GüncelManşet

Günlerimizi “Gökkuşağı Günleri”ne dönüştürmek için…

Tarih 11 Eylül 1973’ü gösterdiğinde Şili 15 yıl boyunca zulüm ve baskının en ağır haline tanık olacağı bir gelişme ile karşı karşıyaydı. Şili ordusunun başkomutanı Augusto Pinochet önderliğinde ABD destekli gerçekleştirilen askeri darbe ile beraber mevcut hükümet devrildi; böylece Şili toprakları yıllar boyu sürecek olan gözaltında kayıplara, tutuklamalara, işkencenin her haline ve infazlara şahit olmaya başladı. Tüm siyasi partilerin etkinliğini durduran askeri cuntanın esasta saldırdığı kesim ise devrimci, demokrat ve muhalif her kesim oldu. Askeri cunta ezilenlerin mücadele hattına yönelik saldırı politikasını benimseyerek binlerce kişiyi tutukladı, yüzlerce kişiyi infaz etti. Pinochet’in başkomutanlığını yaptığı cuntanın iktidarda kaldığı 17 yıllık dönemde 130 bin kişi tutuklanırken yaklaşık 2 bin 279 kişi infaz edildi, binden fazla kişi gözaltında kaybedildi, 30.000 civarında kişi işkence gördü ve binlerce kişi sürgün edildi. Askeri cuntanın devletin bekasını sağlamlaştırmak için uygulamaya koyduğu tekçi anlayışın dışında kalan, bu anlayışa karşı çıkan her kesim yok edilmek ve sindirilmek isteniyordu. Medyadan yargıya her araç ise bu anlamda etkili araçlar olarak kullanılıyordu. 15 yıl boyunca hükmünü süren askeri diktatörlüğün ardından “demokratikleşme” adı altında referanduma başvurulan Şili’de başkanlık için adaylığını koyan Pinochet’e “Hayır” sonucunun çıkmasıyla askeri cunta sona erdi.

Şili Ulusal Edebiyat Ödülü sahibi ünlü yazar Antonio Skármeta’nın “Gökkuşağı Günleri” isimli kitabı askeri cuntanın son günleri ve referanduma giderken 15 yıl boyunca yaşananların bıraktığı izleri aktarıyor. Muhalif bir felsefe öğretmeni olan Santos öğretmen ile oğlu Nico ve reklamcı Bettini ile kızı Patricia’nın gözünden dönemi anlatan yazar Skármeta, kitabını reklamcı Bettini’nin askeri cunta tarafından “Evet”; muhalif kesim tarafından ise “Hayır” kampanyası yürütmesi üzerine gelen teklif üzerine kurguluyor.

“Gökkuşağı Günleri”ni okurken baskı ve zulüm politikalarının ağırlıkta olduğu askeri cunta günleri kapkaranlık bir his uyandırıyor. Bu karanlığı anlamak için şu bölüme alıntılamakta fayda var: “Filmo centro sinema’sının yönetmen odasında diktatörlük nedeniyle çektikleri ıstırapları ifade etmek isteyen gönüllüler bir araya toplanmıştı: kayıp anaları, tacize uğramış kadınlar, işkence görmüş gençler, aldıkları darbelerden böbrekleri mahvolmuş işçiler, sağır ihtiyarlar, evsiz işsizler, üniversiteden kovulmuş gençler, bilekleri kırık piyanistler, meme uçları köpeklere parçalatılan kadınlar, kayıp bakışlı memurlar, aç çocuklar…” Devamında 50 yaşlarındaki bir kadının çalan gitar eşliğinde karşısında gözaltında kaybedilen eşiyle hayali olarak dans ettiği bölüm devletin zulmünü anlamamıza yardımcı oluyor. Yazar bilinçli olarak bunu yapıyor; nitekim muhalif olan herkesin tutuklandığı, gözaltında kaybedildiği, işkenceye uğradığı, infaz edildiği; halkın sindirilerek bireyselleşmenin dayatıldığı günler elbette ki karanlık! Yani “karanlık günler” teması için özel bir çabaya gerek yok! Diğer yandan bu karanlık tünelin sonundaki aydınlık ise Bettini’nin devrimci ve demokratların “Hayır” kampanyası için hazırladığı reklam filminde sunuluyor. Askeri cuntanın elinde olan medyanın “demokratikleşme adına 15 dakikalığına “Hayır” kampanyasına yer vermesi ile halkın %53’ü, Pinochet ve beraberinde askeri cuntanın 15 yıl boyunca yaşattıklarının devam etmesine “Hayır” diyor. Referandum sonrasında halktaki değişimlere de kısa bir bölümde yer veren yazar, yılgınlığa teslim edilmek istenen bir halkın 15 yıllık baskı ve zulme son vermesiyle teslim olmamayı seçmesini aktarıyor. Artık işlerinden bir an önce evlerine dönmeye bakan asık suratlı insanlar gülüyorlar ve sokaktalar…

 

Bir kelime olarak “Hayır” ve ona kazandıracağımız anlam

Meclis Genel Kurulu’nda geçtiğimiz haftalarda yapılan oylamalarla anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesinin ardından referanduma giden yol açıldı ve referandumun Nisan ayının ilk yarısında gerçekleşmesi bekleniyor.  Referandum gündeminin yoğun olarak tartışıldığı yaşadığımız topraklarda Şili’de 1987’de yapılan referandum da sık sık gündeme geliyor. “Evet” ve “Hayır” kelimelerinin oldukça önem kazandığı bu süreçte, AKP/Erdoğan “Hayır” kelimesine dahi tahammül gösteremiyor; “Hayır” kampanyası yürüten pek çok kurum gözaltı, tutuklama ve şiddet sarmalıyla karşı karşıya kalıyor. Şili’de “demokratikleşme oyunu”yla sunulan referandum sürecinde “Hayır”a dair söz söylemenin yasak kılınması, muhalif bir kampanyanın 15 dakikalık bir reklama sığdırılmaya çalışılmasına benzer olarak gelişen sürecin bir benzeri de TC devleti tarafından örülüyor. Devletin saldırı politikalarının açığa çıkışında bir milat olarak kabul edilen 7 Haziran Genel Seçimi sonrasında yoğunlaşan biat ettirme politikalarına “Hayır” demeyi esasına koyan devrimci, demokrat ve yurtseverlerin sindirilmeye çalışıldığı bu dönem hiç kuşkusuz parlamento tartışmalarından daha fazlasına sahip. CHP gibi sistem partilerinin parlamentonun sarsılmazlığı ve sözde “demokrasi”nin bozulmaması için işaret ettiği “Hayır”a karşılık devrimci, demokrat ve yurtsever kesimler devletin var olan “demokrasi oyunu”nu teşhir yolunu seçiyorlar; zulme, katliama ve baskıya karşı “Hayır” diyorlar. Muhalif kesimler açısından “Hayır” kelimesi biat etmemek ve devletin topyekun saldırılarına karşı topyekun mücadele etmek şeklinde anlam buluyor. Ezilenler ve ezilenlerin ortak mücadelesini yenilgiye hapsetmek isteyenlere karşı “Biz kazanacağız” diyerek hapsolmayı reddedenler bugün “Hayır” diyorlar.

Açıktır ki iki yıla yakın süredir hiç aralıksız devam eden abluka, katliam, siyasi soykırım ve infaz saldırılarına karşı topyekun bir karşı koyuşa ihtiyaç var. Bu karşı koyuşun devrimci, demokrat ve yurtsever güçler tarafından oluşturulan pek çok platform ve birliktelikle sağlanmaya çalışıldığı ancak bu oluşumların devamlılığının sağlanamadığına sıklıkla şahit oluyoruz. Bu durumu aşmak ve devletin saldırılarına göğüs germek açısından böylesi bir süreçte belli bir söz etrafında birleşmek önemli noktada durmaktadır.

 

Pinochet’i “demokrasi oyunu”na kim zorladı?

Skármeta’nın “Gökkuşağı Günleri” kitabına geri dönecek olursak kitapta referandumda “Hayır”ın çıkması bir kampanya reklamının kazandığı sonuç çerçevesinde işlenirken Pinochet’in “demokrasi oyunu”na başvurmasının sebeplerine ise değinilmiyor. 15 yıl boyunca Şili halkına zulüm ve baskının her halini gösteren askeri cunta 1973’ten 1982’ye kadar muhalif kesimlerin yeniden örgütlenmesi ve 1982’de sokaklara çıkmasını engelleyemedi. Darbenin olduğu gün itibariyle faşizmin en açık hali ile karşı karşıya bırakılan devrimci, demokrat ve ilerici kesimler gözaltı, tutuklama ve infaz furyasına karşı illegal örgütlenmeler yoluyla toparlanmayı sürdürdüler ve 1982 yılında ülke genelinde hakim olan ekonomik krize karşı açık eylemler düzenlemeye başladılar. Bu eylemler toplumsal muhalefette yükselişi sağlarken 1984 yılında gerilla güçlerinin devreye girmesi ile beraber Pinochet yönetimindeki askeri cunta çıkmaza girmeye başladı. Ezilenlerin mücadelesindeki bu yükseliş, askeri cuntanın yönetememe krizi ile baş başa kalmaya başlarken hakim sınıflar açısından devletin bekası için re-organizasyona gidilmesi zorunlu oldu. Diktatörlüğünü meşru zemine kavuşturmak üzere referanduma giden yolu hazırlayan Pinochet, “demokrasi oyunu”nu ise kendisine muhalif olan kesimlerin kampanyasını kendi sınırları çerçevesine hapsetmeye çalışarak ortaya koydu. Bütün bunlara karşı toplumsal muhalefetteki yükselişi engelleyemeyen Pinochet 1988 yılında yapılan referandumda “Hayır” ile karşı karşıya kaldı.

“Hayır”; askeri faşist diktatörlüğe karşı örgütlenmekten vazgeçmeyerek mücadele edenlerin ve muhalif her kesimin ortak hareket etmesinin bir sonucuydu. Pinochet’in düşüşü elbette ki Şili için bir devrim değildir; ancak örgütlü ve birlikte mücadelenin karşısında hiçbir gücün duramayacağının bir kanıtıdır. Örgütlü ve birlikte mücadelenin karşısında hiçbir gücün duramayacağına olan inancımızı pekiştirmek için “Hayır”!

(Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu