiyeliyle, ezilen halkın rızasını oluşturmayla yararlanırlar. Uşak devletler ise, bu tartışmalara yaklaşım konusunda en riyakar davranabilenleridir. Türk devleti ve onun sözcüleri Ukrayna-Rus savaşında diyalogcu, barış yanlısı bir söylem kullanageldi. Hatta bu konu da “Batı’nın hiçbir adım atmadığı”nı söyledi.

Ancak…

Rusya’nın işgal saldırılarına karşı yaptırımlara dahil olmadı.

Ukrayna’ya SİHA satmaya devam etti. Bu SİHA’lar satılırken, bunları üreten faşist firmanın sahibi Ethem Sancak bir grup Vatan Parti’liyi de yanına alarak Rusya’ya af dilemeye gitti. SİHA’ları üreten bu holding Ukrayna’nın geniş düzlüklerinde çiçek sulamak için sattıkları Bayraktar’ların bu şekilde kullanılacağını bilmiyormuş…

Antalya’da Rusya ve Ukrayna’nın dışişleri bakanları Türkiye’nin arabuluculuğuyla Antalya’da ağırlandı. Fakat Türkiye nasıl oluyorsa dünyanın her yerine savaş ihraç eden NATO’nun üyesi arabulucu bir ülke. Rusya ve Ukrayna’nın dışişleri bakanları 10 Mart’ta bir araya geldi, aynı ilde bir gün sonra NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile TC devlet yetkilileri görüştü.

Bugün sözde barış ve müzakere kanallarını yaratmaya çalışan bu ülke, daha geçtiğimiz yıl yine SİHA gösterileriyle Karabağ savaşında Ermenistan’ın karşısında Azerbeycan’ın yanında savaşa aktif katılım sağladı.

İsrail siyonizminin Filistin halkına uyguladığı katliamcı politikaları bir yanda dururken, bir anda İslamcılığı-Müslümanlığı doruklarda yaşayan AKP hükümeti, BAE’ye “İsrail ile ilişki kurarlarsa büyükelçimizi çekeriz” diyordu. Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u 9 Mart tarihinde Ankara’da ağırladı. Erdoğan, “Karadeniz’de de Akdeniz’de de ne varsa bulup çıkartacağız”, “3’üncü nükleer santrali kuracağız” söylemlerini sarf ederken TSK Libya’da savaşın sahadaki aktif figürlerinden biri olarak konumlanıyordu.

Şimdi Türkiye’nin yaklaşık yarım asırdır değişmeyen tek siyasetine yani Kürt ulusuna dönük katliam, inkar, yok etme saldırılarına bugün çok kullanışlı kavram olan barış, müzakere ve diyalog üzerinden yeniden bakalım.

Kuzey Irak’ta yüzlerce askeri üs oluşturan Türk Devleti neredeyse her gün Medya Savunma Alanları’nı savaş uçaklarıyla bombalıyor. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin etkin olduğu bölgelerde kullanışlı çeteler aracılığıyla savaşı sürdürüyor. Efrîn ve birkaç bölgeyi daha kendi işgalci askeri güçleriyle elinde tutuyor ve adı konmamış valiliklerle buraları yönetmeye çalışıyor.

Daha bu yılın 20 Ocak’ında Türk Devleti’nin açık silah desteğiyle Hesekê’de Sinaî Hapishanesi’ne dönük IŞİD saldırıları gerçekleşmiş ve 121 QSD’li güvenlik görevlisi şehit düşmüştü. Bu saldırıların başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Türk devleti YPG kontrolündeki birçok bölgeyi karadan bombalamaya başladı. Tüm bunlar, Türk Devleti’nin Rojava’ya dönük askeri saldırganlığında her an tetikte olduğunu göstermektedir.

Yanardönerlikte sınır tanımayan, işine geldiğinde bir cengaver gibi dolaşan işine geldiğinde bir pısırığa dönüşen bu faşizan teşkilat, eline geçen her fırsatı her tarihi dönemeci, her boşluğu Kürt kazanımlarını yok etmek için fırsata dönüştürmeye çalışmaktadır.

Böyle bir fırsat geçmediğinde ise kendi kendini bombalayarak uyduruktan bir bahane bile yaratmaktadır. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız” sözleri bu devletin neler yapabileceği ve ne kadar barış yanlısı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bugün pasifist bir çizgide bile olsa toplumlar tarafından yükseltilen barış çağrıları yeni işgalci politikaları bir nebzede olsa frenletmekte, yavaşlatmaktadır. Fakat bu her zaman böyle gitmeyecektir de. Çünkü işgalciliğe ve yağmaya odaklanmış burjuva devletler, açıktan yürütülen bir işgal savaşından cesaret almaktadır.

Ancak sorun bunların ne yapacağı, savaşlarının nerelere kadar varabileceği sorunu değildir. Bu burjuva pespayeliğe nasıl son vereceğimiz, bu emperyalist savaşlara karşı iç savaşları, devrimci savaşları nasıl yükselteceğimiz sorunudur.

Bugün Ukrayna’ya yönelik saldırıda da olan halka oluyor. Türk Devleti’nin de böylesi çekişmelerde kurban olması eğer bekleniyorsa olanın yine halka, bize olacağını görmek gerekir. Sorun bunların emperyalist dünya sisteminde birbirlerini tasfiye etmeleri değildir.

Örgütlenilmesi gereken, bugün savaş gerçekliği içerisinde örgütlemek zorunda olduğumuz şey, özellikle Rojava ve Türkiye’de halkın kendi iktidarını alabilmesi için örgütlü gücünü büyütmesidir. Bu da her şeyden önce burjuva dar görüşten, sosyal şovenizmden kurtulmayla mümkün hale gelir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu